Yaşanmış Bir Pantürkizm Masalı: ETKO
-Tatlı Hayâller ve Acı Gerçekler-
Dr. Hayati BİCE
Türkiye sınırlarının dışına taşan çok engin bir coğrafyanın mirasçısı olarak Osmanlı Devleti’nin yıkılma sürecinde dağılan insan topluluklarını ve her türden eğilimi barındıran siyasi organizasyonları birleştirme/bütünleştirme söylemi kulağa hoş geliyor.
Ancak Misak-ı millî ile üzerine and içilmiş sınırları, kanla çizilen bir ülke olan Türkiye’yi bölme ihanetinin vardığı noktaya bakınca bunun ne kadar mümkün olabileceği insanın beynine kıymık gibi saplanıyor.
Son birkaç yazımda Pantürkizm/Panislamizm ekseninde yazdığım teorik yönü ağır yazılar ile yorduğum okurları biraz rahatlatmak için ülkücü hareketin tarihinden ilginç bir sayfa olan “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu” (ETKO) hakkında fıkra gibi bir anekdotu anlatmak isterim.
Bir “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu” (ETKO) Hikâyesi
Yıl 1979, ülkede ortam kurşun gibi ağır; Kahramanmaraş’ta iç savaşı andıran sahneler sergilenmiş, onlarca ölü, yüzlerce yaralı… O günlerde tek tabanca yayın yapan TRT televizyonunun ana haber bültenini korka korka dinler olmuşuz: Bugün nerelerdeki saldırılarla kaç şehid, kaç ölü, kaç yaralı haberi verilecek diye… Gündelik mutad siyasi haberlerin ardında gelen terör haberlerini beklerken aniden bir haber doluyor kulaklarıma: “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu üyeleri Ankara’da yakalandı…”
Esir Türkler konusundaki özel hassasiyetim ile “Esir Türkler” denildi mi hemen teyakkuza geçtiğim için haberi pür-dikkat izliyorum: Bir masa üzerinde birkaç sargı bezi, birkaç enjektör ile bir kırık bistüri bıçağından ibaret teçhizat ile birkaç kitap masa üstüne konulmuş. Masadaki kitaplardan birisi o sıralarda ülkücü camianın hit kitaplarından olan “Esir Türk İllerinde 90 Gün” isimli kitap. En az iki kere okuduğum kitap özellikle öne çıkarılmış, kapağından hemen tanıyorum. [1] Masanın arkasında ise “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu” kuran 6 (altı) genç başları öne eğik sıralanmışlar. Bir de ne göreyim bunlardan ikisi bizim bir üst sınıfımızdan Tıp Fakültesi 4. sınıf öğrencisi Mustafa A. ile Mehmet K.değil mi?
“Vay bee diyorum, sizi gidi Çukurova’lı çetesi sizi, demek Esir Türkleri Kurtarma Ordusu kuruyorsunuz da benim haberim olmuyor haa..” diyorum.
Aradan bir hafta geçmeden bizim “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu” mensubları, (Mustafa A. ve Mehmet K.) “ordu”nun kurmayları olarak savcılıktan serbest bırakılıyorlar. İlk fırsatta Mustafa A.yı tek başına sıkıştırıp soruyorum: “Bu ‘Esir Türkleri Kurtarma Ordusu’ ne iş yaa?..”
Heyecan ile Mustafa A.’nın ifşaatını beklerken işittiklerim beni hayâl kırıklığına uğratıyor. Meğer Ankara’nın Abidinpaşa semtindeki bir çatışmada birkaç ülküdaşımız hafif yaralanmış ve hastaneye gittikleri takdirde polisin eline geçme kaygısı ile gittikleri bir öğrenci evindeki Tıp’lı ülkücülerden yardım istemişler. Evdekiler de hemen yakındaki Site Yurdu’nun kantinine gidip Tıp Fakültesi öğrencisi birisi var mı yaralılara bakabilecek diye araştırınca torbadan bizim Mustafa ve Mehmet ile bir doktor (Dr. Osman T.) ülküdaşımız çıkmış. Dr. Osman T. ile bizim henüz Tıp öğrencisi olan arkadaşlar yaralıların pansumanını yapmak için gittikleri evde polisin baskını sonucu muhayyel “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu” üyeleri olarak ele geçirilmişler. Polisin POL-DER cenahının hayâlperest bir üyesi malum sorgu sürecinde yaralı ülküdaşlarımızın yakalandığı evde ele geçen “Esir Türk İllerinde 90 Gün” kitabını da görünce senaryoyu yazıvermiş:“ETKO yakalandı.” [2]
Bizim başı kavga ile, hır-gür ile hiç de hoş olmayan Mustafa A. işte bu şekilde ETKO kumandanı olup çıkmıştı. Allah’tan savcı bu saçma senaryoyu çöpe atmış da altı kişilik ordunun üyeleri yıllarca sürecek bir tutuklanma sürecinden kurtuldular. Yine dava açıldığı için ETKO yargılması 2,5 yıl sürdü. [3]
O günden sonra bizim Mustafa A.’nın kod adı ETKO’cu oldu gitti. Bir de Papa’ya suikastın kahramanı ile soyismi benzerliği eklenince şöhreti iyice arttı. (Allah’tan ETKO’cu olarak yakalandıklarında bu soy ismi henüz gündemde değildi.)
“Turan’ı Nasıl Kuracağız ?…”
Bugün aradan geçen 30 yıla rağmen bana hâlâ Nasreddin Hoca fıkrası etkisi yapan “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu” masalından sonra dönelim ciddi konulara…
“Rehber Kur’an, Hedef Turan” konusunda ülkücü gençlik olarak Kur’an’ın rehberliğine sağlam bir imanımız vardı; ancak Turan hedefini nasıl realize edecektik?
Sorun bu idi, ve öğrenci evlerimizde bazen sabahlara kadar bu konuları konuşurduk. Aslına bakarsınız, Türkiye’nin ötesinde “Turan” dediğimiz coğrafyada, kimler yaşar, nasıl yaşarlar? İçerisinde bulundukları siyasi ortam nedir? Hemen hiçbir rasyonel bilgimiz de yoktu.
Bu konuda ülkücü camia içerisinde –övünmek gibi olmasın, o sıralarda da- en fazla bilgili birkaç kişiden birisi olarak Sovyetler Birliği’ndeki, Çin esaretindeki Doğu Türkistan’daki Türkler ile ilgili ilk sağlam bilgileri Tıp Fakültesi Kütüphanesi’ne nasılsa girmiş Amerikan Grolier Ansiklopedisi’nden edindiğimi itiraf etmeliyim.(Allah’tan o sıralarda Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü “Türk Dünyası El Kitabı”nı yayınladı da hiç değilse meraklıları Türk dünyasının sosyokültürel durumu hakkında sağlam bir kaynağa ulaşabildiler. )
Gençlik heyecanlarımızın damarlarımızda deli dolu aktığı o günlerde siyaset alanları “Millî Devlet Güçlü İktidar”, pankartları ile süslenirken Türkistan’daki soydaşlarımızı boyunduruğu altına alan ateist Sovyet Rus İmparatorluğu’nun çatırdama sesleri gelmeğe başlamıştı.
Bekâr öğrenci evlerinde hergün iktidara gelip hükûmet kurarken her şeyin çaresini ve bu arada Turan’a giden yol haritasını da keşfetmiştik:
İlk seçimde MHP ile seçimi kazanıp işbaşına gelince “Milli Devlet Güçlü İktidar”ı sağlayıp “Milliyetçi Türkiye”yi kuracaktık. Milliyetçi Türkiye kurulduktan sonra Kur’an’ın rehberliğinde Turan hedefine varmak nasıl olsa kolaydı.
Tatlı Hayâller
Böylece bir çırpıda Turan’ı bir kurduktan sonra “Nizâm-ı Âlem” için “taş üstünde taş; omuz üzerinde baş”bırakılmalı mı bırakılmamalı mı idi? Karar veremediğimiz tek konu bu idi.
Hayâl gücü dajha geniş olan bazı ülküdaşlarımız ise projeyi daha da ilerletip davâmızın “İ’lâ-yı Kelimetullah” olduğunu [4] bunun için de Japonlardan başlamak üzere dünyanın beş kıtasında İslâm’ı egemen hale getirene kadar “kutsal cihad”ın devam etmesi gerekeceğini ileri sürüyorlardı. Böylece bütün dünyada “Lailahe İllallah” bayrağı yükseltilip dünya ahalisini beş vakit namaza davet edecek ezanların eşliğinde içerisinde namaz kılınmayan bir saniyelik vaktin bile kalmayacağını ciddi ciddi hesap ediyorlardı. NASA’nın uzayda koloniler kurma ütopyası henüz moda olmadığı için hayâllerin sınırı henüz gezegenlere (!) ulaşamamıştı.
O çocuksu olduğunu kabul etmemiz gereken heyecanları yaşadığımız günlerde -bu İslâmi ütopyalara içten içe gıcık kaptığını düşündüğüm- bazı ‘Türkçü’ arkadaşlarımız ise Hrıstiyan Gagauzlar ile Yahudi Karaimleri (=Kırımçaklar) nasıl olup da iki tarafı da kesen şeriat kılıcından nasıl kurtarabileceğinin kaygısına düşmüştü…
Gagauzları Sarı Saltuk’un izinden giderek tasavvuf yoluyla kırk gün içerisinde külliyen şehadet kıvamına getireceğimize aklımız kesiyordu [5] da; yahudi kaynaklarında 13. Kabile denilen ve etnik bir din halindeki Yahudilik inancındaki Kırımçak Türkleri [6] İslâm’ı kabule nasıl ikna edeceğimiz konusunda hiç kimse bir hayâl dahi kuramıyordu.
Bir de İran’da Humeyni devrimi sonrasında daha güncel hale gelen Güney Azerbaycan sorunu vardı: Güney Azerbaycan’daki Türkler, Ayetullahların mutlak otoritesinden kurtarılmadıkça Turan’a dahil edilmeleri imkânsız görünüyordu. Bu sırada biraz kafası çalışan arkadaşlarımız Türk kökenli olduğunu işittikleriAyetullah Şeriatmedarî’nin dinî hiyerarşide kendisi yanında çömez sayılan Humeyni’yi devirmesi ile Şia mezhebinden Türklerin de Turan’a katılması önünde engel kalmayacağını iddia ediyorlar ve umutla İran’da Ayetullahlararası Savaş’ın başlamasını bekliyorlardı. [7]
Heyy gidi heyyy…
Sorular, sorular, sorular… Karşılıksız sorular…
Türk Ocakları sempozyumunda söyledikleri ile bana Ziya Gökalp’in “Düşmanın ülkesi viran olacak/ Türkiye büyüyüp Turan olacak” mısralarını hatırlatan T.C. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, ‘Büyük Türkiye’nin Gerçekleştirilmesi”nin metodolojik araç olarak gösterdiği “birleştirici/bütünleştirici bir yaklaşım, bir siyaset, bir dil,” yöntemlerinin altını kim dolduracak; kim uygulayacak?..
Hele Davutoğlu’nun “Bizimle birlikte sadece 75 milyon değil, tarihi paylaştığımız yüz milyonlarca insan vebin yıllık bir tarih arkamızda yürüyecek” ; “hedefimiz Türklerin tarihe muhteşem geri dönüşü”sözlerini işitip de heyecanlanmayan milliyetçi/ülkücü olabilir mi?
Paralel ABD devletinin el altında gündeme getirdiği “Free Kurdistan” haritalarının ülkemizin neredeyse yarısını da içerdiğini ve bin yıldır birlikte yaşadığımız Kürd kardeşlerimizi bölücülük yönünde kışkırtma gayretlerini göre göre; Davutoğlu’nun sevinerek/övünerek naklettiği “Libya’daki 400 yıllık mazimizin kalıntısı olarak yaşayan ve nüfusa oranlarının %40 olduğu iddia edilen” Bingazili Türk (?) kardeşlerimizle siyasi/kültürel bir birlikteliği/beraberliği düşünmek ne mümkün!..
Davutoğlu’nun, “birleştirici/bütünleştirici bir dil, birleştirici/bütünleştirici bir siyaset, birleştirici/bütünleştirici bir yaklaşım” projeleri başarı ile uygulansa dahi bunun güneşi Batı’dan doğdurmak kadar güç hattâ imkânsız olduğu nasıl görülmez?
…Ve Acı Gerçekler
Türk Ocakları’nın toplantısında hepimize heyecan veren bu söylemleri dillendiren bir Dışişleri Bakanı’nın daha geçen yıl Bakü’de düzenlenen “Türk Cumhuriyetleri Devlet Başkanları Zirvesi”ne Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un katılmama inadının kırılamamasını bilmemesi, düşünülebilir mi? Bakü’ye gelmeyen Kerimov’un Ankara’nın “tarihî bütünleştirme” zirvesine koşa koşa geleceğini düşünen bir kişi var mıdır acaba?
Yoksa Davutoğlu’nun “tarihdaşlık” söylemi Özbekistan’ı kapsamıyor mu?
18 yaşından küçük gençlere camilere gitmeyi yasaklayan Tacikistan Davutoğlu’nun “birleştirici/bütünleştirici” projesinin bir unsuru ise nedir bu hal?.. [8]
Yoksa Davutoğlu’nun “tarihdaşlık” söylemi Tacikistan’ı kapsamıyor mu?
Tacikistan’a, Özbekistan’a kadar gitmeye gerek yok; daha birkaç yıl önce T.C. Diyanet Vakfı’nın Azerbaycan’ın Bakü şehrinde Şehidler Hıyabânı’na armağan ettiği camiin kapısına kilit asıldığından da mı haberimiz yok?.. Ya İran’ın Kum kentinde yetiştirilen binlerce mollanın bugün faal bir şekilde mezheb eksenli ayrımcılık yaptığı, sünni/şii diye mescidleri ayırdığı Azerbaycan’ın daha geçenlerde okullarda öğrenci/öğretmen kadınlara tesettürünün yasaklaması ile sergilediği tabloyu nasıl düzelteceğiz? [9] Üstelik hâlâ Türkiye’de yüksek öğrenim öğrencilerinin başörtüsü kullanmaları kılık/kıyafet özgürlüğü kapsamına yasal zeminde kavuşturulamamışken…
Yoksa Davutoğlu’nun “tarihdaşlık” söylemi Azerbaycan’ı kapsamıyor mu?
Kafkasya’da T. C. Diyaneti’nin eğitim merkezlerinde eğitim aldığı için tekfir edilerek katledilen Kaberdey-Malkar Özerk Cumhuriyeti müftüsünün Suudî Arabistan üniversitelerinde eğitilerek vehhabi şartlanmaları ile Kafkasya’ya geri dönen “Selefi Müslümanlar” tarafından katledilmesi ve bu katliamlara Rus gizli polisi FSB’nin çanak tuttuğundan Davutoğlu’nun haberi var mı acaba? [10]
Yoksa Davutoğlu’nun “tarihdaşlık” söylemi Kafkasya’yı kapsamıyor mu?
Fiilî Rus işgalinin resmen sona erdiği 1989’dan bu yana bir türlü barışa kavuşamayan Afganistan’ın kuzeyindeki Güney Türkistan’ın şu andaki durumu nedir? Afganistan Türkleri’nin bağımsızlığı için çalışırken kalleşçe şehid edilen Azadbek Kerimî’nin babasını tanıyamadan büyüyen oğluna kim hesap verecek? NATO uçaklarının bombardımanları ile kendi ürettiği Taliban militanlarının katliamlarını bahane ederek günahsız sivilleri bombalayan ABD’nin yaptıklarına da bir gün bir “One Minute” diyebilecek bir delikanlı var mı şu âlemde?
Yoksa Davutoğlu’nun “tarihdaşlık” söylemi Afganistan’ı kapsamıyor mu?
T.C. Başbakanı’nın ziyareti ile iyice gündeme gelen açlıktan kırılan Somali’nin güneyinde eş-Şebab adı verilen vehhabi eğitiminden geçirilmiş 2.000 zavallı Somali’li gencin ülkelerine döndükten sonra ‘bir tavuk, bir çuval mısır çaldı’ diye açlık içerisinde kıvranan kendi kardeşlerinin ellerini-kollarını doğradığını bilen bir Dışişleri yetkilisi var mı? Ya aynı eş-Şebab gençlerinin ülkelerini İslâm ile kucaklaştırmış Kadir ve Salihî tarikatlarının önde gelen mürşidlerinin kabirleri üzerine yapılmış türbeleri “şirki önlemek adına cihad” aşkı ile (!) balyozlarla yıkıp, ortaya çıkan evliyaullah kemiklerine kalaşnikoflarla ateş ettiği videolardan hiç mi haberdâr eden olmadı sayın Dışişleri bakanını? [11]
Yoksa Davutoğlu’nun “tarihdaşlık” söylemi Somali’yi kapsamıyor mu?
…
Bu konuda sorulması gereken daha o kadar çok soru zihnime üşüşüyor ki, hepsini yazsam –korkarım- yine okurun sabrını zorlayacağım….
Sonsöz: MHP Nasıl İktidar Olur?
Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Türk Ocakları’nın sempozyumunda ağırbaşlı zevatın huzurunda söylediklerine bakıyorum da, acaba diyorum elli yaşından sonra yeniden mi başlasak Turan projelerimize, Çin zulmü altındaki Uygur soydaşlarımız için de bir ETKO mu kursak yoksa…
Emin olun, Davutoğlu’nun “komşularımızla sıfır sorun” yaklaşımından daha gerçekleştirilebilir, daha ayağı yere basan projeler olurdu bunlar…
İnanın bana… Ama önce “Milliyetçi Türkiye”yi kurmamız, onun için de MHP’nin tek başına iktidarını sağlamak gerek… Döndük dolaştık başa geldik mi yine…
Peki, MHP nasıl iktidar olacak?
Var mı bir projesi olan?
—————————————————————-
İletişim: atahayati@gmail.com
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=112603 [7] İran İslam devrimi önderi Humeyni’den daha kıdemli bir din adamı olan ve bu nedenle bir güç odağı teşkil eden Ayetullah Şeriatmedarî İran İslâm Cumhuriyeti’nin İran’a yerleşmesinden sonra göz hapsine alınarak hayatını tecrid edilmiş bir halde tamamladı. [8] “Tacik Gençlere Cami Yasağı” haberi için bkz.
http://www.ntvmsnbc.com/id/25238615/ , 4 Ağustos 2011. [9] Azerbaycan’daki Başörtüsü yasağı için bkz.
http://www.pirsushaber.com/azerbaycanda-ogretmenlere-de-basortusu-yasak-59805n.html , 17 Ağustos 2011. [10] “Rusya Federasyonu’na bağlı Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti müftüsü öldürüldü”
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1065788&title=rusyada-muftu-olduruldu&haberSayfa=0 [11] Bu yazıyı okuyanlar lütfen aşağıdaki linki tıklayarak Somali’deki bir velinin kabri üzerindeki sandukayı büyük bir aşkla parçalayan ve bununla büyük bir cihad eylemi yaptıklarını sanan elleri balyozlu ve kalaşnikoflu Somali gençlerini gösteren videoyu izlemelidirler. Suud vehhabiliğinin bir ürünü olan bu ilkel sahnelerin Türkiye’de tekrarlanma ihtimali tüylerinizi diken diken edecektir.
http://www.youtube.com/watch?v=RPWI-p9Kl4g