Free songs
Ana Sayfa / Genel / Şeyh Şamil ve Kafkasya

Şeyh Şamil ve Kafkasya

Usame Bin Ladin ve Şeyh Şamil

“Eğer ölüm önceden belirlenmiş kaçınılmaz bir kader ise,
korkakçayaşayıp ölmek bir müslüman için utançtır.”

 

(Bir Arap Şiirinden)

 

“Usame bin Ladin” ismini ilk kez 1990 yılında Umre için bulunduğum Mekke’de, Afganistan’ın Türk bölgesinin büyük şehirlerinden Talkan şehri mücahid komutanlarından Özbek asıllı Muhammed Nazar’dan işitmiştim. Suudî Arabistan’da yaşayan Türk kökenli göçmenlerden –ki çoğunluğu Rus istilası sonucu muhacir haline gelmiş Türkistanlı insanlardı- toplanan yardımları teslim almak üzere Mekke’ye gelen Muhammed Nazar, Usame bin Ladin’den övgü ile bahsetmişti. Afganistan’ın sarp dağlarında böbrek rahatsızlığı nedeni ile sadece yoğurt-ekmek-çay ile hayatını idame ettiren bir “dolar milyoneri”nin fedakârlığı, belli ki bir efsane halinde tüm Afganistan’ı dolanırken ülkenin en kuzeyindeki Taklan şehri Özbek mücahidlerinin kulağına da ulaşmıştı. (1)

 

Bu ilk duyumdan sonra Kâbe-i Muazzama’nın bakım hizmetlerini yapan Uzak-doğulu temizlik işçilerinin tek örnek üniformalarının sırtından tutun, civardaki pek çok inşaatın tabelasına kadar Mekke ve Medine’nin pek çok köşesinde yazılı olan “Bin Ladin” ibaresi bu aile hakkında merakımı arttırdı. Dedeleri Türkistan’ın Rus işgaline düştüğü yıllarda Fergana vadisinde başlatılan ‘Basmacılar’ hareketine katılan -ve Ruslara yenildikleri için önce Afganistan’a ve 1940’larda da Suudî Arabistan’a göç etmek zorunda kalan- Özbek kökenli bir ailenin çocuğu olarak Medine-i Münevvere’de tanıştığım bir mühendis dostuma “Bin Ladin” ailesini sorup Usame bin Ladin hakkında bilgi aldığım o günlerde dünya henüz bu ismi hemen hiç işitmemişti.

 

Usame bin Ladin’in anahatlarını Özbek asıllı mühendis dostumdan dinlediğim hayat hikâyesi ve -artık tüm dünyanın bilgisi dahilinde olan– Afganistan cihadına katkıları hakkında mücahid komutanı Muhammed Nazar Talkanî’den işittiklerim bu insanın tarihî bir misyonu olacağı hissini bana vermişti.

 

Usame’nin Hayatından Çizgiler

 

Usame Bin Ladin 1957 yılında Suudî Arabistan’ın başkenti Riyad’da dünyaya gelir. Yemenli köklü bir ailenin mensubu olan babası Muhammed bin Avan bin Ladin 1930 yılının başında Hadramut’tan göçettiği liman şehri Cidde’de bir süre taşımacılık işi yaptı. Kısa sürede işlerini büyüten baba Muhammed bin Ladin kısa sürede işlerini büyüterek Suudî Arabistan’ın en büyük işadamları arasına girdi. Suudî Arabistan’ın sıfırdan inşa edilen alt yapı çalışmalarının önemli inşaat ihalelerini kazandı. Mescid-i Haram olarak bilinen Kâbe’nin ilk genişletilme projesi, tamamladığı önemli projeler arasındaydı. 1969’daki yangın sonrası zarar gören Kudüs’teki Mescid-i Aksa’nın tamiri çalışmalarına da gönüllü olarak katkıda bulunduğu söylenir.

 

Muhammed bin Ladin, 1970 yılında, Usame henüz 13 yaşında iken bir uçak kazasında hayatını kaybeder. Babası vefat ettiğinde Usame bin Ladin 50’den fazla kardeşi arasında, ergenlik çağına girmiş erkek çocuklar arasındadır. Üniversite eğitimini Cidde Kral Abdulaziz Üniversitesi’nde tamamlayan Usame, buradaki eğitim kadrosunda yer alan Filistinli Abdullah Azam ve Mısırlı ünlü ideolog Muhammed Kutub’un İslamî yaklaşımlarından etkilenecektir.

 

Babasının ölümü sonrasında en büyük ağabeyi Salim’in himayesine giren Usame onu da yitirince ailenin idaresi erkek kardeşlerden Bekir bin Ladin’e geçer. Bu sırada genç bir delikanlı olan Usame babasından kendisine intikal eden mirastan nakit kısmının kendisine düşen payı ağabeyinden ister ve önemli bir kısmını cihad yıllarında Afganistan’da inşa edeceği 6 mülteci ve mücahid kampına harcayabileceği ciddi bir maddi bir kaynağa sahip olur. Babasının 11 milyar dolarlık mirasından Usame’ye düşen payın 200-300 milyon doları bulduğu şeklinde söylentiler vardır. (2)

 

Usame bin Ladin Afganistan dağlarında

 

26 Aralık 1979’da Afganistan’ı işgal için düğmeye basan Sovyet lideri Brejnev, bu işgali ‘dinsiz kafir bir devletin İslam devletini işgal etmesi’ olarak değerlendiren ve cihad düşünceleri ile dolu olan Usame’nin hayatının en önemli safhasına yol açan gelişmeleri de başlatmış oluyordu. Afganistan’ın hemen ardından aynı zamanda okul arkadaşı olan, Suudi Prens Türki bin Faysal tarafından Pakistan Cemaat-i İslami hareketinin daveti vesilesi ile Pakistan’a gitti. Pakistan gizli servisinin ABD’nin bilgisi altında dünyanın dört bir yanından gelen müslüman gençlere askeri eğitim verdiği sınırdaki Peşaver kentine de giden Usame, orada Abd-i Rabbir-Rasul Sayyaf ve Burhaneddin Rabbani gibi mücahid liderleri ile tanıştı. Suudî Arabistan’a döndükten sonra kardeş ve akrabaları ile yakın arkadaşlarına Pakistan ziyareti ile ilgili bilgi veren Usame, ‘komünist kâfirlere karşı’ sert bir mücadele içine giren Afgan mücahidleri için büyük miktarda mali ve ayni yardımlar toplayıp Pakistan’daki kamplara taşıdı.

 

İlk yıllarda sadece Pakistan’a ulaştırılan yardım paralarını yönetmekle görevli olan Usame bin Ladin’in Peşaver’de “Beytul-Ensar’ (Ensar evi) adı ile kurduğu merkez cihada katılmak için dünyanın dört bir yanından gelen Müslüman gençlerin askeri eğitim öncesi ilk karşılama durağı oldu. Pakistan’daki mülteci kamplarının ideolojik önderi olan Filistin asıllı Abdullah Azzam ile de bu sırada tanıştı. (3)

 

Peşaver’de Abdullah Azzam tarafından organize edilen Mektebül-Hidamat (Hizmetler Ofisi) örgütü ile Ladin’in Beytul-Ensar merkezi kısa sürede bir bütün haline geldi. Zamanla Mektebül-Hidemat basın-yayın, enformasyon, yardım toplanması ve dünya müslümanlarının -özellikle Arapların- mallarıyla canlarıyla cihada davet edilmesi görevlerini yerine getirirken Beytul-Ensar ise Azzam’ın dünyaya yayılan propaganda faaliyetleri ile cihada katılmak üzere gelenleri karşılama ve Afganistan’daki askeri eğitim kamplarına ve sonrasında cephelere götürülmesi görevlerini üstleniyordu. Bu süreçte Usame’nin Abdullah Azzam’la ilişkileri gelişti.

 

Usame bin Ladin’in Afganistan’ın cihad topraklarına ilk ziyareti Ruslara karşı cihadın başlamasından üç yıl sonra 1982 yılında gerçekleşti. Cephedeki durumlara tanık olan Usame askeri kampların, dağ yollarının yapımının cihaddaki önemini anladı ve mücahidlere teknik ve lojistik destek kanarlının oluşturulması için yardım noktasında bir çok zengin Suudlu ve dinî yardım kuruluşunu harekete geçirerek Afganistan ziyaretlerini sıklaştırdı. Bu sırada Sovyetler’i sarsmağa başlayan Afganistan cihadı ABD, Suudi Arabistan ve Pakistan’ın ortak projesi haline dönüşmüş ve tamamen Pakistan Gizli Servisi (ISI ) denetimine girmişti. Mücahidlerin aldığı Amerikan desteği sadece askeri eğitim ile sınırlı kalmadı ve Rus Kızılordusunun havadaki mutlak hâkimiyetini kaybettiren Stinger füzeleri devreye girdi. İslâmi bilinci derin bir Müslüman olan Abdullah Azzam’ın baş asistanı olan Usame bin Ladin, doktriner olarak da kendini geliştirme fırsatı buldu ve ilk Anti-Amerikan fikirlerini bu sırada temellendirdi.

 

Usame bin Ladin, 1982’den itibaren sık sık girdiği Afganistan’da cihadın ön saflarında iki yıl bizzat savaştı ve hatta Celalabad yakınlarında yaralandı. Usame Bin Ladin, teçhizatalrını bizzat sağladığı ve birçok değişik İslam ülkesinden gelmiş olan dokuz bin mücahide komuta ettiği bu dönemi, “İki yılda Afganistan cephelerinde yaşadıklarımı, başka yerde 100 yılda yaşayamazdım” diye anlatırdı. SSCB birliklerinin otuzmetre kadar yakınına geldiğini ama kendisinin hiç ölümden korkmadığını, beklediği şehitlik anı gelince cennete gideceğini bilmenin kendisini sâkinleştirdiğini dile getirmiştir.

 

Usame Bin Ladin, cephelerde mücahidlere destek verdikten sonra 1986 yılında Afganistan’daki askeri etkinliğini arttırıp kendi özel kamplarını inşa etmeye başladı ve altı askeri kamp inşa etti.

Cihadı Arap Ülkelerine Taşımak”

 

Usame Bin Ladin’in Amerika’nın 90’lı yıllarda düzenlenen operasyonlarda savaşın odağı olarak değerlendirdiği El-Kaide örgütünün kurulma nedeni ile ilgili farklı görüşler vardır. El-Kaide’nin kurulması, başlangıçta Usame destekçisi mücahid bilgi dosyalarının muhafazası ve Afganistan’daki savaş cephelerinde öldürülen Arapların kimlik bilgilerinin muhafaza edildiği bir büro ihtiyacı olarak açıklanmıştır.

 

Usame’nin daveti ile 80’li yılların sonunda binlerce Arap kökenli mücahidin Afganistan’a gidip yüzlercesinin şehid olduğu, bu kişiler hakkında herhangi bir sicil bulunmamasının yol açtığı bilgi yetersizliği nedeniyle çoğu zaman -özellikle de en büyük maddî destek kaynağı olan Körfez ülkelerindeki İslamcı aileler- Afganistan’a giden gençlerin akıbetini telefonla veya elçiler göndermek suretiyle Usame’den sordukları zaman sıkıntılar yaşadığını gözlemlenmiştir. Bu şekilde zor durumlar yaşayan Usame’nin başlangıçta sadece Arap mücahidlerin kayıtlarının düzenli olarak kaydedilmesi kararı aldığı iddia edilir. (4)

 

Zamanla Usame bin Ladin’in yanında savaşmak üzere Afganistan’a gelen herkes için kayıt tutulması düşüncesinin yaygınlık kazandığı ve böylelikle el-Kaide’nin çekirdeğinin oluştuğu belirtilir. Fakat örgütün kıdemli üyelerine göre, Usame, bu pratik ihtiyacın ötesinde Afganistan’daki cihad sonrasında, cihadı Arap ülkelerine taşımak amacıyla -daha sonra ‘El-Kaide’ olarak adlandırılacak olan- transnasyonal (uluslarötesi) bir örgüt kurmak istemiştir. 1989 yılında Suudi Arabistan’a dönen ve ABD’nin baskısı ile ülke dışına çıkışı yasaklanan Usame bin Ladin, kısa süreli bir Sudan hayatından sonra kalan ömrünü tamamlamak üzere Pakistan-Afganistan bölgesine geri döner. El-Kaide olarak tanımlanan örgüt, 1989’dan 1991’e kadar Pakistan’ın Peşaver kentinden yönetildi.

 

1989’da Rusların başları utanç içerisinde öne eğik olarak, Afganistan’ı terk etmelerinden sonra ABD ve Pakistan’ın bugün artık kanıtlanmış olan her türlü desteği ile adım adım ülkeye egemen olan Taliban güçleri ile ve Ahmed Şah Mes’ud önderliğindeki Kuzey İttifakı arasında başlayan kanlı çatışmaları engelleme çalışmaları 1991 sonlarında sonuçsuz kaldı; bu dönemde üstadı Abdullah Azam gibi yok edilmek istenen Usame bin Ladin’e yönelik birkaç suikast girişiminin sonuçsuz kaldığı bilinmektedir.

 

Suud yönetimi, 1992 yılı sonlarında Usame bin Ladin’in batılı kaynaklarda 300 milyon dolar olduğu iddia edilen mal varlığına el koymayı kararlaştırdı ve ülkeye dönmeye çağırdı. Usame’nin cihad faaliyetlerine son verme konusunda ikna edilemeyeceğini anlayan Suudi Arabistan yönetiminin baskısı ile 1994 yılı başlarında ağabeyi Bekir bin Ladin yaptığı bir açıklama ile Usame ile Bin Ladin ailesinin hiçbir bağı kalmadığını ilan edecektir. 9 Nisan 1994’de ABD baskılarına boyun eğen Suudi Arabistan hükümeti kararı ile Usame bin Ladin Suudi vatandaşlığından da temelli olmak üzere çıkarılacaktı.

 

“Dünyanın Her Yerinde Cihad” Söylemi

 

25 Haziran 1996 günü gerçekleşen ve 19 Amerikan askerinin öldüğü Suudi Arabistan’daki Hubar patlaması ile El-Kaide lideri Usame bin Ladin, hayatındaki yeni Afganistan dosyasını açtı. Patlamadan kısa bir süre sonra 23 Ağustos 1996 tarihinde gerekçesi sayfalarca süren ayrıntılı bir metinden oluşan “Kâfirlerin Arap Yarımadasından Çıkarılması İçin Cihad İlânı” (5) başlığını taşıyan bir fetvayı Afganistan’ın Hindikuş dağlarındaki karargâhından yayınladı. Bu Usame’nin Amerikalıları ve Körfez’den ve İslam dünyasından çıkarılması için ilan ettiği ilk genel savaş ilanıydı ve bu ilân edilmiş savaş 11 Eylül 2011’de New-York’daki ikiz kulelere düzenlenen ve Usame bin Ladin’e fatura edilen intihar saldırıları ile doruk noktasına ulaşacaktı. (6)

 

O gün bugündür sürdürülen “ABD ile Köşe Kapmaca” denebilecek süreç, yapılan açıklamalara göre 1 Mayıs 2011 Pazar günü Pakistan’ın başkenti İslamabad yakınlarında dramatik bir şekilde sona erdi.

 

Gelecek Nesiller Usame’yi Nasıl Hatırlayacak?

 

Usame bin Ladin’in tarihe nasıl geçtiği kadar İslam dünyasının geleceğinde nasıl bir tarihî figür olarak hatırlanacağı da önem taşımaktadır. Bu konuda yapılacak değerlendirmenin nasıl olacağını bugünden kestirmek kolay değildir.

İşte bu noktada, döneminin Rus kaynaklarında -ve hatta Sovyetleştirilen tarih kitaplarında dahi- “haydut” olarak yaftalanan İmam Şamil’in tarihe nasıl kaydedildiği ve günümüz müslümanlarının bilincinde nasıl yaşadığı örneğini hatırlamak gerekir.

 

1834-1859 arasında kesintisiz olarak 25 yıl boyunca Dağıstan ve Kafkasya’yı istila etmek için yurtları na yönelen Rus ordularına kök söktüren İmam Şamil’in cihadından Usame bin Ladin haberdar mıydı; ne kadar haberdardı?; bilebilmem mümkün değil. Fakat Usame bin Ladin’in önce Rus Kızılordusu’na sonra da dünyanın süpergücü olan ABD’ye kafa tutma psikolojisi ile, Şeyh Şamil’in mücahid müridlerinin başında Kafkas dağlarında kılıç sallarken hissettiklerinin birbirine çok uzak olmadığını söyleyebilmem mümkündür.

 

….

 

Usame bin Ladin’e karşı yürütülen sürek avının son sahnelerinden önemlisi birisinin sergilendiği okyanus ötesindeki odadan dünya medyasına yansıtılan cins-cins yüzleri izlerken aklıma İmam Şamil’in Ruslara karşı mücadelesini Londra’dan izleyen Karl Marks’dan nakledilen sözler geldi: “Özgürlüğün nasıl elde edilmesi gerektiğini Şeyh Şamil’den öğrenin. Özgür yaşamak isteyenlerin nelere kadir olduğunu görün. Ey dünya halkları, Kafkasya dağlılarından ders alın.” (7 )

 

Usame bin Ladin’in hayat hikâyesinden de öğrenilecek çok şey, alınacak çok ders var !…

 

İlk Ders: “İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciûn…”(8)

 

 

—————————————

İletişim: atahayati@gmail.com

 

(1) 1990 yılında Molla Muhammed Nazar ile Mekke’de karşılaştığımda, Afganistan’daki cihad hakkında yaptığım söyleşi, Türk Yurtları dergisinin 2. sayısında “Afganistan Dersleri” başlığı ile yayınlandı. 2002 yılında Medine-i Münevvere’deki ünlü Nakşbendi mürşidi Şeyh M. Zekeriya Buhari’nin dergahında karşılaştığım Muhammed Nazar, cihad yıllarının iklimini karartan kardeş kavgalarının yol açtığı üzüntü ile dolu idi. Özellikle ‘cihad zaferle sonlanana kadar nefslerine nikahı haram eden’ iki büyük mücahid olan Ahmed Şah Mes’ud ve Azad Bek Kerimi’nin din kardeşleri tarafından yapılan suikastler ile şehid edilmeleri bütün samimi müslümanlar gibi Muhammed Nazar’ı da sarsmıştı.Bu duygularla 10 yılını Ruslara karşı cihad ile geçirdiği ömrünün geri kalan kısmını Rasulullah’a komşu olarak tamamlamak üzere Medine-i Münevvere’ye hicret ettiğini gözleri dolarak anlattı.

Molla Muhammed Nazar ile Mekke’de yapılan röportajın tam metnini bu linkte okuyabilirsiniz:http://www.sufiforum.com/viewtopic.php?f=51&t=5734

 

(2) Usame bin Ladin’in hayatı hakkında anekdotlar için bkz: Afganistan, Taliban ve Ladin, (derleme), Birey yayınları, İstanbul-2001.

 

(3) Abdullah Azzam 1941 yılında Filistin’in Siletü’l-Hasiriye kasabasında doğdu. 1966’da Şam Üniversitesi Şeriat fakültesini bitirdi. Abdullah Azzam’ın yazdığı kitaplardan birisinin ismi “Afgan Cihadında Rahman’ın Ayetleri” başlığını taşıyordu. O yıllarda Türkiye’nin Afganistan cihadını benimsemesinde Afgan dağlarındaki mücahidlere ulaşan “gaybî inayet” örneklerini anlatan bu kitapçığın büyük etkisi olmuştur. Abdullah Azzam 24 Kasım 1989 günü Cuma namazı için “Sebul-Leyl Camii” ne gitmek üzere iki oğlu ile birlikte evinden çıktı. Arabalarına bindikten kısa bir süre sonra önceden yerleştirilen TNT kalıplarının uzaktan kumandayla patlatılması sonucu oğlu Muhammed ve İbrahim ile birlikte şehid oldu.

 

(4) O yıllarda cihada katılmak için Türkiye’den bazı gençlerin de Afganistan’a gittikleri ve bunlardan bazılarının da şehid düştükleri bilinir. Bu şehidlerden ancak Bilal Yaldızcı, Tayfur Tekiner, Recep Şahin gibi birkaçı dışında çok azının şehadet haberleri, Türkiye’ye ulaşabilmişti. Bunun yanı sıra Afganistan cihadının oluşturduğu duyarlılık pek çok grubu Afganistan’a yardım faaliyetlerine yönlendirmişti. Bu satırların yazarı da Türk Ocağı Ankara Şubesi’nin organize ettiği yardım kampanyası çerçevesinde Eskişehir, Kütahya ve Samsun’da düzenlenen toplantılara konuşmacı olarak katılmıştır.

 

(5) Bu cihad ilanının tam metni için bkz. M.S. Swetnam, Y. Alexander, (Çeviri: Derya Aydın) , Usame bin Laden, s.99-127, Güncel Yayıncılık, İstanbul-2001.

 

(6) Usame bin Ladin hiçbir zaman “İkiz Kuleler Saldırısı”nı üstlenmedi. 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında başlatılan Afganistan’a ABD saldırısı başlatılınca yayınladığı şu bildiri artık tarihî bir belge niteliğindedir: Usame bin Ladin’in El-Cezire Televizyonundaki Açıklaması (Ekim 2001):

Hamd Allah’adır. O’na şükreder, ondan yardım diler ve O’na istiğfar ederiz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden Allah’a sığınırız. Allah’ın doğru yola ilettiğini saptıracak, delalete sürüklediğini doğru yola iletecek kimse yoktur.

Allah-ü Teala Amerika’ya bir musibet vermiş, en büyük binalarını yıkmıştır. Hamd ve minnet Allah’adır. İşte Amerika kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına kadar korku ile dolmuştur. Hamd ve minnet Allah içindir.

Amerika’nın bugün tattığı acı bizim onlarca yıldır tattığımız acıdır. Ümmetimiz seksen küsur yıldır bu zilleti tadıyor, bu alçaklığı tadıyor. Çocukları öldürülüyor, kanları akıtılıyor, mukaddesatlarına saldırılıyor ve Allah’ın indirmediği kanunlarla yönetiliyor. Ne bir işiten var ne de cevap veren. Allah, İslam’ın alaylarından bir alayla onlara başarı lütfetti, onlarda Amerika’yı yıktılar. Allah’tan onların güçlerini arttırmasını ve firdevs cennetlerle rızıklandırmasını diliyorum.

Onlar mustazaf (güçsüz) çocuklarını, Filistin’deki ve bir çok İslam ülkesindeki kardeşlerini korudukları zaman bütün dünya çığlık attı, küfür çığlık attı ve beraberinde nifak geliverdi. Şu konuşmayı yaptığım ana kadar bir milyon çocuk, İrak’ta suçsuz ve günahsız öldürülüyor. Hükümetlerden ve yöneticilerden bu konuda ne bir kınama işitiyoruz ne de bir fetva Bugünlerde Filistin’de fesadı yaymak için Cenin’de, Ramallah’ta, Refah’ta, Beyti Cela’da ve diğer İslam topraklarına tanklar ve askeri araçlar giriyor. Ne yükselen bir ses ne de bu sessizliği bozacak birilerini işitiyoruz. Kılıç seksen yıl sonra Amerika’yı vurduğu zaman, nifak; Müslümanların kanlarını, ırzlarını ve kutsal değerlerini hiçe sayan başını gösterdi. Allah onların neye müstahak olduklarını bize gösterdi. Konu açık ve nettir. İslam’la savaşmayı istediler ve terörün adını çarpıttılar.

Yeryüzünün uzak doğusunda Japon halkından yüzbinlerce çocuk ve yetişkin öldürüldü. Bu bir savaş suçu değil. Bir milyon çocuk Irak’ta öldürülüyor. Bunu terör olması söz konusu değil. Ama kendilerinden on küsur kişi Hubar ve Tanzanya’da öldürülünce, uluslararası küfrün başı, asrın budalası Amerika başta, arkasında ve beraberinde bütün nifak Afganistan bombalanıyor.

Ben diyorum ki bu olaylar dünyayı iman ve küfür otağına ayırmıştır. Allah bizi ve sizi ondan korusun. Her Müslüman’ın dininin zafere ulaşması için harekete geçmelidir. Hz. Muhammed’in yaşadığı Arap yarım adasından batılın yok olması için iman rüzgarları, değişim rüzgarları esti. Amerika’ya gelince kendisine ve halkına birkaç kelime söylemek istiyorum…

Göğü direksiz yükselten yüce Allah’a yemin ederim ki Amerika ve Amerika’da yaşayanlar, biz emniyeti Filistin’de yaşamadıkça ve bütün küffar ordusu Muhammed’in topraklarından çıkarılmadıkça onlarla emniyeti hayal edemezler.

Allah en büyüktür. İzzet İslam’ındır.

Allah’ın rahmeti bereketi üzerinize olsun.

Kaynak: El-Hayat Gazetesi – 07 Ekim 2001 (Çeviri: Halil Çelik) ; Afganistan, Taliban ve Ladin, (derleme), s.157-158 ; Birey yayınları, İstanbul-2001.

 

(7) Karl Marks’ın İmam Şamil’in Cihadı’na hayranlığını nakleden makalenin CIA’nın Türkiye istasyon şefi Paul. B. Henze tarafından yazılmış olması da tarihin garip bir cilvesidir. “İslam’ın dost ülkelerde baskılanıp düşman ülkelerinde desteklenmesi stratejisi”nin bir parçası olan bu çalışmalara yönelik ciddi bir eleştiri Nabi Avcı tarafından yazılmıştı. Henze’nin bu ilginç makalesi ABD tarafından “soğuk savaş” kapsamında desteklendiği iddia edilen ODTÜ Asya-Afrika Araştırmaları Grubu tarafından Türkçe’ye çevrilerek “Marks’ın Ruslar ve Müslümanlar Hakkında Yazdıklarından Seçmeler” adı ile 1985 yılında yayınlandı. Paul. B. Henze “Kafkasya’da 19. Asırda Gerçekleştirilen İslami Cihad: Şeyh Şamil Hareketi” adlı yayınında ise şunları yazmıştı: “… Şamil her bakımdan modern çağın en büyük müslüman liderlerinden biri olduğu kadar, sömürgeciliğine karşı direnişi başlatma yeteneğine fevkalade bir örnektir… Şamil’e göre İslam statik bir inanç değil, dinamizm, yenilik ve ilerleme kaynağı,hayat ve liderlik anlayışıyla. Şamil’e göre din ve siyaset , İslam’da olduğu gibi ayrılmaz bir biçimde bütünleşmişti…”

Kaynak: Dr. Hayati Bice, Türk Yurtları Üzerine Notlar, Bilgeoğuz Yayınevi, İstanbul-2010.

 

(8) “Biz Allah içiniz ve şüphesiz O’na döneceğiz…” (Kur’ân-ı Kerim, Bakara Sûresi 156. ayet meali)

Hakkında editor

Yoruma kapalı.

Yukarı Kaydır