Free songs
Ana Sayfa / Genel / Şamil’i de Karalamışlardı Bir Zamanlar

Şamil’i de Karalamışlardı Bir Zamanlar

Şamil’i de Karalamışlardı Bir Zamanlar

Bugün bütün müslümanların gönlünde ve kalbinde mümtaz bir yeri olan Şeyh Şamil’in cihad emirliğini yürüttüğü yıllardan itibaren kendisine ve önderlik ettiği cihad faaliyetine çeşitli nedenlerle karşı çıkanların olduğu bilinir.

Usame bin Ladin’in ölüm haberinin açıklanması sonrasında yazdığım bir önceki yazım ile ilgili olarak bana ulaşan tepkilerin önemli bir kısmı bir tasavvuf mürşidi olan Şeyh Şamil ile selefi -ve hatta bazılarına göre vehhabi -inançlarını İslâm dünyasına yaymak için silahlı bir mücadele başlatan Usame bin Ladin’i nasıl olup da özdeşleştirebildiğim konusunda yoğunlaştı.

İslâm’da cihadın yeri/yöntemi konusunda son yıllarda ortaya çıkan kafa karışıklığı, ‘Ilımlı İslâm’ tartışmalarının tahmin ettiğimin ötesinde bir etki oluşturduğu anlaşılıyor. Bu nedenle özellikle, -artık üzerinde soğukkanlılıkla konuşulmasına imkân verecek kadar yeterli bir süre geçmiş olan- İmamŞamil’in efsanevî cihadının nasıl değerlendirildiği konusunu açıklığa kavuşturma gereği ortaya çıktı.

Öncelikle şunu belirmeliyim ki, hiçbir zaman İmam Şamil ile Usame bin Ladin’i özdeşleştirme gibi bir düşüncem ya da niyetim olmadı. Yazımda dikkat çekmek istediğim husus, medyatik propaganda mekanizmaların etki alanına -çoğu farkında olmadan- giren müslümanlar tarafından en vahşi bir terörist” olarak takdim edilen Usame bin Ladin ile ilgili genel ve anahatlarıyla olumsuz yaklaşımı sorgulamaktı. Buna neden gerek duyduğumu anlatabilmem için yıllarca önce Afganistanlı mücahid önderlerinden işittiğim övgü dolu sözler bir yana sadece şu işaret ettiğim “din adamı”nın demeci dahi yeterlidir. Sonuçta bir Müslüman olduğunu kimsenin inkâr edemeyeceği Usame bin Ladin hakkında müslümanlar arasında yürütülen kampanya, olumsuz bir propaganda o derecede abartılmıştı ki; bugün –kaderin rgarib ve acîb bir cilvesi olarak- ismi siyasi polemiklerle; kaset sızdırma operasyonları ile birlikte anılan bir “cemaat önderi” kendisi için ‘dünyanın en nefret edilesi kişisi’nin “Usame” olduğunu dahi söyleyebilmişti. (1)

 

Bugün bütün İslâm dünyasının olumlu bir İslamî önder olarak kabul ettiği İmam Şamil hakkında bir zamanlar ne gibi suçlamalar, ne gibi olumsuz sıfatlar yakıştırıldığını bilmeyen okurun Usame bin Ladin’i gelecek kuşakların “malı ve canı ile Allah için” cihad meydanına çıkmış bir “örnek kahraman” olarak değerlendirilebileceği ihtimalini ne yazılırsa yazılsın kabullenememesi mümkündür. Bunu anlayış ile karşılayabilirim.

Bu olumsuz sonuçta şahsım adına İmam Şamil’in yaşadığı süreçte ve ölümünden sonra yapılan soğukkanlı muhasebenin nasıl çıkarıldığı konusunda, bir önceki yazımda okura yeterince bilgi veremememin de etkisi olduğunu kabul ediyorum. (Bu yetersizlikte bir makale olarak zaten oldukça fazla hacme ulaşan yazımı bir yerde noktalamak gereği etkili oldu.)

Ancak ‘İslâm adına konuşma yetkisi’ni kendisinde gören hiçbir kimse –üstüne üstlük üzerine hiç de vazife olmadığı halde- küresel/egemen güç odaklarınca oluşturulan kara propaganda girdabına kapılıp herhangi bir müslümanı ‘günah keçisi’ ilan edip taşlama gösterilerine eliyle/diliyle ortak olamaz; bu vebali yüklenemez. Bunu herhalde en iyi bilmesi gereken yaygın TV/medya mecralarında günah keçisi ilan edilip ülke dışına ‘hicret etmek (?)’ zorunda kalan birisi olmalıdır bu ülkede….

 

İmam Şamil’in cihadı nasıl değerlendirildi?

Rus işgal güçlerine karşı 1834-1859 yılları arasında Dağıstan’ın tamamında ve kısmen Kafkasya’da sürdürülen cihadın bölge müslümanları için maddi ve manevi ağır sonuçları olduğu bilinir. 25 yıl süren bir cihad savaşımında kendilerinden sayı olarak kat ve kat güçlü ve silah yönünden de kıyas kabul etmeyecek kadar teçhizatlı Rus ordularının bölgede katlettiği müslüman sayısı kesin olarak bilinmemekle beraber yüzbinlerce olduğu söylenebilir. (Son 20 yıllık süreçte sadece Çeçenistan’da Ruslar tarafından katledilen müslümanların sayısının onbinleri bulduğu düşünülürse bu rakamın bir abartma değil gerçeğin ifadesi olduğu anlaşılacaktır.)

Kafkasya ve Dağıstan’ın insanî kayıpları sadece şehidlerle sınırlı kalmamış zirvesine 1864 yılında ulaşan bir Kafkasya’dan Osmanlı topraklarına göç ile de bölgenin Müslüman nüfusu büyük bir kayba uğramıştır. 20. yüzyılın başlarına kadar etkileri devam eden bu göç dalgalarının bölgedeki Müslüman nüfusunun Rus kolonizasyonu önünde azınlığa düşmesi ile sonuçlanan bu sürecin etkisini bugünkü Kafkasya ve Dağıstan’da dahi gözlemleyebilmek mümkündür. İmam Şamil’in kişiliğinden ve mücadelesinden bağımsız olarak bakıldığında bu sürecin bölge müslümanları için olumlu yönde gelişip sonuçlandığını söyleyebilmek ise –maalesef- zordur.

Rasyonel olarak bakıldığında normal demografik gelişim sekteye uğramış olmasa bugün Kafkasya ve Dağıstan’da en az 20 milyon müslümanın yaşıyor olması gerekirken bu sayının ancak 5 milyon civarında kalmasının cihad yıllarında ve sonrasındaki zorunlu göç sürecinde uğranılan insan kayıpları ile doğrudan doğruya bağlantılı olduğu söylenebilir. Ayrıca askerî Rus kolonizasyonunun bütün ağırlığı ile bölgeye çullanmasında stratejik hesaplar kadar cihad yıllarının Ruslara çıkarttığı acı fatura da etkili olmuştur. Bu faktörler dikkate alındığında İmam Şamil’in cihadının bölge müslümanlarının kaderinde nasıl bir rol oynadığı hakkında dünyevi açıdan bakıldığında olumlu sözler söyleyebilmek güçleşir. Ancak bir müslümanın nihai muhasebesini sadece dünyevi kâr-zarar hesapları ile bağlaması imkânsızdır.

 

İmam Şamil’e Karşı Çıkanlar Kimdi?

Bugün bütün müslümanların gönlünde ve kalbinde mümtaz bir yeri olan Şeyh Şamil’in cihad emirliğini yürüttüğü yıllardan itibaren kendisine ve önderlik ettiği cihad faaliyetine çeşitli nedenlerle karşı çıkanların olduğu bilinir. İmam Şamil’i bölge insanlarını kırdırmak ile suçlayanlar arasında Rus kara propagandalarının tesir alanındaki gafiller olduğu gibi, takvâ sahibi ve âkil müslümanlar olduğu da bir gerçektir. Hatta İmam Şamil’in kendi ailesinden bazı isimlerin de cihadın sonuçları hakkında muhalefet ettikleri tarihin kaydına girmiştir. Bu isimler arasında Ruslara esir düştüğünde Rus askeri akademisinde eğitilen ve bu sırada Rus ordusunun maddi gücünü yakından gözlemleyen oğlu Cemaleddin dahi vardır. (2) İmam Şamil’in cihadını sürdürürken koyduğu -oldukça katı olduğunu kabul etmemiz gereken- şer’î yasaklarını çiğneyen annesini ve İmam Şamil’in şeriat söz konusu olduğunda öz annesine bile uyguladığı tavizsiz tavrını anlamamızı sağlayan bir olay ile ilgili anlatım ise insanî yönden son derecde dramatik bir öykünün dile getrilmesidir.(3)

25 yıl boyunca süren yıpratıcı bir cihad savaşımı sonrasında, 1859 yılı Ağustos’unda, yanında –nasılsa sağ kalabilmiş- bir avuç (sayılarının sadece yüz kadar olduğu bildirilir) mücahidi ile birlikte Gunib dağında Rus generali Prens Baryatinski’ye teslim olmak zorunda kalan Gazi İmam Şamil’in Dağıstan ve Kafkasya tarihindeki rolüne nihai notu vermek o yüzden sanıldığı kadar kolay değildir. “25 yıl “Rusları Dağıstan’a sokmamak” adına dökülen bunca kana; verilen bunca cana değer miydi?” sorusu da, emin olun öyle kolay cevaplanabilecek bir soru değildir. Ruslara esir düştükten sonra 10 yıl Kaluga şehrinde göz hapsinde tutulan İmam Şamil’in gittiği tiyatro salonunda Rus seyirciler tarafından ayakta alkışlanması gibi mizansenlerden bugüne kalan rasyonel olarak bakılırsa nedir ki?

Londra’da İmam Şamil için övgü dolu makaleler yazan Karl Marks örneği ortada iken Dağıstanlı soydaşları, -hatta oğlu ve annesi bile- acaba neden İmam Şamil’i daha sağlığında sorgulamak ihtiyacı hissetmişlerdi? Buradaki dilemmayı çözemeyenin yarının tarihinde Usame’nin bir İslam kahramanı olarak algılanması ihtimalini anlayabilmesi imkânsızdır.

Sadece sağlığında değil ölümünden sonra da İmam Şamil hareketinin Kafkasya ve Dağıstan için ifade ettiği anlam hep sorgulanagelmiştir. Bu sorgulama içerisine girenlerin bir kısmı ateist komünistler olsa dahi önemli bir kısmının İmam Şamil’in yanıbaşında savaşarak şehadet mertebesine ulaşmış dedelerin torunu müslümanlar -hatta sufiler- olduğu bilinir. Ateist- komünist egemenlere yaranma içgüdüsü ile Şeyh Şamil’i karalama kampanyalarının yakın tarihlere kadar bütün Sovyet coğrafyasında din aleyhdarı kampanyaların gözde temalarından birisi olarak sürdürülmüş olduğunu kaydetmeliyim. Bu noktada çok ibretlik bir öykü teşkil eden İmam Şamil’in soydaşı Avar şair Rasul Hamzat’ın tavrını yansıtan ve çok tipik bir örnek oluşturan aşağıdaki şiirini okuduğunda sanırım konunun anlaşılması okur için de biraz kolaylaşacaktır.

 

Dağıstan’da Şeyh Şamil’i Karalama Kampanyaları

Dağıstan ve Kafkasya’da İmam Şamil’in önderliğindeki direnç kırıldıktan sonra bölgeye yerleşen Rus sömürgeciliği, 1917 komünist devrimi sonrasında da, Çarlık Rusyası döneminden daha da şiddetli olarak, hem askerî sahadaki işgallerle hem de ideolojik vasıtalarla hız kesmeden devam ettirilmiştir. Komünizmin ağır propaganda makinasının etkisine girenler arasında bir örnek var ki, ibretle hatırlarım her defasında: Dağıstan’ın en ünlü şairlerinden Rasul Hamzat, 1952 yılında yazdığı bir şiir ile “Dağlıların Unutulmaz Önderi”ni İmam başlıklı şiirinde şu satırları ile karalıyordu:

 

İngilizler ona itina ile bir sarık sardılar,

Türkler de sakalını dikkatte kınaladılar,

Daha önemlisi Kur’an’ı eline verip

Çelikten bir kılıçla ortaya saldılar.

İşte size dağlıların imamı ki,

O Allah’ın yeryüzündeki vekili.

O ilkin, kılıcıyla Dağıstan evlatlarını biçti.

Dağlı itaatli değildi, Şamil’in önünde kabahatliydi.

Sonra sıra Rus evlatlarındaydı,

“Dinsizleri kesiniz” diye cihad ilan etti.

Ne getirdi İmam’ın hak ve din kılıcı?

Ne kazandırdı, neyi korudu, kimin içindi bu cihad?

Dumanlarla kaplanmış avullarına yıkıntı ve korku;

Haydutlara bolluğu, hakikatli(!) mollalarına hilebazlığı.

Neler korudu onun çekilmez istibdadı?

Kara perdesi yalanın, açlığın ve can korkusunun.

Ekinler için yangınlar, milleti için haksızlık, cehalet.

Yılanlara yatak oldu, Çeçenistan ormanlarında yuvalar.

Ölülere mezar, yaralılara ölümden de beter ızdırablar,

Yavrulara yetimlik, dullara sonsuz iniltiler.

İmam için yok yoktu, yetmezdi onyedi katırda altınlar,

Şöhreti ve yedi karısı…

Neyi korudu o İmam’ın kanlı kılıcı?

Gebermek için bile O, Dağıstan’a dönmedi.

Çeçen kurtlarıyla, yılan İnguşlara gerekti cesedi.

İngilizler gömdü O’nu Arabistan’ın kumlu tepelerine.(4)

 

Kendi soydaşı bir şairin Şeyh Şamil hakkındaki şu tüyleri diken diken edecek kadar saldırgan, iftira dolu satırlarını okuyup da öfkelenmeyen bir müslüman olabileceğini sanmıyorum. Tam metni bu sayfanın sınırlarını zorlayacak kadar uzun olan bu şiir, Şeyh Şamil ile Usame bin Ladin arasında neden ve nasıl bir ilişki kurulabileceğini anlaşılır kılmaktadır.

Şimdi şu şiirde yansıtılan İmam Şamil resmi ile günümüz medyasının kurguladığı Usame portresine biraz daha yakında bakalım: Şiirdeki ifade ile “İngiliz kuklası, “kan dökme heveslisi”, “dinsizleri kesin” emrini gözünü kırpmadan veren” Şamil ile “Amerikan imalâtı” olarak “binlerce masum Amerikalı, İspanyol ve hatta Türk’ün kanına giren” ; “ABD’li kâfirleri dünyanın neresinde olursa olsun yakalayıp öldürmek helâldir” fetvasını acımasızca veren Usame ne kadar da birbirine benzetilmiş. İlkinin “onyedi katır yükü altını var” ise ikincisinin “yüzlerce milyon dolarlık banka hesapları” vardır. Bir ortak noktaları da “sayısını bilmedikleri (?) eşleri” olmalı (!).. Aralarındaki tek fark Şamil’in ucundan kan damlayan keskin bir kılıcı var iken, Usame’nin yanı başında asılı, sıcak namlusundan barut dumanı tüten Kalaşinkof tüfeği olması herhalde !…

Aynı Rasul Hamzat, 1961 yılında yazdığı yeni bir şiir ile bu “kara çalan” satırları için İmam Şamil’in ruhundan özrünü beyan etmişse de; neye yarar ki… Artık kendisi de bu dünyadan göçmüş olsa bile maalesef hâlâ bu satırlarla hatırlanıyor. Bugün amel defteri kapanmış birisi olarak Dağıstanlı Avar şair Rasul Hamzat, ömrünün son yıllarında kaleme aldığı ve “Benim Dağıstanım” adı ile ülkemizde de yayınlanan anılarında İmam Şamil’in ruhunu incitmesine kefaret olması dileğiyle yazdığını düşündüğüm, Şeyh Şamil’in hayat kesitlerinden sayfalarca övgüler ile özür dileme tavrını sürdürdüğünü de hakşinaslık adına belirtmeliyim.

 

İmam Şamil’den Ne Öğrenilmeli?

Korkarım ki, şimdi bu satırlarımı okuyan birileri de çıkar, ‘Şeyh Şamil’i karalama kampanyası’na benim de dahil olduğumu iddia ederler. (Bunun mümkün olamayacağını beni az-çok tanıyanlar bilirler ama, yine de “bilgi sahibi olmadan fikir yürütenler” in çokluğunu gördükçe endişe etmekten kendimi alamıyorum.) İmam Şamil’den bugün yaşayan bir müslümanın öğrenmesi gereken tek şey nedir denilse; kâfire boyun eğerek zillet içerisinde yaşamaktansa; mü’min izzetini koruyarak son damla kana kadar mücadelenin tercih edilmesidir, derim.Benim şahsım adına silsilesi bugüne kadar faal olarak gelmiş olan Nakşbendi mürşidi Şeyh Şamil’den aldığım ders budur. Şeyh Şamil’in tasavvuf geleneğini yaşatan silsilenin en bâriz vasfı da bu cihad ruhunu tasavvufî faaliyeti ile birlikte gnümüze kadar taşımış olmasıdır. (5)

25 yıl boyunca defalarca ölüm yüzyüze geldikten, onlarca kez ölümcül yaralar alıp iyileştikten sonra sonra ölüm meleğine âhir ömrünü yaşadığı Medine-i Münevvere’de sıcak bir yataktan selâm veren İmam Şamil’in iyi niyetinden; imanındaki samimiyetinden; takvâsından; verâsından kim, hangi müslüman şüphe edebilir? Öyleyse bugünden geçmişe bakıp İmam Şamil’i yargılayıp mahkûm etmenin müslümana yaraşır bir mantığı olamaz.

Dua edelim de, birgün cihad ya da esaret noktasında bir tercih yapmak zorunda kalınması halinde İmam Şamil’i olduğu gibi Usame bin Ladin’i de hatırlamak zorunda kalmayalım. (6)

 

Usame’nin Arkasından “Fahrî Cihad Muhasebeciliği” Yapmak Çok Ucuz

Usame için de yukarıdaki gibi bir aşağılayıcı şiir yazıldı mı bilmiyorum; ancak İmam Şamil örneğinden hareket ederek söylüyorum ki, bir gün gelecek bugün “terörist”, “eli kanlı katil”, dünyanın en nefret edilesi insanı” diye Usame bin Ladin hakkında ileri geri konuşup yazanlar, mahşer günündeki hesaba kalmadan, tarih önünde mahcub olacaklar. Bundan adım gibi eminim.

O gün hiç kimse Usame’nin selefi inançlarını, tasavvuf hakkında nasıl düşündüğünü sorgulamayacaktır; ne ‘istivânın mahiyeti’, ‘tevessül’; ne de kabirde dua etme gibi tartışmalarda, rabıtanın fıkhî hükmü konusunda neler düşündüğünü de hatırlayan çıkmayacağı gibi… Ancak Usame bin Ladin’in bütün dünya sathındaki ümmete İslâmda cihad diye bir farz olduğunu hatırlatması hiçbir zaman unutulmayacaktır. Ayrıca Allah yolunda malı ile hizmet edenlerin gündeme geldiği her yerde de Onun ismi saygı ile hatırlanacaktır.

İslâm’daki cihad farzının kanıtı olan onlarca ayet Kuran-ı Kerim’in iki kapağı arasında durmağa devam ederken İslami bir kimlik sahibi olduğuna inanan herkes ama herkes Usame hakkında konuşurken sözlerine dikkat etmek zorundadır. Hele de Uhud gazvesinde yaralanan ve öz amcası ‘Seyyidül-Şühedâ’ (=Şehidler Efendisi) “Allah’ın Arslanı” Hz. Hamza’nın şehid edildiği sahneleri vaaz kürsüsünden anlatırken “Seyyidina Hamza”, “Seyyidina Hamza” diye ettiği feryadlar hâlâ hafızâlarda canlı olarak duran, gözyaşları içerisinde figan eden birisi en az iki kere dikkat etmelidir!..

 

Usame’den de Özür Dilenecek Birgün…

İmam Şamil’in şanlı cihadının muhasebesini yapmanın soydaşı Rasul Hamzat’a bir faydası olmadığı gibi , ‘okyanus ötesi’nden Usame bin Ladin’in cihad eylemlerinin altına bir çizgi çekip ‘fahri muhasipliğe kalkma’nın da kimseye faydası olmadığını göreceğiz; mahşer gününe kalmadan…

Yazımın sonunda Usame bin Ladin’in ABD’ye karşı ilan ettiği cihad ilanından alarak ilk yazımın başına koyduğum iki satırlık şiiri –bu yazıda ismi geçmiş veya geçmemiş; şahsı ima edilmiş veya edilmemiş- herkes ile birlikte nefsime de, tekrar hatırlatmak istiyorum:

“Eğer ölüm önceden belirlenmiş kaçınılmaz bir kader ise,

Korkakça yaşayıp ölmek bir müslüman için utançtır.”

 

—————————————

İletişim: atahayati@gmail.com

(1) Fethullah Gülen: “En Nefret Ettiğim Kişi Bin Ladin’dir” Zaman’dan Nuriye Akman’a konuşan Fethullah Gülen,”Dünyada en nefret ettiğim insanlardan bir tanesi Usame bin Ladin’dir. Çünkü Müslümanlığın dırahşan (aydınlık) çehresini kirletmiştir. Bir kirli imaj meydana getirmiştir. O korkunç tahribatı bundan sonra biz bütün gücümüzle tamire kalkışsak bile seneler ister” dedi. (23 Mart 2004) http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=123439

(2) İmam Şamil’in oğlu Cemaleddin çocuk denilecek yaşta Ruslar’ın eline esir düşer. Petersburg’daki bir askeri okulda eğitime başlayan oğlu Cemaleddin, bir esir değişimi ile tekrar yanına geldiği babasına Ruslara karşı mücadelenin başarıya ulaşma şansı olmadığını söyleyip uzlaşma yolları aramasını tavsiye eder. Öz oğlunun moral bozucu bu tavsiyesi İmam Şamil’i çok öfkelendirir ve oğlunu cepheden uzak bir köydeki Nakşbendi mürşidi ve kayınbabası olan Cemaleddin Gazikumuki’nin yanına sürgüne gönderir.

 

(3) İmam Şamil, Dağıstan Emiri olarak ağıt, şarkı söylenmesini şu sözleriyle yasaklamıştı: “Şarkıda ya gülme, ya gözyaşı vardır. Bize, Dağlılara ise, şu anda ne gülme, ne gözyaşı gerekli. Biz savaşıyoruz. Erkeklik, yüreklilik, nice yıkıma uğramış olursa olsun, sızlanmamalı, yakınmamalı, ağlamamalıdır. Sizlere şiir, ağıt gerekliyse Kur’an okuyun…” Cihadının son günlerinde Ahulgo avulunun düşman eline geçtiği günlerde Dağlı kahramanların hemen hepsi savaş alanında şehid düşerek kaldılar. Düşmana tutsak düşmek istemeyen yaralılar kendilerini sarp vadilere atarak intihar ediyorlardı. İşte bu çetin günlerde kendisi de yaralanan İmam Şamil, kendi köyü Gimri’ye geldi. Daha atının dizginlerini müridlerine uzatmadan, köyün içerilerinde birinin ağıt söylediğini duydu: “Ağlayın ey Dağlılar, ağlayın Şehidlere ağlayın, yiğitleri ululayın. Ahulgo kalesini düşmanlar aldı Bir tek Dağlı sağ kalmadı…” Ağıtta daha sonra tek tek şehidlerin adları sıralanıyor, kara haberi duyunca dağlardaki bütün pınarların kuruduğu söylenerek, herkesin karalar bağlaması isteniyordu. Yine, dağlıları koruması, İmam’a güç vermesi, Petersburg’da Çar’ın elinde bulunan Şamil’in oğlu Cemaleddin’i koruması için Allah’a yakarılıyordu. İmam Şamil, ağıt yakılmasını yasaklama emrini dinlemeyip bu ağıdı söyleyenin cezalandırılmak üzere yanına getirilmesini buyurdu. Getirilen ağıtçı Şeyh Şamil’in öz annesi idi. İmam Şamil hiç gözünü kırpmadan annesi için yüz kırbaçlık had cezasına hükmetti; sonra da annesi adına kendisine bu şeriat cezasının uygulanmasını emretti.

 

(4) Rasul Hamzat’ın bu ibretâmiz şiirin tamamı ve özür dileme şiiri için bkz: Dr. Hayati Bice, Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler; s.145-169, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları; Ankara-1991.

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=13441

 

(5) Bu konuda yazdığım bir yazım için bkz: Dr. Hayati Bice, Global Planlarda Tasavvuf ; http://haber10.com/makale/16375/

 

(6) Türk basınında Usame bin Ladin’in ölümü sonrasında yazılan en güzel yazılardan birisine imza atan Ahmet Taşgetiren’in “cihad konusunda kafası karıştırılan” Türkler için yazdığı şu yazısını dikkatle okumayı herkese tavsiye ederim: “Amerikan cihadizmine serenat”

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/153277-amerikan-cihadizmine-serenat-makalesi.aspx

Hakkında editor

Yoruma kapalı.

Yukarı Kaydır