2016: Ahmed Yesevî Yılı ve Düşündürdükleri
Dr. Hayati BİCE*
Basınımızda da yer aldığı üzere Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO), geçen yılın son günlerinde 2016 yılını “Ahmed Yesevi Yılı” olarak ilan etti.
UNESCO Türk Milli Komisyonu tarafından sunulan ve örgütün Dış İlişkiler Komisyonu’nca kabul edilen öneriyle Ahmed Yesevi’nin ölümünün 850. yıl dönümü dünya çapında anılması kararlaştırıldı.
UNESCO’nun Ahmet Yesevi’yi 2016 Anma Takvimi’ne almasının ardından Anadolu Ajansı muhabirine değerlendirmelerde bulunan UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Öcal Oğuz, Ahmed Yesevi’nin “son derece önemli bir şahsiyet” olduğuna dikkat çekti. Oğuz, “Ahmet Yesevi bugün UNESCO’nun çok değer sembol bir şahsiyettir” dedi.
Bu türden sembolik anma yıllarının gerekliliği/gereksizliği hep tartışılmışsa da, bir kişinin anılmasına vesile edilen yıllarda yoğunlaşılarak yapılan faaliyetlerin sözü edilen kişinin tanınması ve anlaşılmasına önemli bir katkı sağladığı bilinmektedir. UNESCO’nun 2016 Yılı’nın Ahmed Yesevî Yılı olarak değerlendirilmesi kararını takiben başlayan ve giderek yoğunlaşaraka halen de devam eden faaliyetler Ahmed Yesevî’nin tanınması, tanıtılması ve anlaşılması yönünden önemli bir süreci başlattı.
Bu çerçevede 2016 yılı içerisinde gerek Ahmed Yesevî Üniversitesi’nin gerekse Kültür Bakanlığı’nın kalıcı eserlerin ortaya çıkması için ciddi projeleri planladığı biliniyor. Bu projelerin ilk örnekleri gün yüzüne çıkmaya da başladı. Bu kapsamda Ahmed Yesevî’nin Divan-ı Hikmet eseri Ahmed Yesevî Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Musa Yıldız’ın gayretiyle manevi değerine layık bir baskı ile yayınlanarak ilgililerine sunuldu. Kısa sürede ilk baskısı tükenen bu prestij eserinin ikinci baskısının Kültür Bakanlığı tarafından yapılması bekleniyor. Yine aynı Üniversite tarafından organize edilen Yesevî Sohbetleri’nin üçüncüsü Karar yazarlarından Beşir Ayvazoğlu’nun katılımı ile 22 Mart 2016 günü yapıldı.
Ankara’nın Gölbaşı Belediyesi gibi bazı yerel yönetimler de 2016 Yesevî Yılı’nı değerlendirmek için örnek çalışmalara imza atıyor. Gölbaşı Belediyesi, hazırlattığı ve Ahmed Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’inden seçme hikmetlerin yer aldığı bir eseri ortaöğrenim gençliğine dağıtıp bu öğrenciler arasında bir bilgi yarışması düzenlemeyi planlıyor. Düzenlenecek yarışmada ilk 10 dereceyi paylaşacak öğrenciler Kazakistan’daki Yesevî Türbesi’ni ziyaret ile ödüllendirilecek.
2016’da gerçekleştirilecek İstanbul Üniversitesi ve Ahmed Yesevi Üniversitesi tarafından düzenlenecek uluslararası sempozyumlarla Yesevîlik Bilgisi Literatürü’ne yeni bilimsel katkılar yapılacaktır.
Sivil toplum kuruluşları, üniversite öğrenci toplulukları etkinlik takvimlerinde Yesevî konferanslarına yer vermiş durumdalar. Bir kısmına şahsen davet edilerek iştirak ettiğim bu toplantı ve çalışmaların bir çok benzerinin 2016 yılı boyunca gündeme gelmesi bekleniyor.
Tasavvufu Yeniden Tanımlamak
Bu faaliyetlerin ülkemizde Ahmed Yesevî’nin tanıtılması, siminin bilinir hale getirilmesi açısından önemi tartışılmaz. Ancak bundan daha önemli olan Ahmed Yesevî’nin günümüz kadar ulaşan mesajının ne olduğu ve bu mesajın bugünün dünyasında ne anlam ifade ettiğidir. Günümüzün bilgi akışı anlamında küçülmüş dünyasında İslâm’ın global ölçekte arz ettiği manzara değil yüz yıl öncesi on yıl öncesi durumundan bile vahim bir durum almıştır. Sonuncusu Brüksel’de birkaç gün önce yapılan terörist eylemler Batı dünyasında –grekolatin dünyası da denebilir- İslâm’ın ifade ettiği anlamı oldukça sorunlu hale getirmiştir. Bunun ortalama Batılı için İslamofobik bir içerik kazandığı artık tartışılmayacak bir haldedir.
Bu noktada Hoca Ahmed Yesevî gibi Türk tasavvuf geleneğinin seçkin isimlerinin temsilcisi ve taşıyıcısı olduğu sufi İslâm’ın içi doldurularak global bir tez halinde dünyaya arz edilmek üzere yeniden üretilmesi gerekmektedir. Ancak bu o kadar da kolay bir iş değildir. Bunun en büyük engeli bazı İslâm ülkelerinin ideolojik bir yayılma vasıtası haline getirilen selefilik akımları olduğu kadar, belki de ondan daha fazlası ile tasavvufu temsil iddiasındaki yapılanmaların entelektüel bakımdan arz ettiği manzaradır.
İşte bu manzara nedeniyledir ki, Yesevîlik kültürü ve Ahmed Yesevî konusu ile yıllardır ilgilenen, Ahmed Yesevî’nin hikmetlerini yayına hazırlamış bir kişi olarak şu soru ile ne kadar çok karşılaştım: “Var mı şimdi Ahmed Yesevî gibi bir mürşîd; ki gidip kapısına dervişi olayım?!” Sıklıkla karşılaştığım başka bir soru da şudur: Bu zamanda irşad edici bir eser sahibi, sohbeti ile insanların ruhunu ışıtan bir mübârek zatı nasıl bulalım? Zamanımızda bir Ahmed Yesevî, bir İmam-ı Rabbanî ortada olmadığına göre ne yapmalı? Bu zor soruları yanıtlamanın hiç te kolay olmadığını tasavvuf ile ilgili olmayan birisi dahi hemen fark edecektir.
Değişik tasavvufî yapılanmaların yayın portföyüne bakıldığında tasavvuf geleneğinin tarihî müktesabatı ile asla bağdaştırılamayacak içerik zaafiyet hemen fark edilecektir. Bugünün dünyasında hiçbir karşılığı olmayan, günümüzün gençleri için hemen hiçbir cazibesi kalmamış retoriğin lüks baskılarla sunulmasının sosyal bir faydası olmadığı ortadadır. İslâm dünyasını yakından tanıyan birisinin yapacağı sosyal analizin sonucu pek de iç açıcı olmayacaktır; nitekim ülkemizdeki “yüz kızartıcı suçlar” ile ‘İslâmî içerikli’ neşriyatın “nicelik artışı” arasında olması gereken ters orantı reelde böyle midir? Adalet Bakanlığı’nın suç istatistiğini yansıtan rakamları, acı gerçeği ortaya sermektedir.
Asıl Mesele: Ahmed Yesevî’yi Anlamak
İşte bu çerçevede Ahmed Yesevî, Yunus Emre, İsmail Hakkı Bursevî gibi tasavvuf âleminin zirve isimleri olan, çağlarını aşabilmiş mürşidlerin irşadına, bırakın diğer inanç topluluklarından insanları günümüz Müslümanları da muhtaçtır. Bunun için arkalarında ölümsüz eserleri bırakmış bu mürşidlerin eserlerinin topluma ulaştırılması, okutulması ve mesajlarının anlaşılıp topluma sunulması acil bir manevî ihtiyaç halini almıştır.
Ancak tekrar vurgulamak isterim: Okumak başka, anlamak daha başkadır. Ancak okumanın anlamanın ilk basamağı olduğunu da kaydetmeliyim.
Ahmed Yesevî de okumaktan maksadın anlamak olduğunu ifade eden bir hikmetinde:
“Âyet-hadis mânâsı Türkçe olsa uygundur,
Anlamına yetenler yere koyar börkünü..”
demektedir.
Yaptığım sohbetlerde gençlerden gelen bir soru/talep de “Yesevî mesajını anlamak için nasıl hareket etmeli? Nereye başvurmalı?” sorusudur. Bu sorunun yanıtı olarak gönül rahatlığı ile “Git filanca dergâha, tasavvufu yaşa” tavsiyesinde bulunmak günümüzde maalesef neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Karşılaştığı bir ‘ham ervah’ın örselemesi ile bambaşka uçurumlara yuvarlandığını gördüğüm nice gençten sonra, böylesi bir tavsiyenin getireceği manevî vebalden kaçınmak için artık şunu öneriyorum: “Git al bir Divân-ı Hikmet; oku ve gör bakalım Ahmed Yesevî sana ne diyor? Aklını kullanabilen bir genç olarak mutlaka sana hitap edilen satırları bulacaksın!”
Gönül Dirilt(il)mesi İçin
Bazı iyiniyetli dostlarımızın önerdiği şekilde meselâ Cuma hutbelerinde Yesevî hikmetlerine yer verilmesi, Yunus Emre’den nutuklar okunması gibi göstermelik sunumlar ötesinde, halkalar halinde “Yesevî meclisleri”, “Yunus divanları” teşkil edilerek bu aziz mürşidlerin eserlerindeki mesajlar günümüz insanına ve özellikle de gençlere ulaştırılmalıdır.
Bu türden bir sohbet halkası oluşturulsa bile bireysel veya sosyal engeller nedeni ile katılamayacak olanlara da tasavvuf geleneğimiz bir çıkış yolu göstermektedir. Ahmed Yesevî’nin mürşîdi olan Yusuf Hemedânî’nin dilinden kaydedilen “Rütbetul-Hayat” risalesinde yazıldığı üzere: “Bir Pîr ile sohbetten mahrum olan mürîdin her gün bu tâifenin sözlerinden sekiz yaprak (16 sayfa) okuması gerekir. Böyle yaptığı takdirde, bu sözler gönlünün dirilmesine vesile olur.”
Bu önemli kayıtın yer aldığı bir diğer kaynakta ünlü sufî yazar Ferîdüddin Attâr, Tezkiretül-evliyâ kitabını yazış sebebini, Hemedânî’nin aynı sözlerini naklederek açıklar: “Yusuf Hemedânî’ye sordular: Bugünler geçerse ve bu tâife yüzlerine perde çekip göçerse selâmette kalmak için ne yapalım? Dedi ki: Onların sözlerinden hergün sekiz yaprak okuyunuz!..” (Makâmât-ı Yûsuf Hemedânî, Hayat Nedir?, Haz. Necdet Tosun, İnsan Yay. İstanbul, 2007, s.91.; Tezkiretül-evliyâ, Haz. M. Sami Ramazanoğlu, Erkam Yay., İstanbul-1984, s.8)
İş İşten Geçmeden…
İslâmî ilginin doğru insanlar eli ile doğru yönlendirilmesi için gerekli olan bu uygulamalar, artık hiç vakit geçirilmeksizin hayata geçirilmelidir. Bu konu dinî konulardaki resmî otorite olan Diyanet İşleri‘nin hemen bütün benzerleri gibi yavaş işleyen, bezgin bürokratik mekanizmalarına devredilemez, bırakılamaz. Yerel yönetimlerden sivil toplum kuruluşlarına kadar toplum ile iç içe olan bütün yapılanmalar ve elbette ki tasavvufu temsil iddiasındaki topluluklar kendilerinin neler yapabileceğini hesap edip, planlamasını yapıp uygulamaya başlamalıdır.
Aksi halde memleketimizin bir köşesindeki kuytu bir çay ocağında başlayan “İslamî ilgi”nin, ülkenin herhangi bir metropolünün ünlü bir caddesinde “canlı bomba”ya dönüşerek patlaması gibi hiçbir müslümanın arzu etmeyeceği, edemeyeceği şekilde sonuçlandığını daha pek çok defa acı ile yutkunarak izlemek kaderimiz olacaktır.
Buna gönlünüz el veriyor mu? Benimki vermiyor!
(*) Araştırmacı-Yazar. Yayına hazırladığı Ahmed Yesevî’nin Divan-ı Hikmet’i ilk kez 1993 yılında olmak üzere T. Diyanet Vakfı tarafından birçok kez baskısı yapılarak okurlara sunulmuştur.
_____________
Kaynak: KARAR Gazetesi Görüşler sayfasında yayınlanmıştır (24 Ekim 2016).