Ankara’da “Pantürkizm” Günleri
-“Bağımsızlıklarının Yirminci Yılında Türk Cumhuriyetleri”-
Dr. Hayati BİCE
Son günlerde sıklaşan etkinlik ve programlar nedeniyle haberiniz.com’a yazmayı planladığım yazı için klavyeye dokunmaya fırsat bulamadım. Geçen hafta önce Türk Ocakları, Avrasya Yazarlar Birliği ve TOBB Üniversitesi katılımı ile yapılan “3 Ekim Türk Dünyası” günü ardından iki gün üst üste programımı dolduran ve T.C. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün katılımı ile en üst düzeyde organize edilen “Bağımsızlıklarının Yirminci Yılında Türk Cumhuriyetleri” toplantıları [1] nedeniyle Türk Dünyası hakkında bir yazı planlamıştım.
TOBB Üniversitesi’nde yapılan “3 Ekim Türk Dünyası” törenlerinin ardında yapılan müzik şöleninde T.C. Türk Dünyası Müzik Topluluğu sanatçısı Cem Gürdal ve arkadaşlarının Türk yurtlarına müzikli gezinin ardından Yesevî hikmetlerinden Ahmet Hatiboğlu tarafından bestelenen yirmi hikmetin icrası ile gönüllerimizi yunup arındığı Muzaffer Şenduran yönetimindeki Gazi Üniversitesi Müzik Topluluğu’nun sunumu hakkında da bir teşekkür yazmalıydım. [2]
Nihayet geçen Salı günü MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, 11 Ekim 2011 tarihli TBMM grup toplantısı konuşmasında “Türk Cumhuriyetlerinin Bağımsızlıklarının Yirminci Yılı”na işaret etmesi bu konuyu yazmamı neredeyse zorunlu hale getirdi.
TOBB Üniversitesi “3 Ekim Türk Dünyası” Toplantısı
TOBB Üniversitesi’ndeki toplantının formaliter açılış toplantısına katılamadım. Ancak öğleden sonraki oturumundaki panelleri izlemek fırsatım oldu. Bu toplantıda siyaset ve bürokrasi dünyasının alt düzeydeki katılımı adeta “zoraki bir toplantı yapılmış olmak için yapılıyor” izlenimi verse de toplantıdaki iki önemli bildirinin sahibi olan Dr. Murat Yılmaz ve üniversitenin AVAR isimli Avrasya Araştırmaları Merkezi’nin Başkanı Dr. İhsan Çomak’ı dinlemek, iflah olmaz ‘pantürkist duygular’ımı kabartan verilerle dolu idi. Özellikle Çomak’ın Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerde devlet adına yirmi yılda yapılanları sorguladığı konuşması çok manidâr geldi bana… [3] Bazı ‘aksakal’ Türk Ocakları mensuplarının “diplomattan daha diplomat olmağa özentili” kokmaz-bulaşmaz tavrının da artık beni iyiden iyiye rahatsız etmekte olduğunu ilgililerine buradan duyurayım.
Türkistan Cumhuriyetleri’ndeki yirmi yıllık gelişmeleri dünyanın stratejik dengeleri açısından veciz şekilde Dr. Murat Yılmaz’a yönelttiğim “gelecek tahmini” konulu ve ortalıkta dolaştırılan Arab Baharı söylemlerinden ilham alan “Orta Asya’da da Bir Bahar Mevsimi beklenebilir mi?Yoksa hepten buz mu tutacak Türkistan bozkırları? ” şeklindeki ‘zor’ soruma verdiği ‘yandan geçen’ yanıt, dinleyenleri bilmem ama beni ikna etmedi. Tabiî ki bir kâhinlik değildi beklediğim… Yine de değerli dostum Dr. Murat Yılmaz’ın ‘analitik düşünme yetisi’ile yakın geleceğin parlak beyinlerinden birisi olmağa aday olduğunu ve bunun Türk düşünce hayatı adına bir kazanım olduğunu belirterek geçiyorum.
Yirminci Yılında ‘Bağımsız’ Türk Cumhuriyetleri
5-6 Ekim 2011 günlerinde Ankara’dan lüks otellerinden birisinde düzenlenen “Türk Cumhuriyetlerinin Bağımsızlıklarının Yirminci Yılı” toplantısı hem daha yüksek düzeyli katılımı hem de toplantıya sunulan bildirilerin niteliği ile daha önemli bir etkinlikti. Toplantı açılışında sunulan ve her bir Türk Cumhuriyeti’nin son yirmi yılını kısaca anlatan video-band oldukça iyi hazırlanmıştı ve anlayanlar için ince mesajlarla dolu idi.(Hazırlayanların eline-gönlüne sağlık…)
Toplantının açılışında konuşan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun akademik yetkinliğinin kanıtı olarak kabul edilmesi gereken, derinlikli ve daha da önemlisi samimi konuşmasının ardından kürsüye gelen T.C. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kimbilir kaç danışmanın tezgâhından geçmiş konuşması oldukça sönük kaldı.[4] Bu konuşmadan akılda kalan tek şey olan “Bir milletin altı devletiyiz “ söylemi dinleyiciler arasındaki Özbekistan veya Türkmenistan temsilcilerini ne derecede heyecanlandırdı. Merak ettim doğrusu….
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, yer yer metin dışına çıkıp irticalen konuştuğu ve kendi kaleminden çıktığı belli olan konuşmasında şunları vurguladı:
“İpek Yolu’nu bu sefer geniş tren ağlarıyla, ulaşım hatlarıyla, enerji koridorlarıyla, doğalgaz boru hatlarıyla yeniden uyandırmanın çabası içinde olmalıyız. Bu büyük jeoekonemik dönüşümün bence en büyük meydan okuması da demografik meydan okumadır. Orta Asya’daki bağımsız Türk Cumhuriyetlerinin geniş coğrafyasında çok az insan yaşamaktadır. Bunu görmemiz lazım. Bütün Kazakistan Avrupa Birliği’nin toplam yüzölçümü kadardır veya biraz fazladır ama Avrupa Birliği’nin on beşte biri on dörtte biri bir nüfusa sahiptir. Türkmenistan, Özbekistan diğer dost ülkeler de aynı şekilde çevredeki büyük nüfus artışının yani Hindistan’da, Çin’de yoğunlaşan nüfusa kıyaslandığında geniş bir coğrafyada demografik bir meydan okuma vardır. Bunu görmemiz ve buna gelecekte hazırlanmamız gerekir.”
“Hepimizi büyük bir şevkle 1989-1991 arasında bu “güneş ne zaman doğacak” diye bekleten güneş 1991’de Ağustos ayından itibaren başlayarak doğdu ve hepimizin gençlik heyecanı olan o büyük bağımsızlık hareketleriyle Orta Asya’daki kardeş halklar bağımsız oldular. O günden bugüne geldiğimizde birçok şey gerçekleştirildi.” [5]
“Bizler, biz Türk dili konuşan Türk milletinin değişik unsurları olan bu halklar tarihe ağırlık koymuş bir milletiz. 16. yüzyıl bu halkların kurduğu devletlerin yüzyılıdır. Osmanlılar, Safeviler, Babürler bütün bir Avrasya coğrafyası Türk milletinin bu değişik halkların değişik temsilcilerin kurduğu şeylerdir. O zaman şunu özgüven içinde demeliyiz biz artık dünyada belirleyici olacağız, etken olacağız, sözümüz olacak, onun için de küresel alana çıkmalıyız. Bunu söylerken de hamasi bir söylemle söylemiyorum. Böylesi bir jeopolitiğe, böylesi bir jeoekonomiye, böylesi bir güçlü, kültürel arka plana sahip olan bir devletler topluluğunun dünyada etkin olmaması mümkün değil. Yeter ki bir araya gelsinler, yeter ki birlikte geleceği planlasınlar.”
***
Görkemli açılışın ardında lobide hazırlanan Osmanlı-Türkistan İlişkileri’nin anlatan arşiv belgeleri ve Türk Dil Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi gibi kamu kurumlarının Türk yurtları ile ilgili yayınlarının sergilendiği sergilerin Abdullah Gül tarafından gezilip toplantıdan ayrılması sonrasında çok değerli bilgiler içeren bildirilerin sunumuna geçildiğinde lacivertlere bürünmüş, parfüm kokulu üst düzey bürokratların, ‘çil yavrusu gibi’ dağılmaları hem komik hem de düşündürücü idi. Bu durumun sadece AKP bürokratları için değil hangi parti egemen olursa olsun genel olarak Türk bürokrasisinin tamamını kuşatan bir acınası hâl olduğunu da hakkaniyet adına kaydetmeliyim.
“Pantürkizm” Kime Kaldı?
Toplantıya katılan akademik kişilerin sunduğu bildiriler, üzerinde iyi çalışılmış, teknik olarak nitelikli çalışmaları yansıtıyordu. Bu durumu, memnuniyetle yirmi yıldan sonra, nihayet Türk Cumhuriyetleri konusunda akademik düzeyde hatırı sayılır bir bilgi birikiminin oluştuğunun somut bir kanıtı olarak değerlendirdim.
Bildirilerde Türkistan ile Türkiye ilişkilerinin sağlıklı yürütülmesi için gerekli manevî zemini oluşturacak dinî ve millî ortaklıklara, Yesevî Üniversitesi adına hazırlanan ve yakın zamana kadar üniversitede Rektör Vekili olarak görevli olan Prof. Dr. Mahir Nakip tarafından sunulan bir projede yer verilmesi dışında hiçbir konuşmacı tarafından değinilmemesi garibime gitti. Oysa sadece lobide açılan Osmanlı-Türkistan İlişkileri sergisinde sunulan belgeler bile, iletişimin bugün ile kıyaslanamayacak kadar zor olduğu asırlar öncesinde Türkistan ile aramızdaki ilişkinin doğrudan dinî temellerini kanıtlıyordu. Zaten dolaylı olanları da hesaba alsak, nerdeyse tüm belgeler Türkistan ile maneviyat ortaklığımızı gösteriyordu diyebilirim. Osmanlı-Türkistan İlişkileri’ni kanıtlayan belgelerin yer aldığı panolar önünde, bu konu üzerinde sohbet ettiğim toplantının koordinatörü, konunun Özbekistan ve Türkmenistan’ın dini içerik emaresi içeren en ufak söylemlere bile tahammülü olmadığını, manevi birlik imasından duydukları allerji ve buna bağlı olarak geliştirdikleri olumsuz tavrın yansıması ile ilgili olduğunu söyledi. Ancak bu açıklama, Türk Cumhuriyetleri’nin adını anmak istemediğim iki ülkesinin açılış seronomisi haricinde, istedikleri gibi ve neredeyse tamamı “adetâ lâdinî bir içerik” ile hazırlanan bildirilerin sunulduğu oturumlara bile katılmayışını izahtan uzaktı.
Özbekistan ve Türkmenistan’ın son yıllarda iyice artan Türkiye’ye yönelik olumsuz yaklaşımlarının izalesi için dahi ortak manevi zeminin güçlendirilmesi gereği bir realite olarak kabul edilmelidir. Bu nedenle bu u resmî nitelikli toplantıya Türkistan cumhuriyetleri ile uzak veya yakından ilgili bütün kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci gönderilip, konuşmacı düzeyinde katılım gösterilirken T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ortalıkta görünmemesi kabul edilebilir bir durum değildir. Üstelik bütün Türk Cumhuriyetlerinde “dini ataşe” ünvanıyla bol sıfırlı maaşlar alan Diyanet görevlilerinin varlığını bilen birisi olarak bu durumu hoş görmem mümkün değildir.
Neredeyse yüz kadar bilim insanının katkısı ile elli kadar kadar bildirinin sunulduğu Türk yurtları arasındaki her türlü ilişkinin ele alındığı bir toplantıda Türkiye’den hiçbir katılımcının ima ile de olsa Turancılık veya Pantürkizm’den bahsetmemesi de dikkat çekici idi. Toplantıya Kazakistan adına katılan ve halen de Kazakistan Parlamentosu üyesi olduğunu öğrendiğim Bekbolat Tileuhan’ın konuşmasında adını koyarak Pantürkizm-Panislamizm’den bahsetmesi ironik bir durumdu. Bekbolat Tileuhan, adetâ inatla Rusça konuşan bazı Türk Cumhuriyetleri temsilcilerini utandıracak şekilde Kazak Türkçesi ile yaptığı konuşmasında bildirileri sanki ölü sessizliği ile esneyerek izleyen az sayıdaki dinleyiciyi heyecanlandırdı. Anında çeviri ile Türkiye Türkçesine aktarılarak kulaklıklardan verilen konuşmasında, aldığım notlara göre şunlara değindi:
“Dünyadaki bütün Türkler aynı kültürün çocuklarıdır. Daha Özbek, Kazak, Kırgız gibi ayrımların bile ortaya çıkmadığı eski asırlarda kayda geçirilen Alpamış Destanı bütün Türk yurtlarının ortak destanı olmuştu. Bu destana bütün Türkistan halklarının ortak anası denilse yeridir. Kabrinin yeri konusunda en kuvvetli ihtimalin Kazakistan’ın güneybatısında Kızılorda (=Akmescid) şehri yakınları olduğu kabul edilen Dede Korkud destanları da aynıdır. Hatta Sibirya’dan Afganistan’a bütün Türkistan bozkırlarının ortak sporu ve oyunu olanKökbar (=Buzkaşi diye de bilinir) hem Kırgız’ın hem Kazak’ın hem de Türkmen’in milli sporudur.[6] Kazak’ın da, Kırgız’ın da derdi aslında aynıdır. Kırgızistan’da Özbek ve Kırgız halkı arasında gelişen müessif olaylar da böyle düşünülmelidir. Bu olaylar eğer bu halklara kardeşlik duygusu verilebilse önlenebilirdi. Osmanlı mirasının ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyet İmparatorluğu’nun bir anda dağılması ile ortaya çıkan Türk cumhuriyetlerinin içersinde bulunduğu ortam birbirinden çok farklıdır. Bugün bütün Türk cumhuriyetlerinde komünizm döneminden kalan bir duygu ile Pantürkizm veya Panislamizm demek bile bir insanın suçlanmasına yetecek, korkulan bir durumdur. “Türk kökenliyiz” demekten korkmanın bir hastalık olduğunu kabul edip önce bu hastalığın teşhisini yapıp nasıl tedavi edileceği düşünülmelidir. Burada kültür birliğinin sağlanması için TÜRKSOY’a büyük görev düşmektedir.[7] Kültür birliği anlaşıldıktan sonra Türk halklarının entegrasyonu kolay olacaktır; bu yüzden entegrasyon son hedef olmalıdır. Kazak-Kırgız-Özbek hepimiz büyük düşünmek zorundayız; küçük işlere takılır kalırsak dağılıp gideriz hattâ yok oluruz…”
Bekbolat Bey’in yüksek bir idrâki yansıtan bu sözleri salonda belki de en uzun süreli alkışlanan ve bu alkışları gerçekten de hak eden konuşma oldu.
Bir diğer oturumda İsmail Gaspıralı’nın “Dilde Fikirde İşte Birlik” şiarını seslendirmek de yine Kazakistan’ın Dünya Ekonomisi ve Siyaseti Enstitüsü’nü temsilen gelmiş olan bir diğer temsilci olan Aydar Amrebaev’e nasib oldu.
T.C. Devleti’nin sağladığı maddî imkânlarla, hiçbir masraftan kaçınılmadan organize edilen bir uluslararası toplantıda, Türk Birliği’ne yönelik hiçbir söylemin -başlangıçtaki protokol konuşmaları dışında- hemen hiçbir Türkiye’li katılımcı tarafından dillendirilmemesi Türk milliyetçiliği geleneğinin neden siyasi erkte söz sahibi olması gereğini yeterince göstermiş olmalıdır.
Bahçeli’den 20. Yıl Kutlaması
Türkiye’de “Turancılık” , “Pantürkizm”, “Türk Birlikçilik” denildi mi hemen akla gelen ilk siyasî oluşum olan MHP’nin grup toplantısında parti lideri Devlet Bahçeli, “Türk Cumhuriyetlerinin Bağımsızlıklarının Yirminci Yılı”na işaret ederek şöyle diyordu: “Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu olarak, 1991 yılında bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetlerinin, özgür ve uluslararası camiada eşit bir şekilde temsil edilmesinin 20. yılına ulaşmış bulunuyoruz. Ne var ki, ata topraklarımızın üzerinde güneş gibi parıldayan bu kardeş ve soydaş ülkelerle kurulan ilişkiler olması gereken seviyenin çok altındadır.
Türklüğün ve Türkçe’nin sahiplenildiği geniş coğrafyaların kaderine terk edilmesi ve üstelik küresel hesapların hedefi haline gelmesi bir diğer açmaz olarak karşımızdadır. Resmi tören ya da protokollerde, Türk Cumhuriyetleriyle ilgili olarak ifade edilen bir millet, ayrı devlet inancı yalnızca yüzeysel ve sığ bir bakış olarak kendisini göstermiştir.
Bizim için Türklüğün kalbi nerede atıyorsa, Türk varlığı nerede anlam ve zemin buluyorsa orası gözümüzün ve gönlümüzün müstesna ve muazzez bir parçasıdır. Bunun için Türk Cumhuriyetleriyle ve genelde Türk jeopolitiğinin görüş ve ufuk derinliğiyle iç içe geçmek hem bir mecburiyettir hem de Ötüken’den beridir tarihin belirlediği milli bir yükümlülüktür. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar anılarımızı ancak bu şekilde canlı ve diri tutabiliriz. Millet, kültür ve tarih yakınlığını bu sayede buluşturur ve bir amaca yönlendirebiliriz.
Dünyanın kalpgâhı olan Orta Asya’nın, güç odakları tarafından çevrelenmesi yeni bir çıkış, uyanış ve silkinişle etkisizleştirilecektir. Bölgeye bakınca enerji kaynaklarını gören ve bunun paylaşımına girişen küresel merkezlerin tesiri ancak bu sayede kırılabilecektir.
Orta Asya Türk devletlerini bölgesel ve küresel tazyiklerden korumak, nüfuz mücadelelerinden arındırmak, yapılan hamleleri boşa çıkarmak için Türklük şuuruna ve asırları aşan birikimine çok ihtiyacımız vardır. Bugün Ortadoğu denklemine Türkiye’yi hapseden AKP körlüğünün, Türk milletinin kudretini görmesi ve gerçek hükümranlığını gösterebilmesi için dikkatini Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine çevirmesi gerekmektedir.
Bize göre yeniçağın siyasal, sosyal ve ekonomik iklimi Türklüğün alacağı pozisyon ve kararlarla yakından ilgili olacaktır. Bunun için tek millet olduğumuz dost ve kardeş ülkelerle ekonomik, siyasi ve kültürel konular başta olmak üzere, her alanda ilişkileri geliştirmek ve üst düzeye taşımak milli bir vecibe olarak önümüzdedir.
Unutmayınız ki, İran’da canı yanan, Doğu Türkistan’da işkencelere maruz kalan, Balkanlarda hasret çeken ve Dünya’nın neresinde dertlerinden dolayı gözleri yaşaran bir Türk varsa bizler yanlarındayız ve olmaya da devam edeceğiz…” [8]
Türk Dünyası MHP’den Sorulmalı!…
Resmî toplantıya MHP adına üst düzeyde katılımına tanık olmadığım toplantıda, kendi adına toplantıya gelen bazı eski MHP milletvekilleri dışında MHP yönetimini resmî olarak temsilen birisi var mıydı bilemiyorum. AKP’nin Dışişleri Bakanı başta olmak üzere ciddî sayıda milletvekili ile temsil edildiği bu “Uluslararası Toplantı” da gözlerim Türkiye’ye “Turancılık” dersini ezberleten; 12 Eylül döneminde hazırlanan MHP iddianamesinde askerî savcı tarafından resmen “Pantürkist” olarak suçlanan MHP’nin “Türk Dünyası ile İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı”nı aradı doğrusu. Bu arayışın toplantıya katıldığını gözlemlediğim Türk Cumhuriyetleri’nin ülkelerini temsil eden Büyükelçileri’nce de paylaşıldığını sanıyorum. Özellikle Türkiye ile ilişkileri epeyce zamandır “parçalı-bulutlu olan” Özbekistan Büyükelçisi ile ABD Büyükelçisi’nin de açılışına katıldığı bir toplantının temsil açısından ihmal edilmemesi gerekirdi.
(Bu konuyu yazmağa devam edeceğim.)
—————————————————-
[2] Muzaffer Şenduran yönetimindeki Gazi Üniversitesi Müzik Topluluğu’nun icra ettiği ve pek çok kişinin işitip benden sorduğu konser kaydını topluluğun web sitesi olan http://www.gtmt.net adresindeki “Müzik Çalar” menüsünde yer alan “Ahmet Hatipoğlu-Yeseviyye” linkini tıklamak suretiyle dinleyebilirsiniz.
[3] Bu manidâr bildirisini internet ortamında yayınlamak konusunda kararsız olan Dr. İhsan Çomak’a konuşmasından bahsettiğim pek çok arkadaşımın bildirisini merak ettiğini buradan iletmek isterim.
[4]Abdullah Gül’ün konuşmasının tam metni için bkz. http://www.tccb.gov.tr/haberler/170/80908/alti-devletli-tek-bir-millet-bilinci-icerisinde-hareket-etmemiz-gerekir.html
[5] Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun konuşmasında 12 Eylül öncesinde izlediğimiz “Güneş Ne Zaman Doğacak?” filmine atıfta bulunması ilginçtir. Davutoğlu’nun bir ders niteliğindeki konuşmasının tamamı için bkz. http://www.mfa.gov.tr/sayin-bakanimizin-_bagimsizliklarinin-20_-yilinda-turk-cumhuriyetleri_-konulu-toplantida-yaptigi-konusma.tr.mfa
[6] Kökbar (buzkaşi) oyunu başı kesilmiş bir oğlak veya kuzunun atlı yarışmacılar tarafından kapılarak belirlenen hedefe taşınmasına dayanan ve at sırtında giderken acı güç sergilemeye dayanan bir bozkır oyunudur. Ülkemizde “oğlak kapmaca” adı ile Afganistan’ın Ruslar tarafından işgal edilmesi sonrasında Pamir’den getirilerek Van’a yerleştirilen Kırgız Türkleri mülteciler tarafından tanıtılmıştır.
[7] TÜRKSOY İstemihan Talay’ın Kültür Bakanlığı döneminde Türk Cumhuriyteelri ile işbirliği içerisinde kurulmuş olan ve temel hedefi Türk dünyasının kültürü birliğinin sağlanması olan bir resmi kuruluşdur. Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.turksoy.org.tr/
[8] Bahçeli’nin konuşmasının tam metni için bkz:
http://www.mhp.org.tr/gbk.php?content=3103&cat=52