Özal’dan Bugüne… Terör vs.
– Gaflet ile Heba Edilen Yıllar, İhmallerle Yitirilen Canlar-
Dr. Hayati BİCE
Yirmiyedi yıl önce TÖRE’de yayınlanan “Terör Olayları ve Güneydoğu’nun Kalkınması vs…” yazıda bahsedilen 15 Ağustos 1984 tarihli Eruh-Şemdinli baskınının o dönemin basınında nasıl görüldüğünü merak ettim. Milliyet gazetesinin internet ortamına aktarılan arşivine baktığımda [1] ilginç bir şekilde konu ile ilgili bilginin ertesi günkü değil tam 3 gün sonraki gazete birinci sayfanın en altında küçük başlıkla verildiğini gördüm: “Ayrılıkçılar saldırdı: 1 şehit, 12 yaralı.” İç sayfalarda olay, “Ayrılıkçılar iki jandarma karakolu ile bir subay gazinosuna saldırdı.” başlığı altında ayrıntılandırılmıştı.
Oysa gece saat 21.00 civarında başlayan ve birkaç saat süren saldırı aynı gece, 15 Ağustos 1984 tarihinde saat 23.00-23.30 arasında yayın yapan BBC-Türkçe tarafından bölgedeki muhabiri ile yapılan telefon bağlantısı ile dünyaya duyurulmuştu. 27 yıl öncesinin iletişim şartları düşünüldüğünde BBC’nin haberi olay yerinden canlı bağlantı ile vermesi bir gazetecilik başarısı değil açık bir işbirlikçiliğinin kanıtı idi.[2]
Yine TÖRE’deki yazıda haberi verilen TBMM’nin 17 Ekim 1984 tarihli oturumunda görüşülen terör olayları hakkındaki arşiv verileri de aradan geçen bunca yıldır bir şeylerin olsun değişmediğini gösteriyordu. Değişen bir şey varsa, o günlerde “bir avuç çapulcu olarak küçümsenen terör aktörlerinin profesyonel olsalar artık emekliliği gelmiş olan bir kadro oluşturduğu idi. Milliyet arşivinden alınan 18 Ekim 1984 tarihli haber, iki ay önceki ilçe baskınlarından toplantı tarihine kadar sürede 2 subay, 2 astsubay ve 13 erin şehid edildiği anlaşılıyordu. (Bkz. Foto Arşiv) Zaten verilen şehid sayısı bu kadar artınca, başlangıçta tatilini kesmeyi düşünmeyen Özal’ın TBMM’nin olağandışı bir günden ile toplanmasını kabul etmek zorunda kalmıştı.
Ekim-1984: Başbakan Özal Dedi ki:
Özal’ın 17 Ekim 1984 günü TBMM’de yaptığı konuşmasından alınarak Milliyet’te manşete çekilen sözler şöyleydi: “Olayın gerisinde ASALA ve TKP Var”.
Bu sözler bile Özal’ın ayrılıkçı Kürtçü harekete koyduğu teşhisin çarpıklığını, ne kadar hatalı olduğunu gösteriyordu. Bugün ne ASALA’nın adını anan ve ne de -artık resmen yasal konumda faaliyet sürdüren- TKP’nin bölücü terör ile ilişkisini konuşan var ama Türk’ün kanı oluk oluk akmağa devam ediyor.
Haberin devamı ise şöyleydi:
Başbakan (Özal), olayların dış kaynaklar tarafından desteklendiğinin kesin olduğunu, İsrail’in Lübnan topraklarının belli bir kısmını işgal etmesinden sonra burada bulunan ayrılıkçı güçlerin Japon Kızılordusu, İtalyan Kızıl Tugayları, Alman Bader Meinhoff çeteleriyle yakın ilişkiye girdiklerini ve Suriye’de terör örgütleriyle beraber eğitim görmelerinden sonra, ASALA ve Irak Kürdistan Demokratik Partisi tarafından ortaklaşa olarak Kuzey Irak’a kaydırıldıklarını ve 1983 Mayıs operasyonunda böyle bir kompozisyonla karşı karşıya gelindiğini belirttikten sonra,”Şu anki operasyonlar sınıra sıfır noktada meydana gelmektedir. Arazinin dağlık ve kayalık olması nedeniyle vur-kaç taktiği uygulayarak sınırdan geri çekilmektedirler”diye konuştu.
Olayların başlangıcı sırasında bir sınır karakolunu basan ayrılıkçı güçlerin, buradaki askerlerin silahlarını da aldıklarını açıklayan Özal, sözlerini özellikle şöyle sürdürdü:
“Bu konu bir devlet politikasıdır. Topyekûn bir devlet mücadelesidir. Bu mücadelenin iç politika malzemesi yapılmasından ve konuyu istismar etmekten uzak duran bütün siyasi partilerin böyle bir yaklaşım içinde olmaları memnunluk vericidir.”
Özal, bölge halkının tutumunun bütün övgülerin üzerinde olduğunu kaydettikten sonra dışardaki bazı çevrelerin konuyu bir siyasî olay gibi göstermek eğiliminde olduklarını anımsattı.
Özal, Doğu ve Güneydoğu’ ya polisiye önlemlerin yanı sıra özel ekonomik önlemler planlandığını, kamu yatırımlarının 1984’te yüzde 18.7’sinin Doğu’ ya ayrılmışken 1985’te bunun yüzde 25.4 olarak planlandığını, Türk devletinin İran-Irak savaşının uzamasından ciddî şekilde endişe ettiğini, ancak bu arada Doğu’daki ekonomik ve sosyal yatırımlara devam edeceğini belirterek”İnşallah 5 yıl içinde bu bölgede susuz, yolsuz ve elektriksiz köy kalmayacaktır” dedi.
“Irak topraklarında, operasyon yapmadık”
Başbakan Özal, Meclis’ten ayrılırken gazetecilerin bir sorusu üzerine de”Irak topraklarına girmedik. Zaten böyle bir şeye de gerek yok” diye konuştu. [3]
Ekim-2011: Başbakan Erdoğan Dedi ki:
Hakkari’de 24 Mehmedcik’in şehid edildiği haberinin alınmasından sonra Başbakanlık’ta kameraların karşısına geçen Erdoğan 19 Ekim 2011 günü şöyle konuşmuştur:
“Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Bölgede geniş çaplı operasyon yapılıyor. Şu an itibariyle Kazakistan ziyaretimi iptal ettim. Bakan arkadaşlarım ve MİT müsteşarımızla detaylı bir toplantı düzenledik ve Genelkurmay Başkanımız ve diğer kuvvet komutanları bölgede incelemelerde bulunuyor.
Hiç bir saldırıya boyun eğmeyeceğimizi hiç bir şekilde geri adım atmayacağımızı vatan toprağımızın tek bir karesini bile feda eğmeyeceğimizi herkesin idrak etmesi lazım. Ülkenin bütünlüğüne kast edenler karşısında her zaman bu milleti bulacaktır.
Her kim ki teröre gizli ya da açıktan destek veriyorsa, kim ki teröre müsamaha gösteriyor, terörün kanlı saldırılarını görmezden geliyorsa tamamı bilsin ki, Türkiye’nin nefesi her birinin ensesinde olacaktır. Terör örgütü nereden destek alıyorsa hepsinden ama hepsinden bunun hesabı sorulacaktır.
(…)
Yeni, sivil, demokratik bir anayasa yapma çabasının başladığı günde bu saldırılar, bizi amacımızdan vazgeçiremeyecektir. Aynı kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz.” [4]
Kimin Nefesi Kimin Ensesinde?
2007’den bu yana MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından seslendirilen bir söylem olan “Bozkurt’un nefesi AKP’nin ensesinde” sloganının bazı iktidar sahiplerinin bilinç altlarında oldukça etkili olduğu anlaşılıyor. Bunu yukarıda yaptığım alıntıdan siz de çıkartabilirsiniz.
Sözün bu noktasında Özal ile Erdoğan’ın aralarında 27 yıl bulunan konuşmalarına birlikte bakıldığında ülkenin ve bu ülkenin insanlarının kaderi adına kahretmemek mümkün değil.
Turgut Özal terörün bitmesiyle ilişkilendirdiği yakın hedefini “bölgede susuz, yolsuz ve elektriksiz köybırakmama” olarak ilan ederken Erdoğan, bu terörist saldırılarına aldırmadan “yeni, sivil, demokratik bir anayasa yapma” çabasına devam edeceğini ifade ediyor.
Terör her yerde kan kokan nefesini hissettirmekte iken kimin nefesinin teröristlerin ensesinde olduğunu -ya da maalesef olmadığını- ise yakında göreceğiz.
Teröristin Nefesi Halkın Ensesinde…
Teröristlerin nefesinin kimlerin ensesinde olduğunu anlamak için olaylara, TV haberlerine, gazete manşetlerine şöylesine bir bakmak dahi yeterlidir. Sadece son bir yıldaki gazete arşivlerine bakılsa bu iğrenç terör dalgasının hissedilmediği vatan köşesi, şehid cenazesi kaldırmamış Anadolu şehri kalmadığını söylemek mümkündür.
İstanbul’da molotoflarla yakılan belediye otobüsünde yakılarak can veren 17 yaşındaki genç kızımızı yüreğim yanarak rahmetle hatırlıyorum, hatırlatıyorum.[5] Ankara’nın göbeğinde Kızılay’ın Kumrular sokağında patlayan bomba[6] bu kokuşmuş nefesin, sadece Gabar’ın vadilerinde, Çukurca’nın yamaçlarında hissedilmediğini, bu ülkenin her yerini kirlettiğini acımasız bir şekilde gösteren son kanıt oldu diyebilirim.
Terörün Çaresi Ne Değildir?
Tarihe not düşmek için yazıyorum: Özal’ın “yol-su-elektrik götürmek” ile sonlandıracağını iddia ettiği terör, nasıl ki, yol-su-elektrik ile sona ermedi ise; Erdoğan’ın yapılmasına kendini adadığı “Yeni, sivil, demokratik bir anayasa” projesi de terörün çaresi olamayacaktır.
Arslan Tekin’in 20.10.2011 tarihli Yeni Çağ gazetesinde yayınlanan “Ey halkım! Suçlu kim hükûmet mi, sen mi?!” başlıklı veciz yazısında dillendirdiği ve halkın üzerine düşeni işaret ettiği tesbitini paylaşarak tarihe not düşmek adına yazdığım bu yazıya son vermek isterim:
“Bu saatten sonra topyekûn “savaş”a girilmezse… Artık “Türkiye” yoktur.
Bu saatten sonra imâ ile de olsa “silâhı kınayalım ama PKK’nın siyasî kanadıyla masaya oturalım, hatta Öcalan’ı Karayılan’ı muhatap alalım” diyenler -kurşuna dizilmeli demeyeceğim ama- hiç olmazsa konuşamayacak hâle getirilmezlerse… Artık “Türkiye” yoktur.”
“Ey halkım!
Bile bile bu adamlara oy verdin… Bile bile kendini çukura attın…
Sen onlara oy verirken, onlar PKK’lılarla Oslolarda, Kandillerde, Salahaddinlerde yârenlik ediyorlardı. Sen onlara oy verirken Başbakan’ın özel temsilcisi PKK’nın başına övgüler düzüyordu.”
Bu ara başlığın aslında “Terörün Çaresi Nedir?” olması gerektiğini düşünen okurlar için şunu hatırlatarak bitireyim: Bu ülkede adına “güvenlik bürokrasisi” denilen ve oldukça iyi maaşlar alarak devlet kesesinden finanse edilen lojmanlarda ağırlanan epeyce insan var; hele bir bakalım onların düşündüğü bir şeyler ve yapacakları bir icraat var mı? Yakında kokusu çıkar, Kandil’den değilse Oslo’dan…
“Terörün Çaresi Nedir?” sorusunun yanıtını o zaman yazarım ve sizinle de paylaşırım.
——————————————————————
İletişim: atahayati@gmail.com
[1] İnternet versiyonu yapmanın teknik olarak mümkün olmadığı 3 Mayıs 1950 ile 30 Haziran 2004 tarihleri arasında yayımlanmış Milliyet gazetelerini içeren dijital Milliyet Gazetesi Arşivi’ne üye olarak gazete arşivinin eski sayılarının tümünü pdf formatında izleyebilirsiniz. 30 Haziran 2004 tarihinden sonraki Milliyet nüshaları ise internet versiyonları da yayınlandığı için erişime açıktır. Bu yazımda da olduğu gibi bazı yazılarıma eklediğim Foto Arşivi dosyalarının yakın tarihimizle ilgili belgelerini teminde Milliyet arşivinden yararlanıyorum. Dijital Milliyet Gazetesi Arşivi’ni ilgili ülküdaşlarımıza ve yakın tarih araştırması yapacak arkadaşlarımıza sağlam bir veri kaynağı olarak tavsiye ederim. http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/
[2] O sıralarda kamyonlar ile Türkiye’ye dağıtılan gazetelerin Anadolu kentlerinde satışa sunulması bazen öğle saatlerini hatta ikindiyi bulmakta idi. Bu nedenle BBC-Türkçe yayınlarının gece yayınında verilen “ertesigünkü gazete manşetleri” programı aktüaliteyi izlemek isteyen birçok kişi gibi benim için de bir alışkanlık haline gelmişti. Bu kişiler, terör örgütünün Eruh-Şemdinli baskınını da aynı gece yayınlanan BBC bülteninden öğrenmişti. O sırada BBC-Türkçe yayınlarının başında bir vakitlerin Perinçek sempatizanı (Aydınlıkçı) iken epeyce sonra CNN-TURK Genel Yayın Müdürü olarak ortaya çıkacak olan Nuri Çolakoğlu bulunuyordu. Bazı isimlerin nerde batıp nerede çıktıklarının belli olmadığı Türkiye medyasının girift ilişkilerinin anlaşılması için iyi bir örnektir. Bazı ulusalcı etkisine girmiş arkadaşlar, 12 Eylül öncesini yaşamış kıdemli ülkücülerin “Perinçek alerjisi”ni anlamakta zorlanıyorlar. Bu arkadaşlara Foto Galeri’deki resimlerden Perinçek ile ilgili iki resme iyi bakmalarını tavsiye ediyorum.
[4] Erdoğan’ın tepkisinin diğer ayrıntıları için bkz http://turkiye.haber.pro/haber-Erdogan-saldiri-aciklamasi-24-sehit-26561.html
[5] Molotofla yakılan Serap öldü! Küçükçekmece’de bir İETT otobüsüne Molotof kokteylli atılması sonucu yanarak yaralanan Serap Eser, hayatını kaybetti. 07 Aralık 2009.
http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=220075
[6] Ankara Kızılay’da patlama, Ankara’nın Kızılay semtindeki Kumrular Caddesinde park halindeki araçta şiddetli bir patlama meydana geldi. Patlamada 5 kişinin öldüğü, 32 kişinin de yaralandığı belirtildi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı olayın terör saldırısı olduğunu duyurdu. 20 Eylül 2011.