Free songs
Ana Sayfa / Kültür / Siyaset / Strateji / Türk Dünyası’na Türkiye’den Bakışlar

Türk Dünyası’na Türkiye’den Bakışlar

TÜRK  DÜNYASI’NA  TÜRKİYE’DEN  BAKIŞLAR *

 

                Tarihi vetire neticesinde Türkiye dışında yaşamak durumunda kalmış olan dünya Türklüğü’nün değerlendirilmesi sahasında günümüze kadar, değişik ve çelişik görüşler savunulagelmiştir. Bunların hepsini ayrı ayrı ele alarak sorgulamak bir yazı sınırlarını zorlamakta ve sosyolojik yönleriyle değerlendirilmek üzere araştırmacılarını beklemektedir.

 

                Biz burada kısaca, Türkiye kamuoyunda “Esir Türkler”,  “dış Türkler” olarak anılan konular etrafında oluşmuş kanaatleri global planda ele alarak değerlendirmeğe çalışacağız. Bu değerlendirmemizde bölgelere ve demografiye ilişkin konularda ayrıntıya inmekten kaçınılmıştır. Ayrıca kamuoyunun pek yakından tanıdığı hamasi, subjektif klişelerin de Türk milliyetçilerince sorgulanması lüzumunu belirtmek zorundayız. Çünkü bu gibi ‘ayağı yere basmayan’ yaklaşımlar Türk Dünyası’na  büyük faydası olacak enerjiyi, bir iki paragraflık klişeleşmiş yazı, 3-5 dakikalık  bir hamaset nutku atılması noktasında tüketmekten başka işe yaramamıştır.

 

                Türkiye kamuoyunun Türk Dünyası’na bakışındaki yanlışlıkların bizce en mühim olanlarını kısaca sorguladıktan sonra ‘doğrusu ne?’ sorusunun cevabını açık bırakıyor ve Türk milliyetçilerini fikretmeğe çağırıyoruz.

 

                Bu noktada daha fazla geçiktirmememiz gereken bir borcumuza dikkatinizi çekiyorum. Bu borç Hindikuş sırtlarında, Amuderya boylarında dilinde Kelime-i Tevhid ‘bir gül bahçesine girercesine’ toprağa düşen soydaşlarımızın vasiyeti olarak üzerimizde duruyor. Şu anda Afganistan’ın kuzey bölgesinde Güney Türkistan’da Türklüğünün en faal unsuru olarak düşman istilasına  karşı cihad eden soydaşlarımıza olan borcumuzun bir kısmını yerine getirebilirsek ne mutlu bize…

 

                Afganistan’daki cihadın Türk Dünyası’ndaki etkilerine değindikten sonra genel değerlendirmemize geçebiliriz.

 

                Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesi olayı Türk Dünyasını hem Afganistan uyruğunda yaşayan Türkler yönünden hem de SSCB dahilindeki Türkler yönünden olarak yakından ilgilendirmektedir.

 

                Afganistan ülkesinin Hindikuş dağlarıyla ayrılmış olan Kuzey bölgesi Türklerle meskundur ve Güney Türkistan -veya yanlış bir tabirle Afgan Türkistan’ı- olarak bilinir. Güney Türkistan’da çoğunluğu Özbek boyundan olmak üzere Türkmen, Kırgız ve diğer boylardan değişik kaynaklara göre 5-7 milyon Türk yaşamaktadır. Ayrıca Afganistan’ın İran’ın komşu orta bölgelerinde de 3 milyon kadar -diğer Türk boylarından farklı olarak Caferiyye mezhebine mensub- Hazara Türklerinin mevcudiyeti bilinmektedir. Ayrıca yüzyıllar boyunca Afganistan idaresini ellerinde bulunduran Türk soyundan  bazı boyların dillerini kaybetmeleri neticesi Afganlılaştıkları da bütün tarihçilerin kabul ettiği bir olgudur. Genelde Afganistan nüfusunun en az yarısını Türk soyluların teşkil ettiği kabul edilmektedir.

 

                İşgal öncesi yıllarda idareyi elinde bulunduran Afgan(:Peştun ) asıllıların Türk soylu vatandaşlarına ikinci sınıf muamelesi yaptıkları bilinmektedir. Bu konuda çeşitli  misaller vermek mümkünse de bugün için bir faydası olmıyacağına inanıyorum.

 

                Sovyet işgalinden sonra başlayan ve halen  de devam  etmekte olan İslami direniş Afganistan’daki Türkler için milli bir cephe de taşımaktadır. Bölgedeki Türklerin bir kısmı Rus işgali sonrasında Batı Türkistan’dan hicret edenlerin çocuklarıdır. Dlayısıyle cihad Türk-Rus mücadelesinin yeni bir raundu da sayılabilir. Halen Afganistan Kuzey vilayetleri İslami İttihadı adlı bir teşkilat altında mücadele etmeğe devam eden Türk mücahidlerin lideri ise Azad Beg adlı soydaşımızdı.

 

                Sovyet işgaline karşı direnişin en önemli sahası olan Kuzey Afganistan : Güney Türkistan’daki mücadele konusunda Türkiye kamuoyunun bilgisi yok denilecek kadardır. Bugün Türkiye’de Hizb-i İslami lideri Gülbeddin Hikmetyar, Cemaat-i İslami lideri Burhaneddin Rabbani kısmen de olsa bilinmekte ancak Azad Beg ve Türk mücahid grubları hiç bilinmemektedir. Güney Türkistan en kanlı çarpışmaların alanı halinde olmasına rağmen Rus işgalindeki Türkistan’ın Amu Derya nehri ile ayrıldığı için Rusları rahatsız etmektedir. Bu sebeple Rusların  dayatmasıyla bu bölgeye beş yüzbin  Peştun yerleştirilmesi ve böylece iki Türk bölgesi arasına fiziki bir engel konulması planlanmış ancak mücahid teşkilatlarının engellemesi neticesinde kuklaAfganistan yönetimi bu emiri icra edememiştir.

 

                Bölgenin sert bir mücadeleye sahne olması sebebiyle yönetimin de katkısıyla olabilecek göç hareketleri mücahidler tarafından yasaklanmıştır.

 

                Afganistan’ın işgali Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türkler yönünden de son derece önemli tesirlere yolaçmıştır. İşgalin ilk yıllarında Sovyet ordusunda yer alan Türk soylular işgal edilen bölgede kendi soylarından, bazen boylarından mücahidlerle temaz ettikçe olayın mahiyetini kavramışlardır. Bu ise Sovyet harekatının başarısızlık sebeplerinden birini oluşturmuştur. Ayrıca mücahidlerden alınan Kur’an-ı Kerim’lerin SSCB’ye sokulmasına ve bu Kur’an-ı Kerim’lerin Rus işgalindeki Türkistan’da rağbet görmesi ne engel olamayan Sovyet idaresi çareyi Afganistan’dan resmen Kur’an-ı Kerim ithalinde bulmuştur. Öte yandan işgal esnasında Sovyet ordusunda yer aldığı için ölen Türk soylular da Ruslar için bir mesele haline  gelmişler ve 1982 yılında Kazak Türkleri’nden Afganistan’da ölenlerin cenaze töreni çeşitli isyanlara yol açmıştır.Kazak Türkleri ölülerinin  İslam ahkamına uygun şekilde ve Türk mezarlığına gömülmesini taleb ederek başkaldırmışlardır. Bu gibi hiç beklenmiyen ve hesapta  olmayan yüzlerce meseleyle karşılaşan  Ruslar daha sonra Afganistan işgal birliklerindeki Türk soyluları geri çekmek zorunda kalmışlardır. Ancak geri çekilen Türk  asıllı  Sovyet  vatandaşlarının cihadın tesirlerini beraberlerinde obalarına, yurtlarına götürdükleri de muhakkaktır. Sovyetler Birliği’nin  “yenilmez” Kızılordusunun Afganistan’ın işini bir türlü bitirememesinin yol açtığı sorunlar Kremlin  yöneticilerinin başını ağrıtacağa benzemektedir.

 

                Tarihin akışı içinde Türkiye dışında yaşamak durumunda kalan ve çeşitli ülkelerde çeşitli idarelerde bulunan Türkler konusu değişik planlarda Türkiye’de tartışılmıştır. Bu tartışmalar maalesef Türk dünyası yönünden verimli bir mecrada seyretmiştir diyemiyoruz. Bu nihai tesbitimizi saklı tutarak Türkiye kamuoyunda Dış Türkler satırbaşları ile şöylece sıralayabiliriz:

 

-Türkiye dışında da Türklerin yaşadığı gibbi fiziki bir gerçekten habersiz milyonlarca vatandaşımızın  bulunduğu bilinen bir gerçektir. Halen de bu cehalet bazı kesimlerde devam etmekte ise de gün geçtikçe bu konuda ilerlemeler kaydedilmektedir. Bu ilerlemede basın, yayın ve iletişim imkanlarının artışının rolü yanısıra Türk milliyetçilerinin ve bu meyanda Türk Ocakları’nın önemli hizmetlşeri olmuştur.

 

-Türkiye dışında ‘esir Türkler’ bulunduğunnu bilen-öğrenen bazı kesimlerde ise adeta hurafe gibi yayılan bir  yanlışlıkla ‘o dışardaki’ Türklerin artık Türklükleri’ni  kaybettikleri ve Ruslaştıkları, Bulgarlaştıkları, Arablaştıkları, Yunanlılaştıkları… söylenir olmuştu. Bu fikirleri savunanların  -hem de bazen en olmadık yerlerde- en küçük bir dayanakları, ilmi hiçbir verileri olmadığı halde etkili de olabildikleri görülebiliyordu. Bu konuda da müsbet yönde değişmeler hepimizin malumudur. Bu gibi malul  fikirlerin savunucusu kişilerin günümüzdeki en önemli informasyon kaynağı olan televizyonun etkisi bu alanda öne çıkmış görülmektedir.

 

-Türk Dünyası’nın değerlendirilmesi konusuundaki bir diğer yanlış tutum ise ‘dış Türkler romantizmi’ olarak adlandırabileceğimiz ve hemen hepsi Türk milliyetçisi olan kişi ve gruplarda ortaya çıkan elleri kelpçeli, ayağı zincirli, dudağı çatlamış bir esir Türk imajıdır. Bu imajdaki esir Türk, gözlerini Türkiye’ye dikmiş, eli-kolu bağlı , kendi varlığını koruma yolunda hiçbir çabası olmayan mazlum amma pasif bir varlıktır. Belki hepimizin böyle düşündüğü zamanlarımız olmuştur; belki bazılarımız halen de böyle düşünmektedir. Ancak dış Türkler ile olan temasımız, kültürel alışverişimiz arttıkç.a bunun hiç de öyle olmadığıo farkedilecektir. Hala bu konuda tereddütleri olan soydaşlarımın  şu soruların cevabları üzerinde kafa yormalarını rica ediyorum: Cengiz Aytmatov’un kitaplarını okudunuz mu? Halen ‘Çağdaş Türk Edebiyatı’ profesörü olarak kürsüsü olan Bahtiyar Vahabzade ile kıyaslayabileceğimiz bir profesör şair tanıyor musunuz? “Ey veten toprağın ezizdir mene” diye çağıran Zeyneb Hanım Hanlar gibi bir ‘assolist’ dinlediniz mi şimdiyekadar? Bu soruları çoğaltarak kafanızı iyice karıştırmak istemiyorum. Bunları cevaplandırabilen arkadaşların Türk Dünyası’nın realitesi hususunda oldukçanet görüşlere sahibolduğunu düşünüyorum.

 

-Türkiye dışında yaşayan Türkler konmusunddaki en olumsuz yaklaşımlardan  bir örneği de İslami duyarlılığı ön planda olan kardeşlerimiz ortaya koymuşlardır. Bu tutum adeta Türkiye dışındaki bu müslüman Türklerin yok sayılması şeklinde özetlenebilir, bunun bir uzantısı olarak Dış Türkler’den sözetmek de ‘asabiyyet’olarak kınanıyordu. Oysa aynı kişilerin Eritre, Filipinler gibi yerlerdeki müslümanlarla ilgili oldukları  kendi beyanatlarıyle belliydi. Mesela, Hama’daki müslümanla ilgilenmek gerekliyken Buhara’daki müslümanın adı bile anılmıyordu. Birtakım siyasi sebepleri de olan acaib tutumunda giderek değiştiğini müşahede etmekteyiz. Aydın olma haysiyetine sahibolan  müslümanlar bu konudaki çemberi kırma yolundadırlar ki bu esasında İslami duyarlılığın bir gereğidir.

 

– Türkiye  dışındaki Türklerin hali konusundaki en tutarsız yorumlardan biri olan ancak ilmi bir kılıfa büründürülerek takdim edildiği için bazı zihinleri bulandıran bir görüş de ‘Anadolu dışındaki Türkler’in -marksist şemaya göre feodaliteden burjuvaziye (İbn-i Haldun’a göre bedeviyyetten hazariyyete) geçememeleri sebebiyle sosyolojik gelişme geriliği yüzünden bugünkü duruma mahkum oldukları şeklindedir. Batı kaynaklı şablonlara karşı  olduklarını bildiğimiz ancak bu konuda Batılı sosyolojik  şablonları kullanan milli konulardaki hassasiyetlerine inandığımız bu görüş sahibleri şu konuları düşündüler mi acaba? Kur’an-ı Kerim’den sonra müslümanların en önemli kaynağı olan Sahih-i Buhari’nin derleyicisi İmam İsmail Buhari, Ehl-i Sünnet’in akaid imamı Ebu Mansur Maturudi, Nakşıbendiyye ulusu Bahaeddin Nakşıbend hangi mübarek iklimde kök salmışlardır? Öte yandan Türk büyükleri dendiğinde aklımıza ilk gelen isimler olan İbn-i Sina, Farabi, Biruni, Uluğbek, Fuzuli, Nevai, Ahmed Yesevi, Mevlana Celaleddin, Hacı Bektaş, İmam Şamil hangi medeniyyet birikimine dayanarak yola çıkmışlardır? Düşünülmeğe değer!

 

                Türk Dünyası’nın bugünkü durumuna ilgi duyan her Türk milliyetçisinin ezbere bilmesinde çok büyük mülahazalar ve faydalar olacağına inandığım bazı sert ve acı gerçekleri ihtiva eden rakamları sunmak istiyorum. Bu rakamları önüne koyan ve başını iki eli arasına alarak fikreden her Türk, yapacağı her çalışmada, söyleyeceği her sözde daha dikkatli ve gerçekçi olacaktır. Bu dikkat ve realizmin Türk Dünyası için yapacağımız faaliyetleri daha anlamlı hale getireceği açıktır.

 

                Türklerin %42,07’si (48.849.650 kişi) Sovyetler Birliği’ndedir, ve bunlar Sovyet nüfusunun (1978’de 258.950.000 kişi) %18,86’sını teşkil eder. Türklerin %10,6’sı ( 12.310.000 kişi) Çin Halk Cumhuriyeti’ndedir ve bu ülke nüfusunun (1978’de 865.000.000 kişi) %1,46’sını karşılar. Bu ikisi dışında ve başka yabancı ülkelerdeki Türkler 11.310.000 kişidir ve bütün dünya nüfusunun %9,74’üdür. Buna göre Türklerin ancak %37,6’sı kendi egemen topraklarında yaşamaktadır. Pratik bir hesapla her 10 Türk’ten 4’ü Türkiye ve KKTC’de, 4’ü SSCB’nde, 1’i Çin HC’nde ve 1’i de başka bir diğer ülkenin yönetiminde yaşamaktadır.

 

                Üzerinde Türk dilinin konuşulduğu yerler 10.955.840km2 olup Avrupa kıtasından biraz büyüktür. Türklerin üzerinde yaşadığı toprakların %75,55’i (8.279.000 km2 ) Sovyetler Birliği; %15,08’i (1.651.800 km2) Çin HC; %2,2’si (243.040 km2) başka devletlerin yönetiminde ve yalnız %7.55’i (784.000 km2) Türklerin kendi yönetimindedir. Sovyetler Bİrliği’nin (22.402.200 km2) %36,96’sı; Çin HC’nin (9.596.952 km2) %17,21’i, Türklerin yaşadığı yerlerdir. Pratik bir hesapla üzerinde Türklerin yaşadığı topraklardan her 20 km2’sinin 15’i Sovyet, 3’ü Çin, 0,5’i başka yabancı devletler ve ancak 1,5’u Türklerin kendi yönetimleri altındadır.(*)

 

                Nüfus ve toprak üzerine yapılmış bu tesbitleri birleştirdiğimizde önümüze önemli bir gerçek serilmektedir. Türklerin kendi yönetimindeki Türk topraklarının %7,55’ini teşkil eden bir sahada dünyadaki Türk nüfusunun %37,6’sı yaşamaktadır (Türkiye ve KKTC). Çeşitli yönetimler altındaki Türk topraklarının %92,45’inde ise Türk milletinin %62,4’lük kısmı yaşamak durumunda kalmıştır…

 

                Türkiye coğrafyasına sıkıştırılmış bulunan Türk Dünyasının göreceli olarak serbest kesimi ve bu kesimin en şuurlu kısmını teşkil eden Türk milliyetçileri artık sorumluluklarının ağırlığını kavramalı ve şuurlu bir yaklaşımla tez ve icraatlarını ortaya koymalıdırlar. Gün bu gündür!

—————————————

[*] Bu makale Yeni Düşünce haftalık gazetesinde Dr. Hayati Bice’nin o yıllarda kullandığı  mahlas olan Dr. Oğuz Karaçay imzası ile  yayınlanmıştır.

 

(*) Kaynak: Dr. Osman Nedim Tuna, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,  Ağustos 1983, Sayı: 25, Sahife:1-6

Hakkında editor

Yoruma kapalı.

Yukarı Kaydır