Şahsenem’in Gözyaşları
Türk Ocakları’nda iki yıldır sürdürülen “Kuşluk’ta Yazarlar” toplantısında değerlendirilen Dursun Kuveloğlu’nun “Şahsenem” romanını ancak toplantıdan bir yıl kadar sonra okuyabildim. Kuveloğlu’nun Ermeni Soykırım İddiaları konulu konferansından sonra kitabı hemen okudum. Okuduktan sonra değerlendirme yazısı yazmayı ise bir görev bildim.
“S. Dursun Kuvel” imzası ile yayınladığı kitabında yazar, 1915 yılında yaşanan kanlı olayları ve ardından gelen tehciri canlı tasvirlerle anlatmıştı. Kitapta tehcire yol açan ortam anlatılırken “kötü Ermeniler” yanında “iyi Ermeniler”; Nihad Paşa, Yüzbaşı Samed örneklerinde “kahraman Osmanlı Askerleri” yanında Yüzbaşı Halûk gibi fırsatçı zabitler de tasvir edilerek, kitabın tarafsız bir bakışla, tek yanlı bir anlatımdan uzak bir şekilde yazıldığı okura hissettirilmeğe çalışılmıştı. Bu tarafsızlığı sağlamada yazarın başarılı olduğunu söyleyebilmek –üzülerek mi desem!- mümkündür.
Şahsenem’in Dramı
Kitaba ismini veren Şahsenem, Doğu Anadolu’da katliama uğrayan mazlum köylerden birisinde yaşayan bir çocuk iken, ailesinin tümünün Ermeni çetelerince katledilmesinden sonra “iyi Ermeniler” tarafından sahiplenilerek İstanbul’a getirilen bir kız çocuğu. Şahsenem’in kitabın başında bu şekilde İstanbul’a getirilişinden sonra bölgede görev yapan bir Osmanlı Paşası’nın (Nihad Paşa) himayesine girer. Kitabın sonunda, günümüze gelinerek, Ermeni propagandasına karşı görev üstlenecek olan Şahsenem’in torunu “gazeteci görünümlü” Müçteba ve Zeynep ile tanışırız. “Nihad Paşa’nın Hatıra Defteri”, torunu tarafından iletildiği gazeteci Muvaffak tarafından bir gazetede tefrika edilip yayınlanır. Bu yayın üzerine günümüzdeki Ermeni örgütlerinin hedefi haline gelen ailenin kızı Zeynep, bir suikaste maruz kalıp yaralanır. Kitabın sonunda yaşlı nine Şahsenem’i hayata veda ettiren bomba da, bu hedef haline getirilişin sonucudur. Bombanın yol açtığı yangın ile kitabın başındaki “kötü Ermeniler” tarafından yakılan Türk köyleri sahnesine dönülür.[1]
Geneli itibarıyla Doğu Anadolu’da geçen kitapta, Erzurum-Maraş hattında Türk ve Kürt müslümanlara yönelik Ermeni katliamları tarihî verilerden yola çıkılarak tasvir edilmiştir. Antranik yönetimindeki Ermeni Taşnak çetecilerinin bölgede yaptıkları katliamlar anlatılırken, uygulanan işkenceleri tarif eden ifadeler, yer yer kitabı okuyacak çocuk ve gençler için dayanılmaz derecede ağırlaşıyor. Bu işkence sahnelerinden daha önemli olarak, zamanın Ermeni din adamlarının ve bütün Anadolu’yu saran misyoner okullarının Ermenilerin Osmanlı’ya isyanında oynadıkları provokatif rollere de kitapta yer verilmiştir. Bu provokasyonun vurgulanması yerinde olmakla beraber, Batılı güçlerin, bölgede Ermeni çetecileri katliama teşvik etmedeki kışkırtıcılıklarının yeterince sorgulandığını söyleyemem.
Kitabın “kötü Ermeniler”inden birisinin Sovyetler Birliği içerisine kurulan Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti’ne destek veren ırkdaşlarını ihanet ile suçlaması ve bunu protesto ederek “film yönetmeni olmak üzere” Holywood’a göç etmesi de ayakları fazlaca yere basmayan bir anlatım olarak değerlendirilmelidir. ABD’de Sivas’ın Suşehri’nden öykünen Ermeni göçmenler tarafından kurulan Watertown kasabası da kitabın ilginç ayrıntılarından birisi olarak dikkat çekiyor. Kitabın sonlarında bir vesile ile yakınlarda kime ait olduğu tartışma konusu yapılan “Sarı Gelin” türküsünün bir Erzurum türküsü olduğu vurgulanarak kitaba magazinel bir boyut ta katılmış.
‘Kripto’ Sorunu Bu Kadar Basit mi?
Kitabın sonunda verilen “Faydalanılan Kaynaklar” listesi kitabın belgesel yönünün zayıf kalışını anlamamızı zorlaştırıyor.[2] Eserde “kripto” konusuna nasıl değinildiği ve bu sorunun bugünkü Türkiye’nin başağrısı olan konuyla nasıl irtibatlandırılacağı, kitabı okumağa başlarken en çok merak ettiğim konulardandı. Bütün kitap boyunca pek çok kez yeri geldiği halde Ermeni tehcirine maruz kalan toplam nüfusun ne olduğu, “zorla müslümanlaştırılan/gizli Ermeniler’in durumu gibi önemli soruların net bir yanıtını bulamadım.
Kitapta “zorla müslümanlaştırılan/gizli Ermeniler’in ortaya çıkışının sadece sürgün sırasında Kürt aşiret reislerine “hibe edilen” kadınlara dayandırılması tarihî gerçeğin olsa olsa bir kısmıdır. Basına düştüğünden bu yana gündemde olan İmralı Tutanakları’ndaki “Said Nursi’nin köyü bir Ermeni köyü idi.” iddiasının ilgili çevrelere bir bomba gibi düşmüş olması bile, tek başına, bu konunun önemini ve günümüzdeki etkisini ortaya serdi. Doğrusu, konunun Ermeni sorununun konu edildiği bir kitapta, daha derinlemesine araştırılıp yansıtılmasını beklerdim. [3]
Sovyet Rus İmparatorluğu’nda Türk düşmanlığında birleşen Ermeni ve Rusların işbirliği içerisinde yaptıklarını Sovyet tarihinin birçok yerinde bulabiliriz. Özbekistan’ın sürgündeki muhalefet lideri Muhammed Salih’in “Yolname” adlı anı kitabında yer alan anlatımları sadece bir örnek olarak verebilirim.[4]
“Şahsenem”in Filmini kim çekecek?
Kendimi bildim bileli, yıllardır “sözde Ermeni soykırım iddiaları” dile getirilir ve buna karşı “alınması gereken tedbirler” diye sayısız toplantılar yapılır.
Önerilen tedbirlerden birisi de, Ermeni iddialarının yanlışlığını ortaya seren sanat eserleri -roman ve senaryolar- yazılması ve sonra da bu eserlere dayanılarak filmler çekilmesidir.
Dursun Kuveloğlu yazdığı “Şahsenem” romanı ile bu tekliflerden ilkini ve en önemlisini yerine getirmiştir. Kendisini bu millî hizmeti nedeni ile kutlamak, her Türk’ün boynunun borcudur. Bu borçtan kendi hissesine düşeni yerine getirmek isteyen her Türk, Şahsenem’i okumalı, okutmalı ve 24 Nisan 2015 gelmeden önce üzerine düşen görevin hiç değilse bu kadarını yerine getirmelidir.
1915 yılında yapıldığı iddia edilen sözde soykırımın 100. Yılında yapılacak Ermeni propagandalarına karşı ne yapılabileceğini düşünen yetkili var ise, onlara bir çağrım var: İşte, Ermeni propagandalarına karşı bir çözüm olarak, Dursun Kuveloğlu’nun kitabı, kurgusu ve diyalogları kolayca senaryolaştırılabilecek bir metin halinde önümüzde/önünüzdedir. Kuveloğlu’nun “Şahsenem” romanından hareketle yazılacak senaryoyu film projesi haline getirip ilgili kurum ve kuruluşlardan destek alabilecek bir yapımcıyı bulmak da, herhalde bana değil sizlere düşer.
Buyurun söz de, yetki de sizin… Daha ne duruyorsunuz?!…
_______________________________________________
(*) Dr. Hayati Bice, Ülkücü Yazarlar Derneği (ÜLKÜ~YAZ) Genel Başkanı.
İletişim: http://ulkuyaz.org.tr
[1] ŞAHSENEM’İN YANGINLARI
“Vakit gece yarısına henüz gelmişti ki gecenin sessizliğini param parça eden silah sesleri ve feryatlar yükselmeye başladı. Silah seslerinin arasında duyulan küfür ve hakaretler bütün köyü inletiyordu. Herkes yataklarından fırlamış, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Köyün içine doluşan atlılar, bir yandan havaya ateş açıyor, bir yandan da boşattıkları evleri ateşe veriyordu. Güneşli köyü alev alev yanıyordu. Sadece köy meydanındaki cami ateşe verilmemişti. Kadınları ve erkekleri meydanda toplayan silahlı adamlar, köyün erkeklerini silah zoruyla camiye doldurmuştu. Eşkıya, kapılarını kilitlediği camiyi, tam yakacakken elebaşıları olduğu anlaşılan tiz sesli biri tarafından uyarıldı: “Dur bakalım Kevork! Bu köyde birkaç Ermeni aile var. Kalciyan ve Dirgovan ailelerini kenara ayırın.”
Emri alan birkaç silahlı Ermeni çeteci, caminin kapısını açarak Artin Kalciyan ile Mko Dirgovan’ı dışarı çıkardı. Artin Kalciyan silahlı gruba, “Karım ve kızlarım da orada.” diyerek ailesini işaret etti. Bunun üzerine Zibet Hanım ile kızlan Manoş, Vartanoş ve Ehsapo da Artin’in yanına gelerek meydandan uzaklaştırıldı. Nalbant Mko’nun nutku tutulmuştu. Şahsenemle göz göze gelmesiyle kendine gelebildi.” (Şahsenem, s.129)
***
“İstanbul’daki evlerini çoktan terk etmiş, ardında bıraktığı hayatına geri dönmüştü… Narin bedeniyle küçük Şahsenem, rengi gibi yüreğini de solduran kan ve gözyaşının kader olduğu zamanlara geri dönmüştü… Büyük hesapların oluşturduğu kan ve duman dolu fırtınalı topraklarda, yeniden yaşamaya başlamıştı Kin, öfke, çaresizlik ve ölüm yüklü fırtınalar içerisinde savrulan narin bedeni; yüreğinin en diplerine gömdüğü hayatını, tekrar tekrar kendisine yaşatıyordu.
Azgın alevler ve duman bulutu arasında savrulan vücuduyla Güneşli köyüne varmıştı. Güneşli köyünün zemini kan, havası alev topuydu. Bütün sevdikleri, ailesi alevler içerisinde erirken onlara her el uzattığında kendisinden uzaklaşıyorlardı. Annesi süngü darbeleriyle paramparça olurken dedesi, ateşin içerisinde eriyerek yok oluyordu. (…) Sadece bedenleri değil, hayatı oluşturan hatıraları da kanla kaplanmış toprağın üzerinde yanıyor, sevdiklerinin silüetleri birer birer yere düşüp kan ve toprağın içerisinde ortadan kayboluyordu. Ahşap evin yanan parçalarının çökmesiyle oluşan çatırtılar, eşkıyanın çığlıklarına dönüyordu. Eşkıyanın sevinç çığlıkları öylesine tiksindirici ve geçmişi bugüne taşıyıcıydı ki Şahsenem, bedenini saran alevlerin acısını dahi hissedemiyordu. (Şahsenem, s.354)”
S. Dursun Kuvel, Şahsenem, Elips Yay., Ankara-2012.
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=600271
[2] Dursun Kuveloğlu’nun “Faydalanılan Kaynaklar” listesini okurlarımın yararlanabileceği düşüncesi ile aynen veriyorum.
1. Kazım Karabekir / Ermeni Dosyası
2.Esat Uras / Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi
3 Bilal N. Şimşir / Ermeni Meselesi (1774 / 2005)
4. Türkkaya Ataöv / Ermeni Belge Düzmeciliği
5. Ömer Seyfettin / Bir Ermeni Gencin Hatıra Defteri
6. Hans-Lukas Kieser / Iskalanmış Barış
7. Sadık Tural / Ermeni Meselesine Dair
8. Bilal N. Şimşir / Osmanlı Ermenileri
9. Guenter Lewy / 1915: Osmanlı Ermenilerine Ne Oldu?
10. Sami Önal / Sadettin Paşa’nın Anıları/ Ermeni-Kürt Olayları (Van, 1896)
11. Ali Güler, Suat Akgül / Sorun Olan Ermeniler
12. Kâmuran Gürün / Ermeni Dosyası
13. Yusuf Halaçoğlu / Ermeni Tehciri
14. Mim Kemal Öke / Yüzyılın Kan Davası; Ermeni Sorunu (1914-1923)
13. Cemal Anadol / Tarihin Işığında Ermeni Dosyası
16. H. Celal Güzel / Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu / Türkiye Günlüğü Dergisi Özel Sayısı
17. Veysel Ünüvar / Kurtuluş Savaşı’nda Bolşeviklerle 8 Ay
18. A A. Lalayan / Taşnak Partisinin Karşıdevrimci Rolü
19. Mehmet Perinçek / B. A. Borayan’ın Gözüyle Türk Ermeni Çatışması
20. Ovanes Kaçaznuni / Taşnak Partisinin Yapacağı Bir şey Yok (Çev: Mehmet Perinçek)
21. Bolhovitinov (Rus Kafkas Orduları Komutanı) 11 Aralık 1915 Tarihli Resmi Ermeni Raporu (Çev: Mehmet Perinçek)
22. Mehmet Perinçek / 100 Belgede Ermeni Meselesi (Rus Devlet Arşivlerinden)
23. Haluk Selvi / Millet-i Sadıka’da İsyan (Ermeni komitacıların gizli mektupları / 1878-1923)
24. Hikmet Özdemir / Cemal Paşa ve Ermeni Göçmenler
25. Halil İbrahim Özsoy, Doç. Dr. Aydoğan Ataünal / İki Göç Hikâyesi (1915-1916)
26 Şenol Kantarcı, Kamer Kasım, İbrahim Kaya, Sedat Laçiner / Ermeni Sorunu El Kitabı
27. Abdurrahman Çaycı / Türk Ermeni İlişkilerinde Gerçekler
28. Hikmet Özdemir, Yusuf Halaçoğlu, Ömer Turan / Ermeniler: Sürgün ve Göç.
29. Şenol Kantarcı / Amerika Birleşik Devletlerinde Ermeniler ve Ermeni Lobisi
30. Mehmet Eröz / Doğu Anadolu Türklüğü
31. Arşavir Şiraciyan/ Bir Ermeni Teröristin İtirafları
32. Taner Akçam / Ermeni Meselesi Hallolunmuştur
33. İlgili web sayfaları gazete ve dergi kupürleri.
(Şahsenem, s.355-357)
[3] Türk Tarih Kurumu başkanı olarak, Ermeni sorunu konusunda yaptığı çalışmalarla, dikkat çeken bilim adamlarımızdan MHP Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun internet/facebook sayfasından dikkatlere sunduğu, 1922 yılında dünya Ermenilerinin sayısına ilişkin bir İngiliz raporu bu konuda önemli bir veri sağlamaktadır: 1921 yılında İstanbul’daki İngiliz Elçiliği ve Yakın Doğu Yardım Cemiyeti üyelerine dayandırılarak dünyada yaşayan Ermeni sayısı: 3.004.000 kişi olarak verilir ve bu rakamın, 817.873’ü Türkiye’den sürülenler olarak gösterilir. Aynı rapora göre, Milletler Cemiyeti’ne göre sayıları yaklaşık 95.000 olan “müslümanlaştırılmış Ermeniler” bu toplam rakamın dışındadır. Bu raporun ayrıntıları için bkz: https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150527363206285&set=pb.268158466284.-2207520000.1363093395&type=3&theater
[4] “Soysuzlar, insanlarımıza zulmederken, bunu daima Ruslar adına yapmışlar ve mesuliyetini üzerlerine almamışlardır. Bu yüzden de Rus amirlerinin buyruğunu, Ruslardan daha iyi ve daha “kaliteli” yerine getirmişlerdir. 1918’de Kokand Muhtar Cumhuriyeti yıkıldığında, Kokand şehir halkının üçte birini katleden Bolşevik gruplarının içinde kan dökücülüğü ile tanınan Ermeni Taşnaklardır. Taşnaklar yaşadıkları, ekmeğini yedikleri bu şehirde hamile kadınların karınlarını yararak yavrularını alıp, katletmişlerdir.
Özbek aydınlarının şuurunda, 1985 senesi Özbekistan’ında, Moskova adına iş gören Gdlyan-İvanov savcılar grubu, bu Kokand katliamını gerçekleştiren soysuzların mirasçıları olarak tahayyül edilirdi. Bu grubun üyeleri – milliyetlerinin ne olduğunun hiç önemi yok – yerli halka karşı kin ve nefretleriyle göze çarpardı. 1984-1985 yılları arasında onlarca değil, yüzlerce masum insan Ermeni asıllı ve Özbeklere her türlü terörü uygulayan Gdlyan’a bağlı grubunun kurbanı oldular. Bu grup, rüşvetçileri yok edeceğiz diyerek sıradan çalışanları cezalandırdılar, rüşvetçilerden ise rüşvet aldılar. O kadar çok aldılar ki, bu Özbek milyonlarıyla SSCB Yüksek Sovyeti’nin parlamenteri oldular. Bu paralarla siyaset sahnesine çıktılar ve bugün dahi onların yemekte oldukları ekmek, yukarıda sözünü ettiğimiz emekçi Özbeklerden çaldıkları ekmektir.
Rusya, kendisinin gönderdiği bu katilleri, gösterdikleri performansa göre yükseltti; onları millî kahraman ilan etti.”
Muhammed Salih, Yolname, Ötüken Yay., 2002- İstanbul, s.88.