Yahya Şirvanî: “Şeyhi de, müridi de bahadır olmalı…”
Dr. Hayati BİCE
Halvetîliğin ikinci pîri, Seyyid Yahya Şirvanî’nin Sûfî Yolunun Sırları adıyla basılan ve Doç Dr. Mehmet Rıhtımtarafından yayına hazırlanan “Şifau’l-Esrar” kitabı [1] tasavvuf kültürü yönünden bir hazine olması yanında bir çok orijinal yönüyle eşsiz bir değerdedir.
Şifau’l-Esrarı okurken altını çizdiğim o kadar çok yer var ki, bunların sadece başlıklarını kaydetsem dahi müstakil bir makale olacaktır. Bu nedenle bu yazımda sadece eserin önemini vurgulamağa yetecek hususları, Mehmet Rıhtım’ın aktardığı şekliyle vermek zorundayım.
Ancak bu yazıda kitaptan aynen naklederek tam metnini verdiğim ve bir tarikatın pîri olan Seyyid Yahya Şirvanî’nin mürşîd ve mürid olma iddiasındaki herkesin boyunun ölçüsünü alması için bir test olacak değerdeki listesini çok iyi okumak, hattâ günümüzün kahramanlarını(!) düşünerek döne döne tekrar okumak gerek.
Hz. Pîr Seyyid Yahya Şirvanî’nin tarikata getirdiği yenilikler
Doç. Dr. Mehmet Rıhtım’a göre Seyyid Yahya Şirvanî’nin tarikat yöntemlerine getirdiği yenilikler [2] şunlardır:
* Halvetiyye dervişlerinin günlük hayatlarında ve Sûfîlik mesleğinde uymaları gereken adâbı belirlemesi.
* Müride telkin edilecek yedi isme beş isim ilavesiyle on iki esma ile seyr ü sülûku tamamlaması.
* Vird-i Settar’ın tertibi (Bununla Halvetiliğin müstakil bir tarikat hüviyetini kazandığı söylenir. )
* Halvet ve zikir usulünü kurallara bağlaması,
* Yazdığı eserlerle Halvetiyye’de tasavvufî-edebî geleneği başlatması.
* Etrafa mürşîdler göndererek tarikatı yayması,
Hayatı boyunca Azerbaycan’dan ayrılmadığı ve Anadolu’ya gelmediği bilinen Seyyid Yahya Şirvanî’nin Şifau’l-esrar’da isimlerinden bahsettiği Mevlanâ Celâleddin Rumî ve daha önemlisi muasırı Ak Şemseddin’in eserlerine atıfta bulunması iletişimin hiç de kolay olmadığı o çağlarda Anadolu ile Azerbaycan arasındaki kültürel ilişkilerin yakınlığını göstermesi yönünden dikkat çekicidir.
Diğer yandan aradan geçen beş yüzyıla rağmen hâlâ Mısır’da mevcudiyetini koruyan Demirtaşiyye gibi kolları ile [3] dünyaya damgasını vurmuş bu mürşîdin tebliğ ve irşad ufukları da, ibret ve örnek alınması gereken bir vakıadır.
Seyyid Yahya’nın tasavvufî mektebi, her çeşit ifrat ve tefritten uzaktır. İslâm’ın tasavvufî yorumu hicretin yedinci asrından itibaren egemen olduğu Azerbaycan’da, milletin birlik kaynağı ve ülke huzurunun koruyucusu olmuştur. Şirvanî’nin ilmî tasavvuf anlayışı sayesinde Halvetilik, zamanla çok geniş bir coğrafyada yayılmasına rağmen, hiçbir zaman dinî, sosyal ve siyasî karışıklıklara yol açmamıştır.
Seyyid Yahya, Şifau’l Esrar’da sadece bir Sûfînin değil, iyi bir mü’minin sahip olması gereken manevî nitelikleri de açıklar. Amelî-ilmî tasavvufun temsilcilerinden olan Şirvanî, eserinde sadece kendi öz nefsinde yaşadıklarını söylemiş, söylediklerini yaşamıştır. Özü sözü bir, söyledikleri ile amel eden, dünyevî hiçbir varlığa meyli olmayan, hatta ahirete de tamah etmeyen bir mürşîd olduğunda herkes müttefiktir.
Şirvanî’nin Türkçesi
Doç. Dr. Mehmet Rıhtım kitabının sunuş kısmında yer alan metnin Dil Özellikleri başlığı altında [4] verdiği “Şifau’l-Esrar”da kullanılan Azerbaycan Türkçesi örnekleri ve Şirvanî’nin kullandığı dilin Türkiye Türkçesi ile ilişkisini araştırmak da, başlı başına bir inceleme konusu olabilir.
Şirvanî’nin Tengri, görklü, duzah, kamu, ayıtmak, kaçan, gendözü, birle, öğüş, yekrek, garangu, göreken, üstüvar, nazara, pervaz, yelik, göyündürmek, yigit (igid), tiken, arh, nimet, aks, toğruluk, özge gibi bir kısmı bugün Azerbaycan’da da terk edilmiş kelimeleri çok rahat bir şekilde kullandığı görülmektedir.
İlme Verilen Önem
Şirvanî’nin tasavvufî mektebine bağlanmak ve Sûfî olmak isteyen talib mutlaka ilim sahibi olmalıdır. Burada kastedilen ilim Akaid, Fıkıh, Tefsir, Hadis gibi şeriat ilimleridir. Bu ilimlerde belli bir mesafe katetmeden tasavvufa girmenin doğru olmadığını tekrar tekrar ifade eder. Bu hassasiyetin ne kadar önemli olduğu, tasavvuf tarihinde ve bugün tasavvuf adına ortaya çıkan değişik grupların çevresinde görülebilir. Tarihte ve bugün şerîatın zahirî kurallarına özen göstermeyen tasavvufî akımlar, bir süre sonra bâtınilik girdabına düşerek toplumu ifsad eder hale gelmişlerdir. Halkın dini akidesinde bozulmalara ve sapmalara sebep olmuşlardır. Hem dünyevî, hem de uhrevî dindarlık açısından büyük bir tehdit oluşturan bu unsurları gören Pir-i Sâni Şirvanî, bunların önünü almak istemiş, bunun da ancak ilmin ve düzgün İslam itikadının yayılması ile mümkün olduğunu görmüştür.
Şirvanî ilme olduğu kadar âlime de büyük değer verir. “Âlimin kalbi Allah’ın hazinesidir. Nefsi Allah’ın şehridir. Dili Allah’ın tercümanıdır.” diye âlimi yüceltmiş, “Âlimin ölümü âlemin ölümüdür.” hadisini beyan ederek hakiki âlimlere büyük hürmet göstermiştir. Zahir ehli, resmi ulema diye vasfettiği, dinin özünden ve hakikatinden nasipsiz, sırf şekilde kalanları ise kınamıştır. “Âlimin zilleti âlemi helak eder.” diyerek özellikle ilmini suistimal eden ve kendi menfaati uğrunda kullanan kötü emelli âlimler (=ulemau’s-sui) şiddetle tenkit ettiği sınıf olmuştur.[5]
Seyyid Yahya cemiyetin düzelmesinin ancak topluma yön veren âlimlerin, emirlerin, din adamlarının, kadıların, tacirlerin düzgün ve dosdoğru olması ile mümkün olacağını söyler.
Helâl Kazanç ve Kalb Hassasiyeti
Seyyid Yahya’nın sıklıkla vurguladığı hususlardan biri de helâl kazançtır. İnsanın manevî ve içtimaî muhitinin düzgün olması için helâl kazancın büyük ehemmiyeti olduğunu söyler. Bir mü’minin ibadet ve dualarının kabul olmasının ancak kazancının helâl olmasına bağlı olduğunu söyler ve birçok yerde bunu tekrar eder. Haksızlığın yani gayr-i meşru yoldan kazanılan servetin ve adaletsizliğin felaketlere sebep olacağını bildirir.
Seyyid Yahya Şirvanî, haram yiyeni, tembellik edeni, iki günü bir olup yerinde sayanı, olduğu gibi görünmeyeni, ibadetini şuursuzca yapan gafil âbidi, haddini bilmeyen cahili, tekebbüre kapılıp kendini beğeneni, ilmini su-i istimal eden âlimi, zalim idareciyi, aldatan taciri, dinini satan zahidi, inancı çürük bid’atçiyi, heva ve hevesini ilah kabul edeni, dinde zayıflığı kınar ve lânetler.[6]
Şifau’l-Esrar’da dervişin dünya karşısında kalben takınması gereken tavrı “Kalbinde dünya sevgisi belirmiş olsa gusül etmek farzdır.” diyerek tasvir ederken bu hali şeyhinin bihakkın yaşadığını, Dede Ömer Ruşenî divanında; “Gönlüne ukba düşüncesi gelse guslederdi” diye vasfetmiştir.
Seyyid Yahya’nın anlayışına göre de insan; kalb, nefs ve ruhtan müteşekkil bir varlıktır. Seyyid Yahya akla ve kalbe aynı derecede önem verir. Sûfî kâmil bir mürşîdin terbiyesi altında cehd ederek çok çalışmalı, kalbini nefsin hevâsından kurtararak ruhun hükmü altına sokmalıdır.
Şirvanî’ye Göre Şeriat-Tarikat-Hakikat
Seyyid Yahya Şirvanî, Sûfî makamlarını klasik tasnife göre; Şeriat, Tarikat ve Hakikat olarak üç ana bölüme ayırır. Şeriatın ahkâm ile, tarikatın kalb ile, hakikatin sırr ile amel etmek olduğu bildirilir. Bu üç bölümün her birinde de yedi makamdan oluşan üç fasıl vardır ki –müellif bunları maden olarak adlandırır- her birinin toplamı yirmi bir makamdır. Ruhanî yedi makam ilavesi ile birlikte makamların toplamı yetmişe ulaşır. [7]
Sûfî, şeyh, mürşîd, pir, mürid gibi dereceler ve bunlara sahip olmanın şartlarından bahsedilir. Sûfî gerekli şartları yerine getirip yetmiş makamı geçerse, sonunda “fenâ fillah” menziline ulaşır.
Yetmiş makamı tamamlayan Sûfî, mürşîd olarak “meşayih” adını almaya hak kazanır.
Seyyid Yahya “Yetmiş makam tamam olsa, o vakit ‘Meşayih’ adını almak reva olur.” diyerek yetmiş makamı geçmenin mürşîd-şeyh olmak için şart olduğunu, bu makamlardan birinin eksik kalması durumunda ise “şeyh” veya “Sûfî” adını almanın doğru olmadığını ifade eder.
***
Şirvanî’ye Göre Mürşîd-Mürid: “Mürşîd de, mürid de bahadır olmalı…”
Şirvanî tasavvufa intisab ile hedefin kâmil bir iman sahibi olmak olduğunu ifade ederek “İman-ı Kümmel (kâmil iman) hasıl olması için şeyhe iradet-i külli (tam teslim) olmak gerektir.” der.
Seyyid Yahya Şirvanî “Şifau’l-Esrar” eserinin birçok yerinde mürşîd-i kâmil denilen tasavvuf önderlerinin ve tasavvuf yoluna girmeğe talib olan müridlerin sahip olması gereken niteliklerden de söz eder. [8] Özellikle kitabın “Kâmil ve Mükemmel Şeyhin Sıfatları” ve “Müridin Sıfatları” başlıklı kısımlar bu nitelikleri yirmişer madde olarak sıralar.
Kâmil ve Mükemmel Şeyhin Sahip Olması Gereken Nitelikler
Ulular, kâmil ve mükemmel bir şeyh olmak için yirmi şartın gerekli olduğunu demişlerdir.
1. Şeyhin itikadı düzgün ve pak olmalıdır.
2. Şeyh şer’î meseleleri bilmeli, Sünni olmalıdır. İlm-i bâtında fenâ olmalıdır ki müridin her müşkilini halletsin.
3. Şeyh âkil (akıllı) olmalıdır. Ta ki müride meaş-i akıl (Akl-ı Meaş: Kıyas ve mantık esasları dahilinde faaliyet gösteren, dünyevî işleri yürütmede kullanılan akıl.) ile her mertebede terbiyenin tedbirlerini desin ve anlatsın.
4. Şeyh sahî (cömert, eliaçık) olmalıdır. Ta ki müridin ihtiyacını karşılasın. Müridin eksiğinin kalmaması için taatini araştırıp sormalıdır.
5. Şeyh bahadır (yiğit) olmalıdır. Ta ki her kişi onu eliyle alt edip bastıramasın. Hasudun fitnesi ile her sözü kulağına koyup müridi reddetmemeli, müridden yüz çevirmemelidir.
6. Şeyh verâ ehli ve perhizkar olmalıdır. Umur-i şer’iyyeye muhalif işlere meyletmemelidir. Ta ki müridin itimadı ve itikadı gitmesin.
7. Şeyhin himmeti âli olmalıdır. Dünya nimeti onun yanında değersiz olmalıdır. Müridin malına meyletmemelidir. Nimeti Hak yoluna isâr etmelidir. Müridin terbiyesinde haris olmalıdır.
8. Şeyh şefkatli ve merhametli olmalıdır. Müridine söz söylerken yumuşaklıkla söylemelidir. Kaldıracağı miktar kadar yük yüklemelidir. “Kabz ederse basta getire, bast içinde zabta yetire.” Müridin ahvalinin nasıl olduğunu bilmeli, her işte ona yardım etmelidir.
9. Şeyh zorluklara tahammül etmeli, dağ gibi olmalıdır. Her rüzgâr onun yaprağını kımıldatmamalıdır. Basit şeyler ile müridi zorlayıp kendinden ürkütmemelidir.
10. Şeyh bazı zamanlar müridin ayıbını görse, cevr etmeden suçunu affetmelidir. Önce lütuf ile nasihatler etmeli, kabil olmazsa sonra zecr edebilir. Ola ki ayıbını giderir.
11. Şeyh nazik olmalıdır. Muhabbeti müridin gönlünde ve canında yer etmelidir. Müridini lüzumsuz hareketler ile ürkütmemelidir.
12. Şeyh isâr ehli olmalıdır. Kendi hazzından geçip, müridlerin işini bitirmelidir.
13. Şeyh kerem ehli olmalıdır. Keramet bahşedip, keremler etmelidir. Ta ki mürid onda muradını bulsun.
14. Şeyh tevekkül ehli olmalıdır. Müridin sayısı çok olsa da rızık için gam çekmemeli, “bunları nasıl beslerim” dememelidir.
15. Teslim ehlinden olmalıdır. Her işi Allah rızasından bilmelidir. Her kim yanına gelse eksik gitmemelidir. Onu inkâr edenlere nefret etmemelidir. Müridin az ya da çok olmasından gam veya sevinç göstermemelidir.
16. Şeyh rıza ehli olmalıdır. Allah’tan her ne gelse razı olmalı, ezel hükmünde ne yazıldı ise onunla amel etmelidir.
17. Kabiliyeti olmayandan melül olmamalıdır. “İrşad benden, söylemek benden, kabul, hidayet ve inayet senin şükründür.” demelidir.
18. Şeyh vakar ehli, hürmet sahibi olmalıdır. Hassas olmalı, tarikında kılı kırk yarmalıdır. Ta ki müridi şeyhine bakıp küstah olmasın.
19. Müridin terbiyesinde acele etmemeli, tedricen terbiye etmelidir. Acele ederek işi muattal etmemelidir.
20. Şeyh sabit-kadem olmalıdır. Müridin terbiyesinde kasdı muhkem olmalı, heybetli olmalıdır.
Müridin Sahip Olması Gereken Nitelikler
Mürid olmak için de yirmi şartın yerine getirilmesi gereklidir. Ta ki ona şeyh cemalinden Hak cemalinin müşahedesi hasıl olsun.
1. Müride evvela tevbe gereklidir. Tevbe bu işin temelidir. Temel olmayınca bina muhkem olmaz. “Milk”i koyup Malik’e erişinceye kadar geçilen her makam için salike tevbe vardır. Biri çah (çukur) ve biri de cah (makam)’dır. Birine nisbetle diğeri günahtır.
2. Mürid daima zühd ve salâhda olmalıdır. Ta ki varlık belasından kurtulsun. Mal ve mansıbı terk ederek şeyh ile ahdini sağlam etmeli, libas ile lokmayı azaltmalıdır. (Daha önce geçtiği gibi) Halvet için sekiz şart gereklidir, demişler. Bunlar: Devam-ı halvet, zikr u vudû’, savm u sükût / Çü nefy ü rabt, diğer itiraz nâ-kerden.
3. Mürid perde olan her şeyi terk etmelidir. Masivaullah düşüncesini gönlünden çıkarmalıdır. Tecrid-tefrid (dünyayla alakasını kesip Allah’la) olmalı. Vesile-i matlabı şeyh olmalıdır.
4. Müridin itikadı ehl-i sünnet itikadında olmalı, bid’atı sevmemelidir.
5. Mürid müttaki olmalıdır. Ehl-i perhiz olmalı, lakin aşırılıktan ve vesveseden sakınmalıdır. Elbisesi temiz olmalı, amelinde azimet sahibi olmalı, ruhsatı terk etmelidir.
6. Şeyhten her ne hal vaki olursa sabretmelidir. Şeyh zehir verse bile içmeli, yarasına taat tuzunu ekip emir ve nehiy yükünü götürmelidir.
7. Mürid nefsine murad vermemeli, nefsi ile daim cihad etmelidir. İbadete kuvvet olacak kadar gıda almalı, fazla almamalıdır.
8. Mürid bahadır (yiğit) olmalıdır. Nefsinin ağzını bağlamalı, daima nefsine muhalefet etmelidir.
9. Mürid nefy-i isbat (La ilahe illallah) zikrine devam etmeli. Can, baş ve dünya kaygısında kalmamalıdır.
10. Mürid fütüvvet ehli (mert) olmalı, üzerinde kimsenin hakkı olmamalıdır.
11. Mürid doğru olmalı, sözüne sadık olmalıdır.
12. Farzı, vacibi ve sünneti bilecek kadar ilmi olmalı. Şer’e muhalif iş işlememelidir. Faydasız işlerle meşgul olmamalıdır.
13. Gece gündüz işi niyaz olmalı, hazrete naz etmemelidir. Aşığın işi niyazdır, naz nazeninlere yaraşır. Zira kul sevgili olsa, Çalab huzurunda dileğini dilemeden kabul olur.
14. Mürid uyanık olmalıdır. Ne hareketten ne sadır olursa hemen fark etmelidir. İyiden kötüyü ayırmalı, inayeti Hak’tan bilmelidir.
15. Mürid melâmet gözetmeli, taklidciler gibi âdet gözetmemelidir. Âr u ırzın sarayını yıkmalı, şeriat yolundan çıkmamalıdır. Ma’nîde sırrı ve sureti bir olmalıdır. Sireti kalender olmalı, Nam ü neng, medh ü zem, red ve kabul yanında bir olmalıdır. Ümitsiz olmamalı, halk ile sulhta nefsi ile cenkte olmalıdır. Övmek-sövmek yanında bir olmalıdır.
16. Mürid akl-ı selim olmalıdır, ki işi müstakim olsun. Her mühimmin zabtını aklı ile bilmeli, fark etmelidir.
17. Mürid edebli olmalı, şeyh elinden hil’at (hırka) giymeye layık olmalıdır. Zira edeb ve hayâ Hakk’ın nurudur.
18. Kibri ve “ucb”u olmamalı, ahlâkı hoş olmalıdır. İşi meskenet ve hizmet olmalı, küçüğe ve büyüğe bakışı bir olmalıdır. Cehd edip şeyhin gönlüne girmelidir. O gönülden maksudu nedir onu görmeli, onunla mabudunu anlamalıdır.
19. Müridin işi daima teslim olmalıdır. Kendi tavrını şeyhinin tavrına göre belirlemeli. Şeyhe itaat etmeli, gassal önünde meyyit gibi olmalıdır.
20. Mürid taatte bulunup işi Hakk’a ısmarlamalı, bütün işlerini işin sahibine bırakmalıdır. Çünkü mürid bu sıfat ile muttasıf olursa, şeyh elinden tez berhudar olur.
***
Bu bahsin sonunda üzerinde epeyce düşünülmesi gereken şu ifade yer almaktadır: Şeyh (Yahya Şirvanî) dedi ki: “Mürşîd, müridine bakmalı ve sınamalıdır. Müride abdest mi gerek, gusül mü gerek bilmelidir. Gusül vacip oldu ise gusül buyurmalıdır. Eğer kalbinde dünya sevgisi belirmiş olsa gusül etmek farzdır.” [9]
Bugüne kadar pek çok mürşîdin eserinde tasavvuf yoluna girmek isteyen mürîd için konulan şartları okudum ama mürşîd-i kâmil olmak için gerekli şartları böylesine ayrıntılı olarak, liste halinde belirlemiş bir şeyh görmedim, desem yeridir.
“Bu kuralları bir liste olarak eline alıp piyasaya çıkarak, ortalıkta ismi dolaştırılan anlı-şanlı(!) mürşîdleri test edecek bir makam olsa idi ortada kalan olur mu idi acaba?” diye sormaktan da kendimi alamıyorum.
Özellikle Mürşîd ve Mürîd için gerekli şartları sırtlayan bu listelerde hem mürşîd hem de mürîdin“bahadır (yiğit) olma” şartının kaydedilmiş olması çok dikkatimi çekti. Günümüzde tasavvuf ehlini uyuşuk, pısırık olarak tanımlayan -ve bu tanımlamada pek de haksız olduklarını söyleyemeyeceğim- tasavvuf karşıtlarının bu hassasiyeti görüp tefekkür etmelerini isterdim doğrusu… Bahadır (yiğit) şeyhe bahadır (yiğit) dervişlerin nasıl da yakıştığını anlamak isteyenler Dağıstanlı Seyyid Cemaleddin Gazikumuki ile müridi olan ünlü mücahid Şeyh Şamil örneğini inceleyebilirler.
***
Şifau’l-Esrar’ın daha pek çok bölümünün dost meclislerinde istişare şeklinde okunmasının sohbet şeklinde telif edilen bu eserin anlaşılması yönünden çok verimli olacağını sanıyorum. Her bir satırını okurken derin bir tefekkürü hak eden bu eseri tasavvuf ile ilgili her Türk aydınına tavsiye ederim.
Şimdi en iyisi, aradan çekilip okuru, Mehmet Rıhtım’ın himmeti ile iki kapak arasına alınıp 332 sayfa halinde huzura gelen Şeyh Yahya Şirvanî’nin satırları ile baş başa bırakmak.
Buyurun her talibe açık bu irfan sofrasına…
———————————-
İletişim: atahayati@gmail.com
[1] Seyyid Yahya Şirvanî, Şifaü’l-Esrar (Sûfî Yolunun Sırları), (Haz. Doç. Dr. Mehmet Rıhtım), Sûfî Kitap Yayınları, İstanbul, 2011. [2] a.g..e. s.28. Doç. Dr. Mehmet Rıhtım’ın akademik çalışmaları ve diğer kitapları için bkz. http://mehmetrihtim.blogspot.com/ [3] Prof. Dr. Ebu’l-Vefa Taftazanî, Mısırda Sûfi Tarikatların Tarihi Gelişimi Ve Günümüzdeki Durumları, (Çev: Mustafa Aşkar), AÜİF Dergisi, Cild:37, s.536-552. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/780/10013.pdf [4] a.g..e. s.49. [5] a.g..e.s.58. [6] a.g..e.s.59. [7] a.g..e.s.54-57. [8] a.g..e.s.267-271. [9] a.g..e. s.271. Bu ifadeyi Mehmet Rıhtım; Seyyid Yahya’nın zühdi anlayışına bağlar ve “ fıkhen böyle bir mesele yoktur.”der. Haleflerinden Dede Ömer Ruşenî, Divan’ında Seyyid Yahya’yı vasfettiği bir şiirinde bu zühd anlayışını şu şekilde nazmetmiştir:Gusl eder idi, gönlüne nagâh,
Gelse idi hayâli ukbânın.
Âb-ı dest alır idi, geçse idi,
Hatırâsından hadîsi dünyânın.
(Resimler: http://www.haber10.com/makale/25552/
1.Şeyh İsmail Siraceddin Şirvanî Türbesi-AMASYA, 2. Mehmet Rıhtım’ın Seyyid Yahya Bakûvî ve Halvetilik kitabının kapağı. 3.Şifaul Esrar’dan bir sayfa, 4. Şifau’l-Esrar) )