Free songs
Ana Sayfa / Edebiyat / *Edebiyat / Deneme / ‘İçi Boşaltılmış Bir Amel’ Tehdidi Olarak: Umre ve Hacc

‘İçi Boşaltılmış Bir Amel’ Tehdidi Olarak: Umre ve Hacc

‘İçi Boşaltılmış Bir Amel’ Tehdidi Olarak: Umre ve Hacc

Dr. Hayati BİCE

Bu yılki Ramazan manzaralarını izlerken okuduğum Prof. Dr. Sadeddin Ökten ile yapılmış bir röportaj, çok çarpıcı bir başlığa sahipti: “İçi boş bir dindarlık yükseliyor.” Ökten kendisi ile röportaj yapan gazeteci Emeti Saruhan’ın “Ama Muhafazakarlık ve dindarlık yükseliyor, gözüküyor?”sorusuna yanıt verirken şöyle diyordu: “-Biraz içi boş bir dindarlık gibi gözüküyor. Müslümanlar olarak bu çağda bir medeniyet telakkisine sahip değilsiniz. Hayata yön veren, bu çağdaki medeniyet telakkisini, İslam`a yamamaya çalışıyorsanız, bu olmaz. Bir duruş sergileyip o duruş içinde tutarlı bir program uygulamak gerekiyor. Bu çok zor bir şey ama yapılmaz diye bir şey yok.” [1]

Ökten’in bu sözleri, benim gibi birçok kişiye de çarpıcı gelmiş olmalı ki, bu röportaj internette pekçok sitede haber yapıldı, forumlarda paylaşıldı. (Ben de bir haber sitesinde görerek haberdar olmuştum.) Tam da o sırada okuduğum ve umre ve Hacc için Türkiye’den yapılan başvururların rekor denilen rakamlara ulaştığını bildiren haber ile bu tesbit birleşince bana çok daha anlamlı geldi.

 

Türkiye’den Umre ve Hacc için Rekor Başvuru

Habere göre Suudi Arabistan Hac ve Umre Milli Komitesi Başkanı Saad Cemil el-Kureşi’nin verdiği bilgiye göre, 963 bin 868 Türk vatandaşı kutsal toprakları ziyaret için müracaatta bulunmuştu. [2]

Bu talep artışını Diyanet İşleri Başkanlığı Hac ve Umre Hizmetleri yetkilisi Ergün Yücel, halkın gelir düzeyi ve dini alandaki bilgilerinin artmasının kutsal topraklara gitmek isteyenlerin sayısını arttırması ile izah ediyordu. Yücel’e göre, ‘Kutsal Topraklar’a umre sezonunda gitmek isteyenlerin sayısı 10 yılda yaklaşık 70 kat artmış ve 2000’li yıllarda 5 bin civarında olan umre başvuruları, bu yıl 370 bini geçmişti.

Bu rakamları netleştirirsek her yıl 100 bin kişinin Hacc, 400 bin kişinin de Umre maksadıyla olmak üzere her yıl yaklaşık olarak 500 bin (yarım milyon) kişinin ‘Kutsal Topraklar’a gittiğini anlatıyor.

Peki bu kadar insan yıllardır Hacc ve Umre yapıp geliyor da ülkemizin manevi atmosferinde bir “iyilik hali”nin egemen olmasına nasıl bir katkıda bulunuyor ? Ya da daha yalın olarak Hacc ve Umre yapanlar, daha rafine edilmiş bir müslüman karakterini bürünmüş olarak ülkemize geri dönebiliyorlar mı?

Hacc’ın -ve hattâ umrenin- İslam inancını paylaşan dünya müslümanlarının bilinç düzeyinin yükselmesinde pozitif yönde bir işlevi olmuyorsa bu durum, Ökten’in deyimini ödünç alırsak “içi boşaltılmış bir Hacı” figürü ile mi karşı karşıya olduğumuz anlamına gelir mi?

Bu zor sorunun yanıtını verebilmek için Hacc’ın sosyal anlamına bir göz atmamız yararlı olacaktır.

 

İslam’ın En Global Farzı

Bugün Hacc farizası, bütün İslam dünyasından yaklaşık 3 milyon temsilciyi bir araya getiren muhteşem bir organizasyon olarak İslam aleminin siyasi – kültürel – ekonomik durumunun müşahhas olarak sergilendiği bir laboratuvar olarak değerlendirilebilir. Bugün İslam alemi hakkında toplu bir değerlendirme yapıp fikir serdetmek niyetinde olan bir kişinin, Hacc sırasında bazı gözlemler yapması mümkün olamamışsa çok büyük hatalara düşmesi ve ütopik kalmaktan kurtulamaması kaçınılmazdır.

Bu sözlerimle elbette her “hacı”nın İslam alemi üzerine değerlendirme yapabilme yetisi kazandığını iddia etmiyorum. Ancak oturup İstanbul’dan, Ankara’dan, Tahran’dan, Kuala Lumpur’dan, Merakeş’den… yapılan değerlendirmelerle İslam dünyasını “ümmet” adı ile siyasi bir organizasyonda birleştirme düşleri kurmanın bugünün reel hayatında bir karşılığı var mı? Böyle bir çaba içine giren kişinin durumu hariçten gazel okumaktan öteye gitmez ve gitmemektedir de… Oysa -teorik olarak- İslam aleminin siyasi – kültürel işbirliği için gerekli vasatın oluşturulması için en büyük imkanları Hacc sağlamalıdır. Ancak Hacc’ın İslam ümmetinin kendisini farkedebilmesi ve giderek işbirliği imkanlarını geliştirmesi için faydalı olabilmesi bazı şartların yerine getirilmesi ile ilgilidir.

Hacc günlerinde Mekke ve Medine’de biraraya gelen dünyanın hemen her yerindeki İslam topluluklarından ve yine hemen her İslami meşreb ve mezhepten insanları Arafat’ta, Mina’da görebilirsiniz. Bugün İslam ümmeti dediğimiz topluluk Müzdelife ve Mina’da orta yerleri pisleten, bir-iki gün içinde ardında dağlar kadar çöp yığınları bırakan; şeytan taşlama mahallinde, hatta tavafta adeta kasten insanların ölümüne yol açacak tarzda izdihama yol açan insanların da içinde yer aldığı bir topluluktur. Hacc esnasında bu izdihamları önleyecek tedbirleri almayıp olanları “kader” olarak küçümseyen Suudi yöneticiler de bu ümmetin birer üyesi,kendilerine sorarsanız hatta en imtiyazlı üyeleridir.(Bu konuda ayrıntılı ve daha vahim bilgileri herkes çevresindeki hacılardan kolayca öğrenebilir.)

Bu saydığım vakıaları gören sıradan bir Türk hacı bile, İslami şuur yönünden binbir türlü eksiği olsa bile ülkemizin İslami hassasiyetleri davranış olarak yaşamak açısından ne kadar ileride olduğunu farkedebilmektedir. Elbette dünyanın her yerinde hakkıyla İslam’ı yaşayan ve bir karıncayı ezmekten bile çekinen kalbi hassasiyete mâlik müslümanlar olduğunu, her alanda genellemelerin ne kadar yanlış olduğunu bilen birisi olarak belirtmeliyim.

Hacc ülkemizde yanlış olarak genellikle yaşlı müslümanların yerine getirmesi gereken bir fariza olarak algılanmaktadır. Bu eğilim yukarıda bahsettiğim siyasi-kültürel değerlendirmeleri yapabilecek durumda olan kişilerin hacılar içindeki oranını azaltmakta ve Hacc’dan beklenen sosyal faydayı da kısıtlamaktadır. Bu sakıncalı duruma son vermek için maddi şartları yol masraflarını karşılayabilecek her müslüman bir an önce Hacc’a gitme yollarını aramalı, Hacc’a gidenler veya Hacc mevsiminde gitmeye imkan bulamayanlar ise umre yapmak suretiyle hem ibadetlerini yerine getirmeli hem de İslam dünyası ve bilhassa Türk dünyası ile olan ilişkilerin arttırılmasına kendi çaplarında yardımcı olmağa çalışmalıdırlar.

Türk kimliğini taşıyan bir müslümanın İslam ümmeti ile Türk milleti arasındaki her anlamdaki ilişkileri düşünürken Hacc olayını gözardı edebilmesi imkansızdır. Özellikle kendisini “müslüman aydın” olarak gören her bir kişinin buna özellikle ihtiyacı vardır. Hacc ve umre sırasında yapılacak ibadetler kadar önemli olan sosyal ilişkilerin daha verimli olabilmesi için Arapça öğrenmeğe gayret gösterilmesi faydalı olacaktır.

Bugün Hacc olayı Türk dünyası için de bir kurultay haline gelme potansiyelini taşır hale gelmiştir. Çünkü uzun yıllar nesiller boyu Hacc’a gitmelerine izin verilmeyen Türkistan halkından Özbek, Kazak, Kırgız ve Türkmen kardeşlerimiz bugün Hacc’a akın akın gelmeğe başlamışlardır. Somut bir örnek vermeme gerekirse geçenlerde görüştüğüm mensubu olduğum Kafkasya Karaçay Türkleri’nden bir dostum, dünyadaki toplam nüfusu 300 bin kadar olan Karaçay Türkleri’nden son 10 yılda Hacc yapanların sayısının 3 bini bulduğunu söyledi. Sovyet döneminde bu sayının neredeyse sıfıra kadar inmiş olduğunu düşünürsek aradaki muazzam farkı daha iyi anlayabiliriz. Türk cumhuriyetlerinden gelen müslüman soydaşlarımızla insani ilişkilere girmek için ilk adımın onlardan gelmesini beklemeden direkt olarak diyaloğa girilmesini arzu etmekle beraber gözlemlerim bunun gerçekleşemediğini göstermektedir.

Orta Asya’da ve Sovyet işgalinden kısmen de olsa azade olmuş ata topraklarımızda, İslam’ın izzet bularak, yeniden ihtişamlı bir şekilde yaşanması için gerekli zeminin inşaı için bu yönüyle kutlu topraklarda gösterilecek bilinçli çalışmalara ihtiyaç olduğu ortadadır. Bu sebeple ister İslam ümmetinin durumunu, isterse Türk dünyasının halini ve istikbalini kendisine dert edinen her müslüman Türk’ün Hacc olayına özel bir önem vermesi şarttır. Bu yazımı henüz Hacc hazırlıklarının tatlı telaşı başlamadan, bu yıl Hacc için yola düşecek müslümanlardan bu satırları okuyan olursa şimdiden ruhen ve fikren hazırlığını yapması dileği ile yazıyorum.

 

“Hacı Olmak” Bir Rütbe İdi ve Olmalı da…

Hacc’a gitmenin çeşitli ekonomik ve siyasi nedenlerle zor olduğu dönemlerde Hacı ünvanı kazanmanın kolay olmadığını bilirim. Osmanlı’nın ünlü bestekârlarından biirisinin ismini Hacı Arif Bey olması dahi, Dersaadet ahalisi için dahi Hacc’agidip gelmenin bir artı değeri yüklediğinin işareti olarak değerlendirilebilir. “Hacı Bey” ünvanı öyle kolay istimal edilen bir değer değildi anlayacağınız…

Dedelerim, kendi dedeleri zamanında 100 yıl önce Kafkasya’dan deve sırtında 6 ay süren bir yolculukla Hacc’a gidip gelmiş sayılı kişilerden “Hacı Hamza” isimli aksakalın kerametlerini anlatırlardı hep. Çocukluğumun geçtiği Tokat’ta Hacc’a gidip gelen kişinin evinin dış kapısını “Hacı yeşili” de denen çimen yeşiline boyatması bir gelenekti. Artık o evin kapısı önünden geçen satıcılar bile bilirdi ki, o evde hürmeti hak eden bir Hacı vardır ve seslerini alçaltarak geçmeleri gerekir oradan. Bilmem bugün Tokat’ta, Hacc’a gidip geldikten sonra evinin kapısını yeşile boyatanlar hâlâ var mıdır?

Bugün “Hacı olmak” sizce ne ifade ediyor, evinin kapısını boyayamasa bile herkes kendi iç âleminde bunu sorgulamalıdır. Aritmetik hesabına meraklı ‘işbilir’ rehberlerin gaza getirmesi ile kaç nafile tavaf, fazladan kaç umre yapılırsa sevap defterine kaç “yüzmilyonbin çentik” attırılacağını hesaplama yarışına mı hazırlanıyorsunuz? Ya da yüklenilen günahları baştan aşağı dökeceğiniz zemzem suları ile sildirip süpürtüp derinden bir “ohh…” çekmenin mi derdindesiniz? Bir sonraki umreye kadar!…

İşin bu noktasında Hacc organizasyonlarında kazandıkları tecrübe ile gerçekten de Türkiye Hacıları’nın ağır görevlerini ifa etmesinde, dünya ölçeğinde hizmet anlamında öne çıkan diyanet görevlilerine de düşen bir sosyal sorumluluk var. Kafile görevlilerinin rehberlik yaptığı hacıları, Hacc’ın sosyal yönü hakkında da biraz olsun bilgilendirmeleri gerektiğine inanıyorum.

Prof. Dr. Mehmet Görmez gibi, entellektüel kapasitesi konusunda güvendiğimiz bir ismin başında olduğu T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı, artık sadece kaç yüzbin kişi Hacc’a, umreye kaç yüzbin kişiyi taşıdığı ile değil, Hacc’a gidip gelen müslümanların hayatına bir Hacc, umre derinliği kazandırması ile de öne geçmelidir. Ne dersiniz, çok mu şey şu istediğim ?…

 

Hacc’ın İnsana Kazandırdığı Özel Birşeyler Olmalı…

İlk kez 20 yıl önce umre için gittiğim Kutsal Topraklar’da ilk ziyaretimden itibaren, bugünkü kadar netleştirmemiş olsam da, Hacc’ın sosyal anlamını da yüklenmek gereğine inancım ile dünyanın her yerinden müslümanlar ile tanışıp konuşmağa gayret ettim. Bu temaslarımdan bana kalan o kadar çok şey, o kadar güzel anılar var ki, yâd edilmesi dahi cihan değer…

Sadece birkaç ismi ve ikramı anayım yeri gelmişken: Şeyh Muhammed Zekeriya Buhari’nin Medine-i Münevvere’deki dergâhında üzerine hatimler okunarak pişirilen Türkistan pilavları, Hoten Ribatı’nın mütevellisi Uygur Türk’ü Abdulmecid Kaşgarî’nin armağan ettiği tarihî taş basması Divân-ı Hikmet… [3] Pilavlar yendi gitti, fakat Medine-i Münevvere’de armağan edilen Divân-ı Hikmet’e yüklenen himmet ile tarafımdan Türkiye Türkçesi’ne aktarılan kitap bugün altıncı baskısında…

Hiç kimsenin Hacc’a, umreye gidip; aynı uçağın yolcuları, aynı otelin misafirleri ile bile hemhâl olmadan gelmesini istemem. O yüzden özellikle bu yıl Hacc kurasında ismi çıkan ve bugünlerde Hacc yolculuğu için hazırlık yaptıklarını bildiğim şanslı taliblere seslenmek isterim. Sizler de bir bakın nasibinize ne düşecektir Kutsal Topraklar’da… Belki Malezyalı kibar bir müslümandan sıcak bir selam, belki sadece Pakistanlı fakir bir Hacı’nın müstecab bir duası olsa bile Kâbe-i Muazzama avlusunda, Ravza-i Mutahhara’nın Selam Kapısı’nda nasibinizi arayın.

Ne diyordu Abdulkadir es-Sufi, Gariplerin Kitabı’nda : “Aramakla bulunmaz, ancak bulanlar arayanlardandır…”

 

—————————————————–

İletişim: atahayati@gmail.com

 

[1]Prof. Dr. Sadeddin Ökten: “İçi boş bir dindarlık yükseliyor.” “Hayata yön veren bu çağdaki medeniyet telakkisini İslam`a yamamaya çalışıyorsanız olmaz” dedi.

Emeti Saruhan / Yeni Şafak, 15.08.2011.

http://www.sufiforum.com/viewtopic.php?f=124&t=6096,

[2] Umre ve hac için Türkiye’den rekor başvuru, 23.07.2011

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1161206&title=umre-ve-hac-icin-turkiyeden-rekor-basvuru

[3] Taşkent’te 1905 yılında taş basması olarak basılan talik yazılı Divân-ı Hikmet’i, 1990 yılında Medine-i Münevvere’de bana armağan ederken: “Alın, götürüp Türkiye’de basın…” diyerek üzerime zimmetleyen Abdulmecîd Kaşgarî’yi o günden sonra bir daha göremedim. Dua makamında müstecâb olan dileğinin 1993 yılında gerçekleştiğini kendisine iletmeyi ne kadar çok isterdim. Divân- ı Hikmet (Hoca Ahmed Yesevi) Yay. Haz. Dr. Hayati Bice; T. Diyanet Vakfı Yayınları, 6. Baskı, Ankara-2011.

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=577230

 

Hakkında editor

Yoruma kapalı.

Yukarı Kaydır