Dr. Hayati BİCE
Hoca Ahmed Yesevî – Hacı Bektaş Velî İlişkisi
-Bir Efsane mi, Yoksa Gerçek mi?-
Keşkül Dergisi Mayıs, 2012, 22.Sayı: Bektâşiyye

Ahmed Yesevî – Hacı Bektaş İlişkisi
Türk tasavvuf tarihinde, Ahmed Yesevî-Hacı Bektaş ilişkisi kadar üzerinde spekülasyon yapılmış, bilinçli olarak farklı yönlere çekilmek istenmiş, bir başka konu yoktur, denilse yeridir. Bu durum, bir yönüyle tarihî kaynakların yetersizlik ve çelişkiler ile malûl olması, diğer yönüyle bazı Bektaşîlik karşıtlarının ‘dindışılık ithamları’nı etkisiz hale getirmek üzere, Türk tasavvuf tarihinin seçkin ismi Ahmed Yesevî’nin saygın ismini kullanma çabasından -günümüzde dahi, bu tavrın örneklerini görebiliriz- kaynaklanmaktadır. Bu yazıda Ahmed Yesevî – Hacı Bektaş İlişkisi özellikle Velâyetnâme-i Hacı Bektaş ve Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi ışığında ele alınmıştır.
Hacı Bektaş Kimdir?
Hacı Bektaş Veli, Türk tarihinde, Anadolu ve Balkanlar coğrafyasının 15.-19. asırlarında dinî -ve hattâ siyasî- olarak büyük bir etkinliği olan Bektaşîlik yolunun kurucu pîridir.
Hacı Bektaş Velî’nin bir insan olarak kim olduğu konusunda -maalesef-, yaşadığı dönem ve çevreden, hemen hiçbir belgenin gün ışığına çıkmaması, dolayısıyle elde bulunan kaynakların yetersizliği nedeniyle, sağlam bir yanıt verebilmesi zordur. Öyle ki, doğum yeri, doğum tarihî, ailesi, yetiştiği çevre, bağlı olduğu silsile gibi bir tasavvuf adamı bir yana, herhangi bir tarihî şahsiyetin kimliğini netleştirebileceğimiz verilerin hepsi, çelişkiler arz eden rivayetlerden ibarettir. Ölüm tarihi için, 1292 tarihli bir vakfiye kaydında kendisinden “merhum” diye bahsedilmesinden hareketle, bu tarihten önce vefat etmiş olması gerektiği söylenebilmektedir.[1] Oysa bu yazıda Hacı Bektaş ile ilişkisi üzerinde durulacak olan Ahmed Yesevî için -doğum tarihi dışında- bu soruların net yanıtlarını verebilmek mümkündür. Anne-babasının kim oldukları (Şeyh İbrâhim ibn İlyas/Karasaç Ayşe Hatun) bilindiği gibi, kabirleri üzerine inşa edilen türbeleri de halen ziyaretgâh olarak, Kazakistan’ın Sayram kentinde dimdik ayaktadır. [2]
Kimlik bilgileri bir yana, Hacı Bektaş’ın tarîkata intisabı -ve bağlı olduğu silsile dahi- tartışmalıdır. Âşıkpaşazâde Tarihi’nde Hacı Bektaş’ın Baba İlyas Horasânî’ye intisâbına işaret edilir.[3] Bektaşîlik tarihinin en önemli kaynaklarından olan Hacı Bektaş Velâyetnâme’sine göre ise, Lokman Perende aracılığı ile Yesevîlik geleneğine bağlanır.[4] Hacı Bektaş’a atfedilen eserlerden Fevâid, Ahmed Yesevî-Hacı Bektaş ilişkisini doğrudan şeyh-mürid ilişkisi şeklinde yansıtır.[5] Oysa, tarihî kaynaklar dikkate alındığında, Hacı Bektaş’ın, Ahmed Yesevî’nin ölümünden -en az- yarım yüzyıl sonra dünyaya geldiği söylenebilir. Dolayısıyle Hacı Bektaş’ın, Ahmed Yesevî’ye doğrudan intisâbı mümkün değildir.
Hacı Bektaş ve ailesinin Anadolu’ya gelmeden öncesindeki hayatı hakkında Velâyetnâme’de yer alan menkıbevî bilgiler dışında bir veri yoktur. Aile çevresinin “Horasan erenleri” diye bilinen Kalenderîyye akımına mensup sûfîler, dolayısıyla Horasan Melâmetiyye meşrebinden dervişler ile ilişkili olması muhtemeldir. 13. yüzyılda Horasan’ı kasıp kavuran Cengiz Han önderliğindeki Moğol fırtınası önünde sürüklenerek, Anadolu’ya savrulan -Yesevî veya Haydarî- derviş grupları ile birlikte bu topraklara gelmiş olabilir. Bu sırada, genç bir derviş olabilecek Hacı Bektaş’ın münferit olarak değil, ya bir dergâhın mensubları arasında veya daha kuvvetli bir ihtimal ile ailesinin mensubu olduğu Türkmen aşireti ile birlikte hareket etmiş olmalıdır. Bu aşiretin Anadolu’ya geldikten sonra Osmanlı tahrir defterlerinden de görüleceği üzere Hacı Bektaş’a nisbetle ‘Bektaşlı obası’ olarak anıldığı düşünülmelidir.[6] Türk sosyal organizasyon örneklerinde, boy yapılanmalarının önderlik eden bey/önder adı ile anılması geleneği –ki Selçuklu-Osmanlı isimlendirmeleri de bu kapsamdadır- göz önüne alındığında, bu makul bir durumdur. Hacı Bektaş Velî, Velâyetnâme’den anlaşıldığı kadarıyla o zamanlar yarı göçebe Çepni oymağına mensup bir kolun (kendisinden isim alan Bektaşlı oymağının) yaşadığı bir yer olduğu için, küçük Türkmen köyü Sulucakarahöyük’ü tercih etmiş olmalıdır.
Hacı Bektaş, bir Yesevî -veya Haydarî- dervişi olarak tasavvufî bir geleneği benimseyen ailesi ve aşireti ile geldiği Anadolu’da o sırada var olan tarîkat zümrelerinden, yerleştikleri çevrede etkin olan Vefâîyye çevresine intisâbı mümkündür. Bu yüzden Bektaşîlik olarak adlandırılacak kendi tarîkat adâbını oluştururken, Yesevîyye/Haydarîyye/Vefaîyye geleneklerinden yararlandığı da söylenebilir. Âşıkpaşazâde’nin Hacı Bektaş ve kardeşi Menteş’in Baba İlyas Horasânî’ye müntesib olduğu ifadeleri de bu görüşü destekler. Hacı Bektaş’ın kardeşi Menteş’in 1239’da başlayan Babaî İsyanı’na iştirak ettiği ve Sivas’ta Selçuklu kuvvetleriyle yapılan muharebede öldürüldüğü, Hacı Bektaş Velî’nin onaylamaması nedeniyle isyâna katılmadığı nakledilir. İsyâna katılmasa bile takibâta uğraması mümkün olan ve bu yüzden bir süre ortadan kaybolan Hacı Bektaş, bir süre sonra Sulucakarahöyük (bugünkü Hacıbektaş) kasabasında bir mürşid olarak ortaya çıkar ki, bu tarihin Anadolu’nun tamamen Moğol hâkimiyeti altına girmesini takiben, 1250’lerden sonra olduğu söylenebilir. [7]
Bazı araştırmacılara göre, geç döneme ait ve güvenilirliği tartışmalı olan kaynaklarda Anadolu’daki bir kısım Vefâîyye mensuplarının Yesevîyye tarîkatından gibi gösterilmesi, 13. yüzyılda Vefâîyye şeyhlerinden Baba İlyas Horasânî’nin Anadolu Selçuklu Devleti aleyhine başlattığı isyânın oluşturduğu sosyal psikoloji ile doğrudan ilişkili olabilir.[8] Babaîler isyânı adı verilen bu ayaklanma hareketi, Selçuklu devleti tarafından kanlı bir şekilde bastırıldıktan sonra Vefâîyye tarîkatına mensup, -özellikle de Babaîler ile ilişkisi bulunan- birçok sûfî, isyân töhmetinden uzak kalmak için tarîkatının adını gizlemiş, -ya da Ahmed Yesevî yolundan geldiğini öne sürmüş- olabilir.
Köyden büyükçe bir kasabanın dar çerçevesinde yaşamayı tercih eden hayat tarzı nedeniyle -zamanın iletişim kanallarının zayıflığı da hesaba katılırsa-, Hacı Bektaş’ın, Selçuklu başşehri Konya’daki ilim ve tasavvuf çevrelerinin ilgisini çekecek -ve dolayısıyla bu büyük şehirlerdeki dergâhlarda yaşayan muasırı sûfîler gibi, zamanın belgelerinde iz bırakacak- kadar şöhret kazanamamış olabilir. Velâyetnâme’de, Sulucakarahöyük’te münzevî denebilecek bir hayat tarzı süren, zaman zaman -yakındaki bugün bir ziyaretgâh olan bir mağarada- halvete giren, bu arada bazen köyün hayvanlarını otlatmak gibi oymağın gündelik işleriyle uğraşan bir Hacı Bektaş portresi ile karşılaşırız. Hacı Bektaş’ın, silsilesinin zamanın egemen güçleri gözünde ‘sakıncalı hale gelen’ Baba İlyas’a değil, Ahmed Yesevî’ye bağlanıp, halifesi olarak takdim edilmesi, -gerçek ise- siyasî bir tercih olarak görülmelidir.
Osmanlı tarihinin temel kaynaklarından Âşıkpaşazâde, Hacı Bektaş’ın, Osmanlıların kuruluşundan önce Anadolu’ya gelip yerleşmiş meczûb bir derviş olduğu ve bir tarîkat oluşumunu başlatmadığını kaydeder. Köprülü’nün Velâyetnâme’ye dayanarak Hacı Bektaş’ın âlim bir mutasavvıf olduğunu belirtmesi, “meczûbiyet” savını ortadan kaldırır ki, zaten, bir meczûbun Velâyetnâme’de anlatılan keşf ve kerâmetler ile bir ilgisini kurmak da doğrusu zor olurdu. Bugün de bazı akademisyenlerin yaptığı gibi Velâyetnâme’nin Hacı Bektaş’ı ilim sahibi bir mutasavvıf olarak nitelemesini, “Hacı Bektaş Velî’yi yüceltmeye yönelik bir tutumun eseri” olarak küçümsemek, Hacı Bektaş’a izafe edilen Makalât, Besmele Şerhi gibi eserleri bir Türkmen dervişinin yazmış olamayacağını iddia etmek kabul edilemez.
Hacı Bektaş Velî, Sulucakarahöyük’teki ikameti sırasında Seyyîd Mahmud Hayrânî, Ahî Evran gibi Anadolu velîleri ile tanışır. Velâyetnâme’ye göre Hacı Bektaş, Sulucakarahöyük’te, bir Türkmen şeyhi olarak bir yandan kendi muhibleri önünde bir mürşid olarak faaliyet gösterirken, bir yandan da bugünkü Göreme/Ürgüp yöresindeki münzevi, muvahhid hıristiyanlarla ilişkiler geliştirip pek çoğunun İslâm ile tanışmasına vesile olur. Anadolu’nun müslüman ve gayrımüslim toplulukları arasında önemli bir yakınlaşma ortamının doğmasına yol açtığı söylenebilir. Bölge hıristiyanlarının da Hacı Bektaş’ı bir azîz olarak değerlendirerek büyük bir yakınlık duyduğu ve bazı kaynaklarda Azîz Charalambos adıyla takdis ettikleri bilinmektedir.[9]
Yine bu yıllarda, bazen yerel Moğol otoriteleri ile çatışmak durumunda kalsa da, artık Anadolu’da yerleşik hale gelen Moğollar’ın, İslâm’a girmesi için çalıştığı; bunun için Moğollardan kazandığı halifelerini, her birine icazetnamelerini vererek soydaşlarını İslâm yönünde ikna için Anadolu’nun dört bir yöresine yolladığı rivayet edilir. Gerçekten de, Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin Dîvân-ı Kebir’in de işaret ettiği gibi, Moğolların bir yüzyıl içerisinde tamamen müslümanlaşması bu irşad çalışmalarının ürünüdür.
Hacı Bektaş Velî, bu şekilde Sulucakarahöyük’teki mütevazı dergâhından tüm Anadolu’ya yayılan bir irşad faaliyetini sürdürerek ömrünü tamamlamış olmalıdır.
Velâyetnâme’deki Mitolojik Hacı Bektaş ve Yesevî Geleneğine Mensubiyeti
Hacı Bektaş Velî hakkında yazılmış olan muhtelif velâyetnâmeler, Hazret Sultan Yesevî ile ilgili izler taşır. Velâyetnâme’de, Hacı Bektaş’ın Şeyh Lokman Perende müridi olduğu ve Lokman Perende’nin ise Ahmed Yesevî’den el aldığı anlatılır. Osmanlı devleti daha kurulmadan, birçok Yesevî dervişlerinin Anadolu’ya geldiği rivayetleri, Hacı Bektaş’ın, Ahmed Yesevî’den değilse bile halifelerinden birisinin elinden biat alarak Yesevî tarîkatı müridlerinden olmasını ihtimal dâhiline sokar. Yesevîlik geleneğinde; zikir törenlerinde kullanılan dilin -Arapça ve Farsça yerine- Türkçe olması Anadolu sahasında Bektaşîlik ile benzer algılanmasında etkin olmuştur. Bektaşî nefeslerinin tıpkı Yesevî hikmetlerinde olduğu gibi sûfî meclislerinde halk edebiyatı şiirlerinin dili ve vezni ile yazıldığı gibi otantik Türk ezgilerine has müzikler ile ritim zenginliğine kavuşturulup seslendirilmesi sosyal psikolojik benimsemede ihmal edilemeyecek derecede önem taşıyan bir faktördür.
Velâyetnâme’deki Hacı Bektaş Velî’nin en belirgin niteliği, on iki imam soyuna nisbet edilerek Peygamber soyuna mensup bir Seyyîd olmasıdır. İmam Musâ Kâzım neslinden olan babası İbrâhim Sânî, Horasan hükümdarı olduğu için, Hacı Bektaş bir şehzade olarak doğar. Çocukluğunda önce Yesevî sûfîsi Lokmân Perende’nin, ardından tavsiyesiyle Ahmed Yesevî’nin yanında eğitilir. Daha bu yıllarda, birçok keramet göstererek herkesi hayretler içinde bırakır. Ahmed Yesevî’nin ‘nefes evlâdı’ olan Kutbü’d-din Haydar’ı esir düştüğü Bedahşan ilindeki kâfirlerin elinden kurtarır.[10]
Hacı Bektaş Velî, bu olağanüstü başarılarından sonra artık Horasan’da kalmayacak ve Hazret Sultan Yesevî’nin emir ve işaretiyle Anadolu topraklarına gelecektir. Yesevî’nin Hacı Bektaş’ı Anadolu’ya göndermesine ilişkin rivayete göre, Ahmed Yesevî, uzun zamandır sakladığı babası Şeyh İbrâhim ibn İlyas emanetlerini -taç, hırka, sofra, seccade-, sahibi olan Hacı Bektaş’a teslim ettikten sonra, “Ya Hacı Bektaş, tam olarak nasibini aldın. Müjde olsun ki, Kutbü’l-aktâb’lık senindir, kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye dek bizimdi, bundan sonra senindir.(…) Var seni Rûm’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik, Rûm abdallarına seni baş yaptık!..” der.[11]
Önce Mekke’ye giderek hac görevini ifa eden Bektaş “Hacı” unvanını böylece alır. Dönüşte Necef’i ve Kerbelâ’yı ziyaret edip Anadolu’ya geçer. Buradaki Rûm erenleri onun gelişinden haberdar olurlarsa da buna pek sevinmezler. Hacı Bektaş-ı Velî, Çepni oymağına mensup konar-göçer birkaç evin kışlığı durumundaki Sulucakarahöyük’e gelir ve Kadıncık Ana’nın evine misafir olur. Geçimini sağlamak için köyün sığırlarını güder. Bir süre sonra bugünkü dergâhın yerinde, ilk halvet yeri olarak Kızılca Halvet’i inşa eder. Kendisini çevreye kabul ettiren Hacı Bektaş’ın ünü yavaş yavaş yayılır ve civar köy ve kasabalardan mürid edinmeye başlar. Hacı Bektaş Velî’nin asıl ünü ve ismi etrafında teşekkül eden menkıbeler ise, ölümünden sonra oluşmuştur.
Osmanlı Kurulurken Yesevîlik ve Bektaşîlik
Kaynaklardaki sınırlı sayıdaki verilere inanılacaksa, Hacı Bektaş, Yesevîlik ile Kalenderîlik karışımından oluşan Haydarîlik tarîkatının etki alanındaki bir genç olarak Anadolu’ya geldiği; burada faal bir mürşid olan Vefâîyye şeyhi Baba İlyas Horasânî çevresine girerek tarîkatına intisab ettiği ve hayatının sonuna kadar da böyle yaşadığı söylenebilir. Bugün Alevî-Bektaşî toplulukları arasında popüler olan mitolojik çerçevedeki Hacı Bektaş Velî’nin tarihî şahsiyetini aydınlatmaya yarayacak değerli ipuçları Velâyetnâme’de bulunabilir.
Türkistan’daki Nakşbendîlik gibi, Anadolu’daki Bektaşîlik de, Ahmed Yesevî ile ilişkili ve Yesevîlik ile arasında organik bağların varlığı gözlemlenen büyük bir İslâm tarîkatıdır. Bazı silsilenâmelerde Hacı Bektaş’ın silsilesi, Yesevîlikten uzaklaştırılıp başka tarîkat zincirleri ile bağlantılı olarak gösterilmekle beraber, bu silsilelerin hiçbir tarihî değeri yoktur.
- yüzyılda Orta Anadolu bozkırlarında mayalanan Bektaşîlik tarîkatı, 15.-16. yüzyıllarda, yeniçeri ocağının manevî koruyucusu pâyesi verilerek, adetâ ‘resmî bir mâhiyet’ aldıktan sonra, asırlar boyu Osmanlı sultanlarının destek ve himayesine mazhar olmuştur. Hacı Bektaş’ın Osmanoğullarının gelecekteki güçlü devletini müjdelediği ve Osman Gazi’ye kılıç kuşatması veya tac giydirmesi, Orhan Gazi gibi ilk Osmanlı hükümdarları ile ilişkisi ve 14. yüzyılda yeniçeri ocağının kuruluşunda himmet eden manevî bir pîr rolünü oynaması ile ilgili bazı rivayetleri yansıtan menkıbelerin, yüzyıl kadar sonra, 15. asrın ilk yarısında, Bektaşîliğin Osmanlı coğrafyasında içinde bir yer edinmesinden sonra oluşturulduğu kabul edilir.
Bektaşîlik geleneğinin dün olduğu gibi bugün de sahiblendiği –Emevî Arablarından olan ve Ahmed Yesevî’nin soykütüğü ile organik bağı bulunan- Seyyîd Battal Gazî’ye ait türbe ve külliyenin Anadolu Selçukluları tarafından imar edilmesi gerçeği gibi somut bulgular ve Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde nakledildiği gibi daha Orhan Gazî döneminde Hacı Bektaş’ın ulaştığı saygınlık gibi sağlam bilgiler, dönemin manevî hayatı hakkında önem taşır.
- yüzyıldan itibaren yoğunlaşarak Balkanları fetheden Osmanlı fütuhâtı ile Bektaşîlik, Balkanlara atlayıp Romanya’da Tuna kıyılarından Arnavutluk topraklarında Adriyatik’e kadar uzanan çok geniş bir alanda Sarı Saltık, Seyyîd Ali Sultan, Otman Baba gibi efsanevî öncüleri eli ile oluşturduğu merkezlerle, Balkanların İslâmlaşmasında, önemli bir etkinlik göstermiştir. Bu etkinliğin yansımalarını Balkan coğrafyasında bugün dahi izleyebilmemiz, oluşturulan etki alanının yaygınlık ve derinliğinin kanıtıdır. [12]
Anadolu’nun Yesevî dervişleri ile tanıştığı 13. ve 14. asırlara ilişkin belgeler, sonraki asırlara nazaran daha az olduğundan, Yesevîlik geleneğinin yazılı belgelerine ancak 15. asırdan sonra, yani Bektaşî geleneğinin oluşması ve belgelerde tesbitinden sonra rastlanır. Osmanlı gazileri aracılığıyla Hacı Bektaş Velî’yi tanıyan Osmanlı sultanları Yeniçeri Ocağı’nı kurarken gaziler arasında yaygın olan güçlü kült nedeniyle Yeniçeri Ocağı’nı manevî önder olarak Hacı Bektaş’a bağlamışlar, böylece Hacı Bektaş Velî ismi Osmanlı topraklarında asırdan asıra yayılıp genişleyerek ünlenmiştir. Köprülü, Bektaşîliğin 15. asırda, Bektaşîlik tarihinde önemli bir yeri olan, -bazılarınca Pîr-i Sânî (ikinci kurucu) sayılan Balım Sultan’dan (ölümü: 1516) önce bütün adâb ve erkânı ile teşekkül etmiş olduğunu ifade eder. Balım Sultan, Haydarîlik’ten ayrılıp Osmanlı otoritesinin de desteğini alarak Bektaşîlik tarîkatı adâbını derleyip Hacı Bektaş Velî adına bugün bilinen şekli ile Bektaşîliği yeniden organize etmiştir.
Bir diğer önemli nokta ise, Osmanlı Sultanları’nın gözünden düşüp ocakları târ ü mâr edilene kadar her zaman Bektaşîlik geleneğine mâl edilen Yeniçeri Ocağı’nın “Bir numaralı üyesi” olması ve bunun Yeniçeri sicilleri kayıtları sayesinde resmîleştirilmiş olmasıdır. [13]
Seyyîd Battal Gazî’yi pîri olarak kabul eden Hacı Bektaş’ın, Eskişehir’e gelerek Kurban Bayramı törenlerini dervişleriyle Seyyîd Gazî zaviyesinde geçirdiği ve ayinlere katıldığı Velâyetnâme’de anlatılır. Evliyâ Çelebi, Ahmed Yesevî gibi soy kütüğü Hz. Ali’ye çıkan, Seyyîd Battal Gâzi ile Hacı Bektaş’ı Orhan Gazî’nin şahsında Osmanlı tarihi ile birleştirir. “…Horasan’dan yediyüz Horasan erenleri ile Hacı Bektaş-ı Veli ceddimiz Türk-i Türkân Hoca Ahmed-i Yesevi hazretlerinden Rûm’a gelmek içün mezun olup doğru bu Âsitâne-i Seyyîd Battal Gazi’ye gelüp niçe zaman anda ikâmet edüp Bursa’dan Orhan Gazi Hacı Bektaş-ı Veli’yi görmeğe bu Seyyîd Battal âsitânesine gelüp Bektaş-ı Veli ile müşerref olup Bektaş-ı veli ricasıyla bu âsitâne-yi Battal’ı Koca Orhan Gazi eyle imar edüp gûya bir kal’a-yı metîn edüp bin adet hâne halkın iskân etdirüp şehr imar eder.” [14]
Evliyâ Çelebi, devrindeki Bektaşîlerin Pîr-i Türkistan Yesevî’ye saygı ile bağlı olduklarını ve kendilerini Ahmed Yesevî’ye izafe ettiklerini de İstanbul’da yaşayan Derviş Sünnetî dilinden şöyle yansıtır: “…Evvela tarik-i Hoca Ahmed-i Yesevî’den fukara-yı Bektaşiyânız.(…)” [15]
Kendisinin de soyundan geldiğini iftiharla tekrarlayan Evliyâ Çelebi’nin ünlü Seyahatnâmesi’ni dolduran saygı dolu ifadelerinden kolayca anlaşılacağı gibi, 17. yüzyılda Anadolu Türkleri arasında Hazret Sultan Yesevî ile Hacı Bektaş Velî arasında doğrudan ilişki kuran ve Yesevî silsilesine müntesib dervişlerin manevî bir görev ile Diyâr- Rûm’a gelmeleri hakkındaki rivayetlerle örülen kapsamlı bir Bektaşî menkıbesi teşekkül etmişti. Evliyâ Çelebi örneğinde çok iyi görülmüş olduğu gibi Yesevî evlâdı olmak, Osmanlı entelektüel çevrelerinde bir itibâr unsuru olmuştur.
Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nden Ahmed Yesevî – Hacı Bektaş İlişkisinin Örnekleri
Evliyâ Çelebi, Seyahatnâmesi’nin birçok yerinde, Osmanlı coğrafyasında gelişen Bektaşîlik tarîkatına, kurucusu Hacı Bektaş Velî üzerinden, Yesevî etkisinin derinliğini gösteren veriler sunulmaktadır. Birkaç örnek verelim:
Evliyâ Çelebi, Osmanlı’nın kuruluş yıllarının Orhan Gazi dönemini anlatırken Horasan’dan gelerek Anadolu’da irşad postuna oturan Hacı Bektaş Veli hakkında şunları yazar: “Orhan Gazi’nin “zaman-ı hilâfetinde cedd-i izâmımız Türk-i Türkân Hoca Ahmed-i Yesevi hazretleri Horasan’dan halifesi olan Hacı Bektaş-ı Veli’yi üçyüz fukarasıyla sahib-i seccade idüp deff ve kudüm ve alem saraf virüp “Var Orhan Beğ ile Rûm fatihi ol yâ Bektaş” diyü nefes idüp Hacı Bektaş-ı Veli üçyüz er ile Horasan’dan Orhan Gazi’ye gelüp mülakat olduğı gibi Bursa üstüne gelüp feth itdiler…” [16]
Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde ismine sık sık yer verilen Hacı Bektaş Veli’nin Ahmed Yesevi ile ilişkili olarak gösterildiği bazı yerler de şöyledir:
“Türk-i Türkân Hoca Ahmed-i Yesevî’nin halifelerinden Şeyh Lokmân ki Horasan erenlerindendir. Vâlid-i büzürgvârı Hacı Bektaş’ı Şeyh Lokmân’a tilâmizliğe verüp Hacı Bektaş anlardan ulûm-ı zâhire ve bâtımayı tahsîl eyledi.” [17]
“…devletleri müebbed ola deyü yetmiş aded kibâr-ı Evliyâullah Horasan’da Yesu şehrinde Türk-i Türkan Hoca Ahmed Yesevi hazretleri huzurunda hayr dua ve senâlar edüp yedi yüz fukarasıyla Hacı Bektaş-ı Veli’yi Devlet-i Âl-i Osman’a mûin ü zâhir ola deyü gönderüp…”[18]
“Amma (Hacı Bektaş) irşadı Hoca Yesevî’den görüp Rûm erenlerinden olmağla izin taleb edüp yedi yüz fukarâ ile Seyyîd Muhammed-i Buharî-i Saltık ile Hacı Bektaş’ı Rûm’da Osmancığa gönderüp Mevlânâ-yı Rûmi ve Hacı Bektaş-ı veli ve Şems-i Tebrizi ve Muhyiddin-i Arabi ve Karaca Ahmed Sultan ve gayrı yetmiş kibâr-ı Evliyâullahların bin yirde haşrolup sohbet-i has edüp Orhan Gazi asrında Hacı Bektaş-ı Veli iştihar bulup yeniden çeri yani yeni-çeri peyda edüpRûm diyârların Orhan ile maan feth edüp yedi yüz fukarâlarınnın cümlesin feth olunan şehirlerde sâhib-i seccade edüp Muhammed Buharî Sarı Saltık Bay’ı Kafiristan’a gönderüp Dobruca ve Eflak ve Boğdan ve Leh ve Moskov’da çok gazâlar edüp “Saltık” namıyla iştihâr verdi. Anınçünhâlâ Rûm’da yedi yüz âsitâne-i Bektaşiyân vardır. Ba’dehû Hacı Bektaş-ı Veli sene (—-) tarihinde yine Orhan hilafetinde merhûm olup Orhan, cenâze-i Sultan’a hazır olup Kırşehri’nde defn etdiler.” [19]
Osmanlı coğrafyasındaki Yesevî geleneği ile Bektaşîlik çizgisini birleştiren dervişlerin izleri net ve somut olarak ünlü gezgin Evliyâ Çelebi seyahatnâmesinden izlenebilir.
Evliyâ Çelebi’nin makamlarını tesbit edip eserinde bahsettiği derviş-gâziler olan Merzifon’da medfûn Pîr Dede, Bursa’daki Geyikli Baba Sultan, Dâvûd Baba ve Abdal Musa, Karadeniz kenarında Batova’daki Akyazılı, İstanbul Unkapanı’nda medfûn Horoz Dede, Bozok Sancağı Yozgat’taki Emîr-i Çin Osman, Tokat il merkezindeki Gaj-Gaj Dede ve Zile ilçesindeki Horasanlı Şeyh Nusret, Aksaray’daki Pertevi Sultan çeşitli şekillerde Bektaşî geleneğinde de değer verilen kişiliklerdir.
Bu Yesevî dervişlerinden çoğunlukla Bektaşî geleneğine de eklemlenmiş bazıları hakkında anekdotlar da, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde yer alır: “Şeyh Hazret-i Abdal Musa, dahi Hoca Ahmed Yesevi fukarâsı idi. Horasan’dan Hacı Bektaş ile Rûm’a geldi. Niçe yüz keşf [u] kerametleri zâhir olmuşdu. Cümleden biri Geyikli Baba’ya kor olmuş âteşi pembe içine sarup hedâyâ-yı rumûz gönderir. Geyikli Baba dahi anlara süd gönderir. Rûmûz oldur kim “Sen ateşle pembeyi imtizâc ettirdinse ben dahi leben-i hâlis hâsıl olan vahşî gazâlları teshir edüp at gibi binüp ve südün yiyüp kullnaırım rumûzun etdi. Hakkâ ki ol asrın ikisi de gerçek erleridir. Bursa içre (—) mahallesinde bir tekye-i ma’mûrda âsûdedir. Bunlar dahi Bursa fethinde bulunmuşlardır.” [20]
“Şeyh Hazret-i Pir Dede, Hazret-i Hacı Bektaş-ı Veli ile Horasan’dan Türk-i Türkân Hoca Ahmed-i Yesevî izniyle Rûm’a gelüp şehr-i Merzifon’un cânib-i şimâlisi haricinde şehre nâzır bir mürtefi zeminde sâkin olup… bir ârif-i billâh kimesne idi kim Orhan Gazi asrından tâ Ebul-Feth’e ermiş bir zât-ı şerif idi. (…) Hâla âsitânesi,…her şeb iki yüz ve üç yüz âdem konup göçer mihmân-sarây-ı Bektaşiyân’dır. [21]
“Sahrâ-yı Zile’de menzil-i tekye-i Şeyh Nusret, Hacı Bektaş ile diyâr-ı Horasan’dan gelmiş ceddimiz Hâce Ahmed-i Yesevi halifelerinden Horasan erenleridir. Zile vadisinde mamûr u âbâdan imaret ve mescid ve misafirhaneli bir tekye-i muazzamdır, yetmiş adet fukaraları vardır…”[22] Evliyâ Çelebi’nin bu yazdıklarına bakılırsa, Şeyh Nusret de, Hacı Bektaş-ı Velî ile birlikte, bizzat Hazret-i Pîr-i Türkistan’ın emri ile Anadolu’ya gelmiştir.
Evliyâ Çelebi’nin ziyaret ettiği Tokat’taki Gaj-Gaj Dede tekkesi hakkındaki ifadeleri de ilginçtir: Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nden nakledelim: “..Şehre hâil bir cihan-nümâ püşte üzere tekye-i Gıj-Gıj Dede Sultan tarik-i Yesevî’de bir ulu sultan imiş. Hacı Bektaş Velî-i Horasanî’yle diyâr-ı Horasan’dan gelüp izn-i Bektaş Velî ile bu kûh-ı bülend üzere sâkin olur. Kaçan kim celâl sıfat olduklarında ejderha gibi gıjıldadığından Gıj-Gıj Dede derlermiş. Himmeti hâzır ü nâzır ola. Sâhib-i kanâat birkaç fukaraları vardır.”[23] (Şehre bakan bir küçük dağ üzerinde olup, bir mesire olan ve o sırada birkaç kanaat sahibi dervişi bulunan bu tekkenin banîsi Gaj-Gaj Dede, Yesevî müridlerinden bir er olarak, Hacı Bektaş Veli ile Anadolu’ya gelmiş Celalî-Sıfat” bir Horasan ereni olup, cenk meydanlarında ejder gibi seslendiğinden “Gaj-Gaj Dede” ismini almıştır.)
Evliyâ Çelebi’ye Göre Balkanlarda Yesevî/Bektaşî İzleri ve Sarı Saltık
Evliyâ Çelebi’nin seyahatnâmesinde yer alan bilgilere göre Yesevî himmeti Anadolu’yu da aşarak Balkanlar’a ulaşmıştır. Balkanlardaki Özi seyahati anlatılırken “Menzil-i sahrâ-yı âsitâne-i Batova, yani Akyazılı Sultan” başlığı altında Akyazılı Sultan isimli Yesevi dervişinden şöyle bahsedilir: “… Der sitâyiş-i âsitâne-i Akyazılı Sultan: İsm-i şerifleri (….) (…) Belh [u] Buhara ve Horasan’da cedd-i izâmımız Türk-i Türkân Hoca Ahmed-i Yesevi halîfelerindendir. Hatta Hacı Bektaş-ı Veli Horasan’dan Rûm’a teveccüh etdiklerinde yetmiş aded kibâr-ı kümelin erenler ile Bektaş-ı Veli Bursa gazâsına Orhan Gâzi’ye geldiklerinde Hazret-i Sarı Saltık Bay ki ism-i şerifi Muhammed Buharî’dir, anlar ve Kaligra Sultan ve bu Akyazılı Sultan Bursa’ya bile gelüp ba’del-feth mezkûr erenler Rûm diyârında Bektaş-ı Veli izniyle post sahibi olurlar.” [24]
Rûmeli’nde rastlanan Yesevî dervişlerinden, esasen Hindli olup, Temeşvar’daki Lippa kalesinde 1567’de ölen Şeyhü’ş-şerîf Muhammedü’l-Hindî adlı bir Yesevî dervişinin öyküsü, Yesevî etkisinin Hindistan’a kadar ulaştığını kanıtlaması yönünden oldukça ilginçtir. Hindistan’ın Agra kentinden olan bu Yesevî Şeyhi, Ataî’nin ifadesine göre, “Şeyh Hacı Bektaş hizmetinde kalan Şeyh Rıza hulefâsından Ahmed Yesevî tarîkatında bir pîr”dir.[25]
Rûmeli’nin fethinin manevî öncüsü olan Sarı Saltık da, asıl adı Muhammed Buharî olan bir Yesevî dervişidir. Evliyâ Çelebi, Sarı Saltık’ın Karadeniz kıyısında Romanya’nın Silistre bölgesindeki türbesini ziyaret ettiğini belirtir. Rivayete göre, Ahmed Yesevî, Hacı Bektaş’tan sonra “Sarı Saltık” lakabı ile tanınacak olan Muhammed Buharî’yi de Horasan erenlerinden yediyüz kişi ile Anadolu’ya Hacı Bektaş’ın yardımına, Balkanlardaki müslümanların imdadına gönderir.
Evliyâ Çelebi “Bir mücâhid-i fisebilillah bir sultan idi..” diye övdüğü Sarı Saltık’a Ahmed Yesevi tarafından Rûmeli’nin fethinin hedef gösterildiği rivayetini anlatırken “ceddimiz pîr-i pirân-ı Türkistan Hoca Ahmed Yesevi ibn Muhammed Hanefî, Hacı Bektaş-ı Veli’ye imdat içün, yedi yüz âdem Horasan erenlerinden virüp” “Makedonya ve Dobruca ve yedi krallık yerde nam ve nişan sahibi ol” talimatı ile yönlendirildiğini belirtir.[26]
Menkıbevî maneviyat gücünü temsil eden ‘tahta kılıç’ı Sarı Saltık’ın beline kuşatarak: “Saltık Muhammed’im! Bektaş’ım seni Rûm’a göndersin. Leh diyarında delâlet gösteren Sarı Saltık suretine girip, o melunu bu tahta kılıçla katleyle! Makedonya, Dobruca’da, Yedi-krallık yerde nam ve şan sahibi ol!” diye nasihat eder. Hazret Sultan Yesevî’nin bu talimat ve emri yerine getirilerek, Anadolu’ya gelen Sarı Saltık’ın Hacı Bektaş Velî’yi bulur. Hacı Bektaş Velî’nin talimâtı ile Sarı Saltık, Rûmeli’ne geçerek Dobruca’ya yerleşen Sarı Saltık Rûmeli’nde sayısız kerâmetler gösterir, birçok küfür beldelerini fetheder ve bölge halklarını İslâm’a davet edip müslümanlaştırır.
Sonuç
Velâyetnâme-i Hacı Bektaş, Hoca Ahmed Yesevî ile Hacı Bektaş ilişkisini doğrudan yansıtması ile Türk Tasavvuf Tarihi’nin önemli bir eseridir. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi ise, Bektaşîliğin 17. yüzyılda Anadolu ve Balkanlar’daki etkinliğine tanık olan, yazarının kaleminden çıkan satırları ile, pek çok etnografik ve kültürel tarihî konuda olduğu gibi, Bektaşîlik tarîkatı tarihi yönünden de eşsiz bir kaynaktır. Özellikle Anadolu ve Balkan coğrafyasındaki, -hemen hemen bütün- Bektaşî dergâhlarını yerinden gözlemlerle derlemesi ve tarîkatın 17. yüzyıldaki durumunun bilançosunu sunması yönünden önem taşır.
Her iki eserden anlaşılması gereken, Ahmed Yesevî ile Hacı Bektaş Velî arasında doğrudan, birebir bir ilişki olmasa bile, Türk Tasavvuf Geleneği’nin bu iki ana damarından Bektaşîliğin, Yesevîlik ve kurucusu Ahmed Yesevî’den etkilenmiş ve tarîkat adâbının teşkilinde yararlanmış olduğu kesindir.
Şunu sorarlar, bunun aksini iddia eden, Hacı Bektaş ile Ahmed Yesevî’nin bütün ilişkisini gözardı etmek/ettirmek isteyen adama: Neden, muasırı binlerce ‘meczûb derviş’ arasından bir başkası değil de; Sulucakarahöyük’ün dağda koyun güden, münzevi bir sûfîsi öne çıkarılıp hakkında, kendisini Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî ile ilişkilendiren menkıbeler teşkil edilmiştir? Bu gibi savları, ‘meczûbane bir tavır’ ile ortaya atmak kolaydır da; asırların manevî birikimini boşa çıkartacak bir iddianın arkasında durmak zordur!..
Velâyetnâme, Seyahatnâme gibi tarihî metinlerde Hacı Bektaş ile Ahmed Yesevî arasında, bir manevî ilişki bulunduğunu gösteren tüm anlatıların uydurma -ve dolayısıyle geçersiz- olduğunu iddia eden akademik zevât da, uydurma olduğunu iddia ettikleri konulara “kendi halinde yaşayıp göçmüş bir meczûb” dedikleri Hacı Bektaş Velî’nin ‘konu kahramanı’ olarak seçilmesinin nedenini izah etmelidirler.
Bunu yapamadıkları sürece –ki yapamayacakları gün kadar aşikârdır- yazıp çizdiklerinin hiçbir kıymeti yoktur. Doğu ve Batı Türklüğü’nün manevî ufuklarında, asırlardır güneş gibi parıldayıp duran ve kanaatime göre kıyâmete kadar da gönül iklimimiz ısıtıp ışıtacak olan bu iki azîzimizi -Ahmed Yesevî ve Hacı Bektaş Velî- gözden düşürebilmeleri de, birbirlerinden uzak kutublara atabilmeleri de mümkün değildir.
(*) Araştırmacı-Yazar
İletişim: atahayati@gmail.com
—————————————————————————————–
DİPNOTLAR:
[1] Ocak, Ahmet Yaşar, Hacı Bektaş-ı Velî mad., Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), 14. Cild, Ankara, s.471-472. [2] Ahmed Yesevî’nin hayatı, ailesi, silsilesi ve halifeleri için bkz. Bice, Hayati, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, İnsan Yay., İstanbul, 2011. [3] Âşıkpaşazâde Tarihi (Tevârîh-i Âl-i Osman): 15. yüzyılın Osmanlı tarihçisi bir sûfî olan ve “Âşıkpaşazâde” olarak bilinen Derviş Ahmed Âşıkî’nin eseridir. Âşıkpaşazâde’nin eseri, yazarın büyük dedesi Baba İlyas Horasânî ile ilişkilendirilen Hacı Bektaş’a ilişkin olarak, aile içinde nakledilen şifahî bilgileri yansıtması ile tarihî yönden Hacı Bektaş hakkındaki kaynaklardan birisi olmakla beraber verdiği bilgilerin güvenilirliği tartışmalıdır. Atsız, Âşıkpaşaoğlu Tarihi, MEB Yay., İstanbul, 1992, s.164.Genelde Türk tasavvuf tarihinin -ve özelde Bektaşîlik yolunun- otoritesi, Prof. Dr. M. Fuad Köprülü’ye göre ise, Hacı Bektaş, 13. yüzyılda Anadolu Türkmenleri ve -bilhassa göçebe oymaklar arasında taraftar bulan Babaîlerin ünlü şeyhi Baba İshak’ın halifelerindendir. Köprülü, M. Fuad, Hacı Bektaş Velî mad., İslâm Ansiklopedisi, 2. Cild, Beşinci Baskı, İstanbul, 1979, s. 461-464.
[4] Velâyetnâme-i Hacı Bektaş: Kısaca Velâyetnâme olarak bilinen bu eser, Bektaşîliğin yazılı kaynaklarının en önemlisidir. Hacı Bektaş hakındaki sözlü rivayetlerin 15. yüzyılın son çeyreğinde kaleme alınması ile oluşmuştur. Hacı Bektaş’ın tarihî şahsiyetini ele veren bazı bilgiler yanında, Hacı Bektaş ve Bektaşilik ile Ahmed Yesevî ve Yesevîlik geleneği arasını bağlayan önemli verileri yansıtan eser, tarihî gerçeklerle menkıbeleri birbirine karıştırmasına rağmen Bektaşîliğin adâb ve erkânı ile ilgili değerli içeriği ile de önem kazanmıştır. Vilâyet-nâme: Manâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Velî, Yay. Abdulbakî Gölpınarlı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, -tarihsiz-. [5] Hacı Bektaş Veli, Fevâid, Yay. Haz. Baki Yaşa Altınok, Hacı Bektaş Velî Külliyatı, Gazi Ü. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 2010, s.19-167. [6] Ocak, a.g.m. [7] Ocak, a.g.m. [8] Bice, Hayati, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, , İnsan Yay., İstanbul, 2011, s. 264. [9] Ocak, a.g.m. [10] Vilâyet-nâme: Manâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Velî, Yay. Haz. Abdulbakî Gölpınarlı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, -tarihsiz-, s. 11. [11] Gölpınarlı, a.g.e., s. 16. [12] Köprülü, M. Fuad, Hacı Bektaş Velî mad., İslâm Ansiklopedisi, 2. Cild, Beşinci Baskı, İstanbul, 1979, s. 461-464. [13] Bice, a.g.e., s.261. [14] Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 3. Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul, 1999, s. 12. [15] Evliyâ Çelebi, a.g.e., s. 280. [16] Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 1. Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1996, s. 34. [17] Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 2. Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1999, s. 25. [18] Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 3. Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1999, s. 17. [19] Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 2. Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1999, s. 26. [20] Evliyâ Çelebi, a.g.e. s. 31,34.[21] Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 2. Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1999, s. 207-208.
[22] Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 3. Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1999, s. 146. [23] Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 5. Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-2001, s. 36.[24] Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 3. Kitap, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1999, s. 197.
[25] Zarcone Thierry, “Hindistan’da Türk Tasavvufu: Yesevîyye Örneği”, (Çev. Süleyman Derin), Dergâh, IV/38 (1993), s.19-20.[26] Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 1. Kitap,Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul-1996, s. 312.
KAYNAKLAR:
Atsız, Âşıkpaşaoğlu Tarihi, MEB Yay., İstanbul, 1992.
Bice, Hayati, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, , İnsan Yay., İstanbul, 2011.
Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, [Osmanlıca Tam Metin], 1.-5. Cild,Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul, 1999-2001.
Gölpınarlı, Abdulbakî, Vilâyet-nâme: Manâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Velî, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, -tarihsiz-.
Hacı Bektaş Velî Külliyatı, (Heyet) Gazi Ü. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 2010
Köprülü, M. Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, DİB Yay., Ankara, 1966.
***
“Dr. Hayati Bice, Hacı Bektâş Velî-Ahmed Yesevî ilişkisini irdelediği yazısı “Efsane mi Yoksa Gerçek mi?” sorusuna cevap veriyor.
PDF nüshasını online okumak için tıklayınız:
https://ulkucubellek.com/dr-hayati-bice-hoca-ahmed-yesevi-haci-bektas-veli-iliskisi/
Hayati Bice Kütübhanesi Kitab okumuyorsanız, tartışmayalım !…








