Ramazan Düşünceleri (2012)
Dr. Hayati BİCE
Ramazanın ilk yarısı geçtikten sonra yazmağa niyetlendiğim bu yazıyı, ancak bu mübarek ayın sonuna yaklaşırken yazabilme fırsatı bulabildim. Belki de böylesi daha iyi oldu: Kısa değerlendirmelerle iftarlardan kitap fuarlarına, teravihlerden Kadir gecesine uzanan bir Ramazan değerlendirmesi yapabilmem mümkün oldu…
Yılın en sıcak ve uzun günlerine denk gelen bir Ramazan’ın oruç tutan bedenlere fizikî ağırlığı bu yıl iyiden iyiye kendini hissettirdi. Ramazanın ilk on gününde çalıştığım kurumda oruç tutmamak için vicdanını rahatsız etmeyecek tıbbî bir fetva arayışlarına muhatab oldum. Ramazanı yarılarken çıkagelen Mısır’daki Ezher Üniversitesi’nden bir “âlim”e dayandırılan –belki de asparagastır- “Sıcak havalarda oruç tutulmayabilir” haberi, tam da o günlerde havaların yaklaşık on derece soğuması ile havada kaldı.
Geleneksel Ramazan Alışkanlıkları da Değişiyor
Bu yıl dikkati çeken bir durum olarak alışıldık Ramazan manzaralarının giderek ortalıktan çekilmesi oldu. Teravihlere olan ilginin azalması hakkında en az beş ayrı gözleme tanık oldum. Kendi mahallemizdeki oldukça büyük camiin ilk günlerde on safı bulan cemaati son günlerde üçte birine kadar inmişti. Kadir gecesinde aynı camiin tıka basa dolması insanımızın ibadet konusuna da faydacılık ekseninden yaklaştığını düşündürdü: “Bin aydan hayırlı bir gece”de kılınacak teravih de herhalde bin aylıktan daha fazla sevab kazanmak demektir diye düşünüldüğünü gösteriyordu.
Toplu iftarların da yıldan yıla gözden düştüğü –hiç değilse Ankara ölçeğinde- söylenebilir. Yüzlerce kişinin bir araya getirilip yenilip içildikten sonra herkesin çil yavrusu gibi dağıldığı şatafatlı sofralar neredeyse yok denecek kadar azdı. Bunun yerine kurumların kendi personelleri arasında ve dost gruplarının küçük mekânlarda düzenlediği herkesin kendisini ağırladığı, dostlukların pekiştirildiği iftarlar daha çok öne çıkıyor.
İftarlardan söz etmişken Ahmet Arslan/Hamdi Kılıç organizasyonu ile gerçekleşen Yeni Düşünce Ankara ekibinin iftar sofrası da, bahsettiğim türden bir dost meclisine dönüştü. Lütfi Şahsuvaroğlu, Adnan Şenel, Ömer Kanburoğlu, Hasan Yılmaz gibi dost simalarla epeydir görmediğim Yeni Düşünce’nin teknik ekibindenBiçer Yıldırım ile paylaştığımız sofrada, üzerinden yirmi yıl geçmiş günler yâd edildi. O gecenin benim için kalıcı ganimeti, Şahsuvaroğlu’nun Kafes kitabının oğluma imzaladığı yeni baskısı oldu.
Kur’an-ı Kerim’in Yeni Baskılı Versiyonları ve Tarihî Kur’an-ı Kerim Nüshaları
İlk yıllarından Dinî Yayınlar Fuarı olarak cami avlularında başlayan kitap fuarları Ankara’da ilk yılında olduğu gibi Kocatepe Camii avlusunda düzenlenmeğe devam ediyor. İstanbul’daki fuar ise birkaç yıldır Bayezid meydanına taşınmış olarak sürdürülüyor.
Ankara’daki fuara iki kez uğrama fırsatı bulabildim. İlk ziyaretimde daha önce belirlediğim birkaç eser yanında Kur’an-ı Kerim’in metninin hiç yanlışsız okunmasını sağlayacak şekilde Arab harfli satır altında Latin harfli okunuşların da yer aldığı bir Mushaf aldım. Aktif Yayıncılık tarafından üç yıl süren bir çalışma ile hazırlandığı belirtilen bu mushafın, özellikle -Kur’an okumayı bizzat öğrettiğim çocuklarım gibi- Arabca metni okurken zorlanan çocuk ve gençler için yanlış okumaları önlemekte faydalı olacağını düşünüyorum. Bu Kur’an-ı Kerim’in aynı sayfada Elmalılı Hamdi Yazır Meali’ni de içermesi, anlamı gözden kaçırmadan nitelikli bir Kur’an okuyuşunu mümkün kılıyor.
Aslında bu türden Kur’an metninin Latin harfleri ile yazımını içeren ilk eseri, İslâm dünyasının en tutucu hanedanının egemenliğindeki Suudî Arabistan’dan, Hacc için görevli olarak bulunduğum Medine-i Münevvere’de görüp almıştım. Suud yönetiminin, şeriatı kollayan resmi makamlarının onayını taşıyan bu Kur’anı Kerim, isimlerine bakılırsa Pakistanlı oldukları anlaşılan bir kurul tarafından hazırlanmıştı ve Kur’an’ın Arab ve Latin harfli metni ile İngilizce meali içeriyordu.
Ülkemizdeki Diyanet anlayışının uzun yıllar “okuma ve telaffuz hatalarına yol açar” endişesi ile soğuk baktığı bu yaklaşımın nihayet isteyenin aynı sayfada Arab harfli metni isteyenin Latin harfli metni okuyabileceği şekilde ortaya konmuş olmasını önemsiyorum. Benim gibi Kur’an-ı Kerim’i Arab harfli metinden okuma alışkanlığı edinmiş kişilerin bile -hattatların hareke yerleştirmekteki özensizliği nedeniyle- zaman zaman tereddüte düştüğü kıraat güçlüğünün aşılmasında bu ikili yazılışın çok işe yarayacağını biliyorum.[1]
Kitab fuarlarının hiç şüphesiz en çok satılan kitabı olan Kur’an-ı Kerim’lerin baskı kalitesi yönünden giderek daha özenli olarak hazırlandığını görmek kadar, Kültür Bakanlığı standında satılan Kanuni Sultan Süleyman döneminde yazılmış Ahmed Karahisarî imzalı Kur’an’ın tıpkıbasımı yanında IRCICA standındaki Hz. Osman ve Hz. Ali nüshalarının kopyaları ilgilisi için çok önemliydi.
Yeni Yayınlar; Eskimeyen Kitablar
Ankara Kitap Fuarı’nda, iki kitabımın [2] satışta olduğu İnsan Yayınları’nın dokuz yıldır kitab fuarlarında görev alan stand sorumlusu ile uzun uzun sohbet edip kitap fuarlarının geçmişi/geleceği üzerine fikirlerimizi paylaştık. Kitab fuarı okur profilinin yıldan yıla daha aşağıya doğru gittiğinden; entellektüel ilgiye hitap eden kitablar yerine cazibedâr kapaklar içerisinde içerik yoksunu, okunup bir kenara atılacak kitabların piyasayı sardığından yakınan arkadaş, bu gidişle fuarların ülkemizdeki dinî hassasiyet sahibi insanlarının algı düzeyine katkıda bulunma fonksiyonunu yitirme noktasına çok yaklaşıldığını belirtti.
IRCICA standından İslam Hat Koleksiyonu Albümü, Kültür Bakanlığı standından Namık Kemal, Arif Nihat Asya biyografileri ile Maturidi Düşüncesi konulu eserleri aldım. Geçen yıl Semerkand’da Ölüm adlı eseri ile tanıştığım ve ilginç kitaplar yayınlayan Mana yayınlarından Doğu’nun Romantik Olmayan Yüzü, Cemaat DiktatörlerininPsikanalizi kitabları ilgimi çeken eserler oldu. İnsan yayınlarından Abdulkadir Geylanî Risaleleri, Emir Abdulkadir Cezayirî biyografisi, Cemaleddin Mahmud Hulvî’den Câm-ı Dil-Nüvâz -Gülşen-i Raz Şerhi-, Yazıcıoğlu Ahmet Bican’dan El-Münteha –Füsusu’l-Hikem Şerhi- almadan geçemeyeceğim eserlerdi. Tefsir alanındaki çalışmaları ile dikkat çeken Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak -Tefsirde Anakronizme Red Yazıları- ilgimi çeken kitablardandı.
Türk Dil Kurumu standında gördüğüm asırlar önce Karahanlı Türkçesi ile yapılmış bir Kur’an-ı Kerim Tercümesi, almayı planladığım halde -mevcudu kalmadığı için- alamadığım bir kitab oldu.[3]
“Derviş Keşkülü”
Kitablardan bahsetmişken tasavvuf akademisyenleri arasında üretkenliği ile öne çıkan Prof. Dr. Necdet Tosun’un imzası ile ‘tatlı bir Ramazan armağanı’ olarak, elime ulaşan ve Erkam Yayınları’nca yayınlanan Derviş Keşkülü eserinden birkaç satırla da olsa bahsetmeliyim.
Eser, Prof. Dr. Necdet Tosun’un daha önce çeşitli yayına organlarında yayınlanmış önemli makalelerinin bir araya getirilmesi ile oluşturulmuştur. Kitabdaki başlıklar arasında yer alan Tasavvufta İstidadın Önemi, Tasavvufî Eğitimin Gayesi, Tasavvufun İslâm Sanatlarına Tesiri, İslâmiyet’in Yayılmasında Sûfîlerin Hizmeti, Mürşidin Lüzumu, Tasavvuf Kültüründe Çiçek, Tasavvuf Kültüründe Tekke Yemekleri, Tasavvuf Kültüründe Meyve, Sûfîlerin Gözüyle Hoşgörü, Sûfîlerin Miracı, Oruçlu Müslümanın Rüyası, Haccın Manevî Anlamı, Yesevîlik’te Zikr-i Erre, Veysel Karanî ve Tasavvufta Üveysîlik, Orta Asya’da Bazı Dinî-Tasavvufî Gelenekler, Orta Asya ve Doğu Türkistan’da Yazılmış Türkçe Menâkıbnâmeler gibi başlıklar, okura kitabın niteliği hakkında bir fikir verecektir.
Değerli akademisyen Tosun’un Derviş Keşkülü kitabındaki önemli makalelerden olan “Orta Asya’da Bazı Dinî-Tasavvufî Gelenekler” başlıklısından, Türkistan’da gezilerimde dikkatimde çeken bazı önemli kişilerin, tasavvuf büyüklerinin kabirlerinin başucunda bir simge olarak yükseltilmiş tuğlara ilişkin açıklamayı kitab hakkında bir fikir sahibi olabilmeniz için sizlerle paylaşmak isterim:
Tuğ:
“Türkçe’de bayrak, sancak anlamına gelen tuğ, Orta Asya’da evliya mezarlarının alameti olarak mezarın yanına dikilen ahşap direk ve ucundaki sancağa verilen addır. Ahşap direğin üst kısmında açık el (pençe) ya da başka şekillerde metal bir kısım olur. Bu kısım bronz, demir ya da gümüşten yapılmıştır. Metal kısmın altında (üçgen şeklinde beyaz bir kumaş (sancak) yer alır. Semerkand’daki Şiiler’in mezarlarında ise kumaşın rengi kırmızıdır. Bu kumaş çoğu zaman bir atın kuyruk kıllarıyla, bazen de orta büyüklükteki bir çan ile süslenmiştir.
Orta Asya’da en azından XIV. yüzyıldan beri evliya türbelerine tuğ dikme geleneğinin var olduğu anlaşılmaktadır. Tuğ, mezarın yanından geçen yabancılara burada bir velinin yatmakta olduğunu bildirmek ve hayır dua etmelerine vesile olmak gayesiyle dikilmekteydi. Tuğ’un üst tarafında Kur’an’dan ayetler ya da “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Hazret-i …” gibi ibareler bulunurdu.
Sovyetler döneminde, din karşıtı ateistler tarafından birçok tuğ yok edilmiştir. Özgürlükten sonra da en azından Özbekistan’da Vehhabiler tarafından bidat olduğu gerekçesiyle bazı tuğlar ortadan kaldırılmıştır. Ancak Orta Asya Türk kültürünün bir parçası olan tuğlara hala rastlamak mümkündür.” [4]
Nice Ramazanlara…
Bu yazımda kısaca da olsa TV’lerdeki Ramazan programları hakkında da birkaç noktaya temas etmek isterdim. Bu değerlendirmemi, yazı hacminin göz önüne alarak -nasib olursa- bir başka yazıya ertelemek zorunda kaldım.
Ramazan’ın son birkaç gününe girdiğimize göre, okurlara veda ederken “Nice Ramazanlara sağlık ve huzur içerisinde ulaşma” dileklerimi arz edebilirim. Bu vesile ile gelecek olan Ramazan Bayramı’nın da hayırlara vesile olmasını Rabb-i Rahim’imden niyâz ederim.
______________________________________
İletişim:http://www.hayatibice.net
Prof. Dr. Necdet Tosun, Derviş Keşkülü, Erkam Yayınları, İstanbul, 2012, s. 108-109.