Ülkücünün
“Başbuğ Türkeş”
Vefası
– Başbuğlar Kendilerini Unutturmaz! Rüyalarda Olsa Bile… –
Dr. Hayati BİCE
Alparslan Türkeş’in vefat yıldönümü olan her 4 Nisan günü dalıp gidiyorum: 1979 yılındaki MHP Kurultayı’nda, kan-barut kokan günlerin atmosferinde kürsüde gırtlağını paralarcasına haykıran “Başbuğ Türkeş” görüntüsünden beş yıla yaklaşan tutsaklık zulmünden sonra serbest kaldığı günlerde, Ankara’nın Or-An semtindeki evlerinde ziyaret edip elini öptüğümüz 70’lik “babacan delikanlı” resmine pek çok sahne geliyor gözlerimin önüne…
***
4 Nisan 1997 tarihinde bu fani dünyadan ebedi âleme intikal eden, Alparslan Türkeş’i yıllar sonra, vatan toprağına emanet edilmesi üzerinden tam 15 yıl geçmek üzere iken rüyada gördüm. Yaklaşık bir ay önce gördüğüm rüya, bazı yönleri ile geçmişe/geleceğe dair işaretler taşıdığı için sadece kendi hafızamda veya aile ortamımda paylaşmakla yetinemeyeceğimi düşündüm ve 15. vuslat yıldönümünde sizlerle paylaşmağa karar verdim.
Rüya: Başbuğ Türkeş, Turan için İlk Hedefi “Türk-Oğuz Birliği” Olarak İşaret Ediyor…
Türkeş ve ailesi hacca gitmişler. Başbuğ’un Hacc dönüşü havaalanındaki karşılamadan sonra, evine gitmeden önce kendisini bekleyen Türk milliyetçilerine konuşması, planlanmış. Başbuğ’un havaalanından intikalini ve yapacağı konuşmayı bekleyen bir grup içerisindeyim. Küçük bir tepeciğin üzerine kondurulmuş oldukça ihtişamlı, tripleks bir villada birkaç yüz kişi ile birlikte Başbuğ Türkeş’i bekliyoruz. Villanın önünde çatallanan bir toprak yol var; yolun bir çatalı, Türkeş’in tepenin ardında bulunan evine gidiyormuş; diğeri ise sert bir virajdan sonra, beklediğimiz villanın önünde sonlanıyor.
Toprak yolda önce bir havaalanı taşıma aracı görünüyor; üzerinde 20-30 irili-ufaklı bavul yüklenmiş. Başbuğ’un ailesine ait olan bu ‘aşırı bagaj yüklü’ römork, Türkeş’in evine gitmek üzere yol ayrımından kıvrılıp tepenin ardında kayboluyor. Bu bagaj römorkunun kaybolmasının ardından, siyah renkte, camları içerisi görünmeyecek şekilde perdelenmiş son model bir Mercedes geliyor ve villanın önünde duruyor; Türkeş’in bu araçtan ineceğini düşünürken, anlaşılıyor ki, Başbuğ bu araçta yoktur. Tanımadığım, kim oldukları da bilinemeyen bazı‘esrarengiz kişiler’ bu araçtan inerek villaya giriyorlar. Bu esrarengiz araç, yolcularını indirip kaybolduktan sonra, uzaktan eski, çok eski model bir beyaz Mercedes görünüyor. Toprak yola zor sığacak kadar geniş bir araç. Bu beyaz eski model Mercedes de virajı zorlanarak da olsa dönerek villaya ulaşıyor: Başbuğ bu araçta da yok. Tekrar yola bakmak için villadan biraz uzaklaşınca Başbuğ Türkeş’in tozlu yoldan ‘yaya olarak tek başına’geldiğini görüyorum. Tığ gibi bir delikanlıdan farksız bir eda ile yürüyüp gelen, Türkeş 50-55 yaşlarında olgun bir insan görünümünde… Tam da bu yazının sunumundaki üç hilalli bayrak önünde, gırtlağını paralarcasına haykıran, bağrıyanık bir Anadolu insanı gibi duran Başbuğum: Başbuğ Türkeş…
Hemen karşılamak üzere önüne doğru koşuyorum ve villanın epeyce uzağında kendisine ulaşıyorum. Başbuğ çok ciddi bir yüz ifadesi ile bana bakıyor. Uzanıp elini öpüyorum. El öpmeme karşılık, omuzlarımdan tutuyor; bana sarılıp kucaklıyor. Bu kucaklayış sanki bir asır kadar uzayan birkaç dakikayı buluyor; hiç konuşmadığı halde bana teşekkür ettiğini hissediyorum. Bu his ile, “Başbuğum, kalabalık içerisinde sizinle belki baş başa kalamazdık” diyorum.
Birlikte yürüyerek villaya geliyoruz; kapıdan geçip çok büyük bir salona giriyoruz. Girdiğimiz geniş salonun duvarları Osmanlı, Türk Dünyası, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) haritaları ile dolu… Başbuğ Türkeş bu haritalara tek tek bakıyor. Azerbaycan’ın işgal edilmiş topraklarını gösteren harita önünde, uzun süre durup dikkatle inceliyor; yüz ifadesinden gördüğü manzaralardan hoşlanmadığını anlıyorum. Ermeniler tarafından Azerbaycan topraklarının 1921’den itibaren nasıl adım adım işgal edildiğini gösteren bir dizi harita önünde“Mutlaka birgün…” ifadesi ile, Turan’a giden yolun ilk aşaması olan Oğuz Birliği’ni düşündüğünü anlıyorum. Türkeş bunu anlamış gibi bana dönerek eli ile Ege kıyılarından Hazar’a; Hazar’ı geçerek tüm Türkmenistanı ve tarihî Hive Hanlığının topraklarına uzanan Türk-Oğuz Birliği’nin sınırlarına işaret ediyor.
Başbuğ Türkeş, salonun duvarlarını kaplayan haritaları inceledikten sonra, kendisini bekleyenlerin bulunduğu -ve hazırlanan masa şeklindeki platformdan hitap edeceği- mekâna geçmeden önce bana lavabonun yerini soruyor. “Yatsı namazı vakti girmiş ama, konuşmasından sonra da namazını kılabilirdi” diye düşünerek banyoyu gösteriyorum. Kapıyı tam kapatmıyor; abdest almağa başlıyor. ‘Başbuğ Türkeş’in bir emri olabilir’ düşüncesi ile kapıda beklerken kalbimden: “Konuşmasını abdestli olarak yapmak istiyor” fikri geçiyor. Bu düşüncemi anlamışcasına yüzüme bakıp gülümsüyor. Abdestini alıp bitirdikten sonra “Evladım, nerede konuşacağım?” diye sorarcasına bana bakıyor. Kendisine toplantı mekânına açılan kapıyı açıp: “Buraya buyurun” diyorum.
Toplantı salonunda Başbuğ Türkeş’i konuşmasını yapmak üzere davet ve takdim etme görevi bana verilmiş. Ülkücü camianın tanınmış ve bir kısmı ile tanıştığım önemli bazı isimleri de etrafta dolaşıyorlar; Başbuğ Türkeş’in yanına yaklaşmak için fırsat kolluyorlar ama Başbuğ hiçbirisine yüz vermiyor. Yüz ifadesi hâlâ çok ciddi… Konuşmanın yapılacağı mekâna geçip Başbuğ Türkeş’i konuşmasını yapmak üzere salondaki topluluğa takdim ediyorum.
…
Yıllardır görmediğim Başbuğ Türkeş’i gördüğüm bu son rüyamı, sabah kalkar kalkmaz eşime anlatıyorum. Ortak yorumumuz, Başbuğ Türkeş’in, Beştepe’deki kabrinde yatarken dahi, hâlâ ülkücü hareketin durumu ile ilgilendiği, Türklük derdi ile dertleniyor olduğudur.
Bu derdine ortak olma, paylaşma duygusu ile bu yıl 15. vefat yıldönümünde, 4 Nisan 2012 günü kabri başında yapılacak törene, mutlaka katılmak için, kendi kendime söz veriyorum.[1]
***
1995 yılında Kazakistan’da görülmüş ve gerçekleşmiş bir rüyayı anlatan “Türkistan Rüyası” kitabımdan sonra sizlerle paylaştığım bu “Başbuğ Türkeş Rüyası”nı kaydederken yazılarımı, kitaplarımı izleyen bazı okurların “işimiz rüyalara kalmış galiba…” gibi bir hisse kapılabileceğini düşündüm.
“Türkistan Rüyası” kitabımın tartışıldığı toplantıda değerli ülküdaşım, Dr. Ayşe Filiz Yavuz ’un da işaret ettiği gibi, bazı rüyaların anlam ve önemi üzerinde Batı ilim çevrelerinde ciddi akademik çalışmalar yapılmaktadır. Çağdaş psikiatri, rüyaların bazılarının bir “haberci” niteliği olduğunu kabul etmektedir.
Diğer yandan İslâm tasavvuf geleneğinde rüyaların içerdiği anlamlara verilen önemi hatırlatarak “Başbuğ Türkeş Rüyası”ndaki bir ayrıntı üzerinde durmak istiyorum.
“Türk-Oğuz Birliği, Dede Korkut coğrafyasının birliğidir”
Gördüğüm “Başbuğ Türkeş Rüyası” sonrasında duvarlardaki haritalar ve Başbuğ Türkeş’in Azerbaycan-Türkiye haritası üzerinde uzun uzun durmasının anlamı hakkında epeyce kafa yordum. Türklüğün yeniden yükseliş sürecinin ancak Türkiye-Azerbaycan Birliği üzerinden “Türk-Oğuz Birliği”nin ilk hedef geliştirilmesi zemininde olabileceği gönlüme yattı.
Birkaç gün önceki bir yazımda bugüne kadar bilinen portresi dışında bir özelliğini dile getirdiğim ve bu yönüyle epeyce yankıları olan yazım ile yâd ettiğim Ziya Gökalp de Türkçülüğün ilk safhası olarak Oğuz Birliği’ni gösterir:
“Bugün kültürce birleşmesi kolay olan Türkler, özellikle Oğuz Türkleri yani Türkmenlerdir. Türkiye gibi, Azerbaycan, İran, Harezm ülkelerinin Türkmenleri de Oğuz uyruğundandır. Bundan dolayı, Türkçülükteki yakın idealimiz “Oğuz Birliği” yahut, “Türkmen Birliği” olmalıdır. Bu birlikten amaç nedir? Siyasi bir birlik mi? Şimdilik, hayır! Gelecek hakkında bugünden bir yargıya varamayız. Fakat bu günkü idealimiz Oğuzların yalnız kültürce birleşmesidir.” [2]
“Türk-Oğuz Birliği, Dede Korkut coğrafyasının birliğidir” diyebilirim. Buna bazı ülküdaşlarımız “Korkut Ata makamı’nın yer aldığı Batı Kazakistan da Dede Korkut coğrafyasına dâhil değil mi?” diye itiraz edecek olurlarsa, ‘istemeyenin canı çıksın’ derim.
‘Kaş ile Göz Arasındaki Çıban’ İlla ki Patlayacak!..
Epeyce uzun bir süre önce Azerbaycan ile Türkiye arasındaki fizikî ilişkinin kesilmesi hedeflenerek aralarına Ermenistan adlı yapay bir devletin yerleştirildiğini yazan bir yazı hazırlamış ve bu Ermenistan engelinin güçlendirilmesi için, Stalin tarafından masa başında yapılan harita çizimleri ile, Azerbaycan topraklarının nasıl Ermenistan’a peşkeş çekildiğini haritalarla göstermiştim.[3] Yazımın ekindeki FOTOGALERİ’deki haritaları lütfen dikkatle inceleyin. Osmanlı’nın son yüzyılından bugüne Ermeniler’in tarihî Türk topraklarını nasıl adım adım işgal ettiklerini göreceksiniz. Bugünkü Azerbaycan’ın topraklarının %25’ini işgal eden Ermenilerle Azerbaycan Türkleri’nin tek başına baş edemeyecekleri Azerbaycan yönetimi ve daha da önemlisi Azerbaycan Türklüğü tarafından anlaşıldığı gün, Türk-Oğuz Birliği’nin en gönülden savunucuları olacaklardır.
Azerbaycan’ın topraklarının %25’indeki Ermeni işgaline tavır koymayan hiçbir ‘kültürel Türkçülük’, sonuç alıcı olamaz. ABD’nin -sâbık- Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 2003’de “BOKAP kapsamında 22 ülkenin sınırları değişecek” söyleminden[4] bugüne değiştirilen yönetimlere ve hattâ sınırlara ‘gık’ı çıkmayanların benim “Bir gün Ermenistan’ın sınırları da, Azerbaycan ile Türkiye’nin sınırları da Türk-Oğuz Birliği ekseninde değişecektir” dememden rahatsız olacaklarsa, yuh olsun, böylesi bir Türkçülük anlayışına…
Bahtiyar Vahabzâde’nin şairane ifadesi ile bu durumu “Bir çıbandır kaş ile göz arasında” olarak ifade ettiğimde bütün okurlar, “kaş ile göz”ün Azerbaycan ile Türkiye; “çıban”ın ise Ermenistan olduğunu net olarak anlamışlardı. Son yıllardaki Ermenistan işgallerini ise, çıbanın büyütülmesi olarak anlamak gerek. Bu çıbanın, büyüdükçe patlama zamanının yaklaştığını görseler de, nasıl patladığını Bahtiyar Vahabzâde de; Başbuğ Türkeş de göremediler. [5]
Ama yaşayanlar görecekler… Türk-Oğuz Birliği’ni de görecekleri gibi…
Umutsuzluk, ihanettir.
_________________________________________
[1] Her yıl olduğu gibi bu yılda 4 Nisan günü Ankara’nın Beştepe semtindeki Alparslan Türkeş Kabri başında başta MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli olmak üzere bütün ülkücüler, Başbuğlarını anacak. Ülkücü Yazarlar Birliği grubu üyeleri olarak, ilk kurultayımızı o gün orada yapmak üzere sözümüz vardır. Kabir başındaki anma sonrasında Ankara Türk Ocağı tarafından düzenlenecek olan “Türk Kültüründe Liderlik ve Alparslan Türkeş” konulu panele katılmak üzere 4 Nisan 2012 günü saat:14.00’de Beşevler’deki Gazi Üniversitesi Rektörlük Kampusü’nün, Mimar Kemaleddin Salonu’nda buluşmak üzere…[2] Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Elips Yayınları, 3. Baskı, Ankara, Mayıs-2011. Eserin internet ortamına aktarılmış dijital ve tam bir örneğini http://www.mediafire.com/?9etjuayrcmzb64aadresinden indirip okuyabilirsiniz. Ziya Gökalp’in Türk-Oğuz Birliği konusundaki görüşlerini bir başka yazımda değerlendirmek istiyorum. [3] Bu yazım için bkz: Dr. Hayati Bice, Türk Yurtları Üzerine Notlar, Bilgeoğuz Yay., İstanbul-2010.
[4] Bkz. Condoleezza Rice, sekiz yıl önce, -2003’de- ‘22 ülkenin sınırı ve rejimi değişecek’ demişti!,23.02.2011, http://haber.gazetevatan.com/rice-sekiz-yil-once-22-ulkenin-siniri-ve-rejimi-degisecek-demisti/361082/4/Haber
[5] Önemli Bir Not: Bu yazıyı okuyan herkesi; Alparslan Türkeş ve Bahtiyar Vahabzâde ruhları için “hatim niyetiyle üç İhlâs+bir Fatiha” okumağa davet ediyorum. İnşaallah, okunanlardan merhum babam Dursun Bice ile diğer ecdadımız da müstefid olacaklardır.
(*) Bu sitede ilk yayınlanışı: 29 Kasım, 2012
***
Hayati Bice Kitaplığı
İnternetten Edinmek İçin Tıklayınız:
http://www.kitapyurdu.com/yazar/default.asp?id=9618