Okurlarla Başbaşa: Değiniler, Yanıtlar ve Bir Duyuru
-Türk’ün İslâm Ülküsü Yazıları ve Yankılar-
Dr. Hayati BİCE
Birkaç gün önce TRT1’de tesadüfen denk geldiğim, Fransız yapımı olan ancak Kırgız oyuncularla Kırgızistan’da çekilen“Mavi Cennet” adı ile gösterilen, bir film gösterilirken Ülkücü Yazarlar Birliği grubunda eskimeyen sevdamız Turan, Tanrı Dağları, Türkçülük gibi konularda yazışıyorduk. Sonlarına denk geldiğim ve orijinal ismi “Tengri” olan filmi, daha sonra temin edip baştan sona izledim. Filmde Tanrı dağları eteklerinde yaşayan –sadece yedi “kiyiz üy”den ibaret- bir Kırgız obasında yaşananlar kısmen mizahi bir dille anlatılıyordu.
Romantik komedi, otantik drama denebilecek bu ilginç filmi ikinci kez dikkatle izlediğimde, konunun Cengiz Aytmat-ov-’un dünyaca ünlü aşk hikâyesi, “Cemile”den alınarak; bir yerlerdeki “cihad seferi”nden dönen, eli tesbihli-başı sarıklı, “fundemantalist İslamcı militan” zalim koca (Şemsi), Aral gölü kenarında eşini toprağa verdikten sonra alıp başını Fransa’lara gidip tekrar Tanrı Dağları’na dönen aşık (Timur), iki erkek arasında kalan bir Kırgız kadın (Emire) arasındaki ilişkiler üzerine kurgulanmıştı. Filmin kadın kahramanı Emire’nin (Aytmat-ov-’un kitabındaki Cemile) öksüz yeğeninin rap müziği ve internet hevesi gibi güncel unsurlarla desteklenerek filmin izlenirliğinin arttırılmasına çalışıldığını fark ettim. [1]
Filmin konusunu şöyle özetleyebilirim: Otuz yaşındaki Timur (Aytmat-ov-’un kitabında Danyar), maceralı bir hayattan sonra babasının Kırgız dağlarındaki obasına geri gelir. Babasının öldüğünü öğrenir ve gidecek yeri olmadığı için yaylada kalmaya karar verir. Çok geçmeden, aynı obadaki Emire adında genç ve güzel bir kadınla tanışır ve bazı gündelik işlerinde kendisine yardım etmeye başladığı kadınla aralarında bir gönül ilişkisi başlar. Ancak Emire’nin kocası -Afganistan’daki?- cihaddan dönünce, (Aytmat-ov-’un Cemile’sinde koca, ikinci dünya savaşı cephesinden döner.) iki sevgili yayladan kaçmak zorunda kalırlar ve hayatı tekrar yaşanmaya değer kılacak yeni bir dünya aramaya başlarlar. Ancak bu yolculukları, cennete ulaşamadan Pamir’in karlı yamaçlarında, aniden kesilir.
Filmde benim için asıl önemli olan nokta, bu birkaç çadırlık Kırgız obasının güncel dinî inanışlarını yansıtan birkaç sahneye yer verilmesi oldu. Bunlar, kocası tarafından öldürüldükten sonra toprağa verilen ablanın cenaze töreni ve kardeşinin kabir ziyareti, cihaddan dönen “İslamcı militan” koca, Şemsi’nin kendisine ikram edilen votkayı, önce dinî nutuklar çekerek reddedip sonra zil zurna sarhoş olacak kadar içmesi ve cemaat ile namaz kılarlarken atlarını çaldıran Kırgızlar şeklinde adetâ karikatürize edilen sahnelerdi. Bu sahnelerden en anlamlısı, ölüm gerçeğinin Tanrı Dağları eteklerinde de “en etkin vaiz” olduğunu gösteren cenaze töreni ve Tanrı dağları eteklerindeki bir Kırgız kabristanında gerçekleşen kabir ziyareti sahnesiydi. İşte burada, bazı “hızlı Türkçüler”, “Tanrı Dağları’nda toplaşan atalar ruhu masalları” anlatırken, Tanrı dağları eteklerinde ölen insanlar, Fatihalar okunarak ebediyete uğurlanmaktaydı ve -yakınen biliyorum ki, bugün de- uğurlanmaktalar…
Yazımın ekindeki resimler arasında yer alan Tanrı Dağları eteklerinde, ablasının kabri önünde, elleri başında düşünen bir Kırgız kadınının {bkz. FOTOGALERİ} varoluş ile ilgili sorularına Türkçülük adına; İslâm’dan başka hangi müteal (=aşkın) sistem ile yanıt verilebilir ki…
Verebilirim diyen bir babayiğit var ise buyursun; yazsın da okuyalım.
Türk’ün İslâm İle Vuslatına Dair Sorular ve Yankılar
Türk-İslâm konulu yazılarımın sonuncusunda konu ile ilgili katkı ve eleştirileri beklediğimi yazmıştım. İyi bir okur/yazar olduğunu bildiğim bir “kitapseven” dost, yazdığı mesajında ülkücülerin güncel siyasî gelişmelere -ve doğrudan doğruya Türk milliyetçilerini ilgilendiren süreçlere- siyasî ve fikrî planda neden ilgisiz kaldığını -haklı olarak- soruyor ve Ziya Gökalp, Erol Güngör gibi “bizden yazarlar”ın bile bugün ülkücüler tarafından -hiç değilse yaygın olarak- okunmamasını sorguluyordu. Bu sorunun muhatabı, siyasî planda ben değilsem de, -kendi adıma gündemin tozu/dumanı arasında ve üstelik de siyasî erki etkileme ihtimali olmayan- bir konuda ‘fikir jimnastiği’ yapmanın yararsız görülmesinin bir durgunluk nedeni olarak değerlendirilebileceğini söyleyebilirim. Bu mesajın makalemin altına eklenmesi sonrasında gelişen -ve epeyce sonra haberim olan- nahoş tartışmada H. Nihal Atsız’ın isminin gündeme getirilmesine de, yapılan kırıcı yorumlara da üzüldüm. [2]
Yine değer verdiğim bir haberiniz.com.tr yazarı, yazılanların -epeyce geride kalmış- bir dönem değerlendirmesi olduğunu söyleyerek, ülkücü hareketin güncel durumunu ele almamamın bir eksiklik olduğunu yüzyüze görüşmemizde belirtti. Bu konudaki tesbitinin haklılığını kabul ederek: “Buyurun ülkücü tabanın günümüzdeki İslâmî yönelişleri ve cemaatlerle ilişkileri konusunu da siz yazın…”diyorum.
Aynı minvalde eleştiriler yönelten tüm benim kuşağımdan ülküdaşlarıma da hatırlatmak isterim ki; bizim yaşadıklarımızı yaşamayan; bildiklerimizi bilmeyen bugünün gençlerini, ülkücü ana-babaların çocuklarını, önemli bir “insan kaynakları menbaı” olarak devşiren Gülen Cemaati’nin ülkücü hareket ile ilişkisini sorgulamak konusunda yazılacak çok şey vardır ve bu ‘mayınlı alan’ da ilgilisinin, görüş alanındadır:“Lütfen, önden buyurun…”
Kendi aile köklerinin Caferî inançlı bir çevreye dayandığını, ancak kendisinin sünnî eğitimi aldığından ve genel Türklük çerçevesinde bir birlikten yana olduğunu vurgulayan değerli bir okurum da, konuya sadece Sünnî egemen bir anlayış ile yaklaşmanın sakıncalı olup olmadığını; Türk dünyasındaki mezhebî farklıklar konusunda ne düşündüğümü sordu. Bu konudaki tavrımı tek cümle ile özetleyeyim: “İnsanların dinî bilgilenme konusunda önündeki engeller kaldırıldıktan sonra, ister ailesinin kökeni itibarıyla olsun; isterse özgür bir “Allah’ın kulu” olarak neyi tercih ederse etsin, mezhebî tercihi konusunda “laik bir yaklaşım”dan yanayım. Zorla güzellik olmaz… Kendi İslâm’ı yaşama tercihimi oluşturan tasavvufî İslâm’ın, ehl-i beyt hassasiyeti konusunda genel sünnî yaklaşımdan daha hassas olduğunu da kaydetmeliyim. [3]
Tarihteki ve Bugün Yaşayan Türk’ten Habersiz, ‘Türkçü’ Tepkiler
“Türk-İslâm” çerçeveli yazılarım konusunda bana ulaşan yankıların önemli bir kısmı, kendisini Türkçü olarak tanımlayan insanlarımıza aitti. Az bir kısmı nitelikli olsa da, genelde ne idüğü belirsiz bir asalet sorgulaması yapmaktan öte bir anlamı olmayan basit sloganlarla bezeli bu yankılar, ele aldığım konuda ne kadar genel bir kafa karışıklığı olduğunun kanıtıdır.
Arvasî’nin üç satır yazısını okumadan, bir tanesini bile tam olarak okuduklarından emin olamadığım yazılarımı da “Bir Arab’ın hezeyanlarını reklam” diye yaftalamanın; ya da “Türkler ‘müslüman olmasa idi, MHP Türkçülükten sapmasa idi’ tarihin akışı bambaşka olurdu” diye saçma/anakronik fikir yürütmelerin, ne Türklük ne de Türkçülük adına bir faydası olmadığını anlamak için Türk yurtlarında üç günlük bir gezi yapmanın yeterli olacağını söylemek ile yetineyim.[4]
Bu yazılarım ile birlikte gündeme getirilmek istenen H. Nihal Atsız’ı, Buğra ve Yağmur adlı oğullarının son zamanlarda yazdıklarından yola çıkarak [5] Allah’ın rahmetinde olduğuna inandığım –en azından öyle olması için dua ettiğim- babalarını yargılayan -ve bana da yargılatıp sonrasında infaz ettirmek isteyen- molla kılıklı “provakatörler”e de şu bıçkın ağzı ile vereyim ağızlarının payını: “Kaçın kurasıyız biz; tuzluğu kapıp her hıyara seyirtmeyiz.”
Bir de son zamanlarda epeyce sık karşılaştığım bir “Gagavuz” sorunu/sorusu var ki bir cümle ile kanaatimi söyleyeyim: Elimde yetki olsa T. C. Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtası ile Hrıstiyan Ortodoks kilisesinin bir alt yapılanması olarak faaliyet gösteren kiliselerde ibadet eden Gagavuz Türkleri’nin kanaat önderlerini İslâm’ı inceleyip ;İslâm dinine iltihak etmek konusunda bir kurultay toplamaları için teşvik ederdim. Siz, akademik bir araştırmada sayıları 23.000 (yirmiüç bin) olarak tasnif edilen Türk oymaklarının hepsinin bir gecede mi Müslüman olduğunu zannediyorsunuz?!.. [6]
Söz bu noktaya gelmişken, değerli fikirleri ile “Yeni Esir Türkleri Kurtarma Ordusu (YETKO) kurmak”konusunda beni kışkırtan Lütfi Şehsuvaroğlu’na, artık yaşımızın kemâle erdiğini; kursak kursak, “Müslüman Türkleri Tasavvufa Kazanma Yolunda İrşad Komitesi” (MüTTaKaYİK) kurabileceğimizi hatırlatırım. Son seçimlerde başımıza bela olan ‘Nefsine Esir Türkler’i, “Nefs-i Emmare”lerinin elinden kurtarıp hiç değilse “Nefs-i Levvame” basamağına atlatmak konusunun ilk hedefimiz olduğunu belirtip, kendisini ikinci isim olarak, kurucular listesi eklediğimi de belirteyim. [7]
“Türkistan Rüyası” Kitabım Hakkında Bir Duyuru ve Açık Davet
Son olarak Türk-İslâm eksenli yazılarımın, bir kitap kapsamında derlenerek sunulması konusundaki taleplerini ileten genç okurlarıma, zaman ve şartlar elverirse neden olmasın, diyorum.
Kitab demişken, geçtiğimiz günlerde okur önüne çıkan “Türkistan Rüyası” kitabım ile ilgili olarak önümüzdeki Cumartesi günü Mefkûre Kitabevi’nde Ankaralı okurlar ile bu konuları ve “Türkistan Rüyası” kitabımın nasıl yazıldığını konuşacağımız bir söyleşi düzenlendiğini de iletmek isterim. [8] Sınırlı çerçevede yazı hacmine sığmayan yanıtlarımı bu söyleşide yeni sorular ışığında genişletebileceğimi söylemek isterim.
“Türkistan Rüyası” kitabımı kendileri için imzalayıp göndermemi, -mail veya SMS ile- talep eden dost ve okurlarıma ülkemizde kitap dağıtımının ve PTT’nin sorunlu bir alan olduğunu kanıtlayan mesajları için teşekkür ederim. [9] İmzalı kitab taleplerine yanıt veremediğim için üzgün olduğum okurlara, bu taleplerini kitabımın basım ve dağıtımını üstlenen Bizim Büro Basımevi’nin bizimburobasimevi@gmail.com adresine iletmelerini rica ediyorum. Bu şekilde mesajını ileten okurlar için imzalı kitap temini konusunda bir şeyler yapılabileceğini sanıyorum.
Ankara’yı ve hemen bütün Türkiye’yi esir alan kış şartları biraz hafiflerse Konya, Eskişehir gibi yakın illerden başlamak üzere organize edilecek imza günü söyleşi programlarında buluşabileceğimizi ümid ediyorum.
Yüzyüze görüşeceğimiz o günlere kadar şimdilik yazılarımda buluşmağa devam…
“Allah’a emanet eylerim cümlemizi…” duası ile vedalaşırken; en Türkçüsünden, en şeriatçısına bütün değerli okurlarımı “Türkistan Rüyası”ndan bir Kaşgarî niyâzıyla [10] selamlarım:
“Tanrı Teâlâ yâringiz bolsun!”
_________________________________________
İletişim: http://www.hayatibice.net
[1] “Mavi Cennet” için internette yaptığım kısa bir araştırmanın satırbaşları: Orijinal İsmi: Tengri, Yapım Yılı: 2008, Almanya, Fransa, Kırgızistan ortak yapımı; Senaryo: Cengiz Aytmat-ov-, Tür: Aile, Dram, Romantik; Oyuncular: İlimbek Halmuratoglı, Gülcan Talaykan Abazova, Nikolai Marousitch, Tabildi Aktanov, Hélène Patarot, Aybek Midinoglı, Albina Imacheva.
Dünyaca ünlü Kırgız Yazar Cengiz Aytmatov’un ‘Cemile’sinden esinlenilerek çekilen film, tamamı Kırgızistan’da çekilen ilk Fransız filmi olma özelliğine sahip. Fransız yönetmen Marie Jaoul de Poncheville’in Kırgızistan’daki büyüleyici bozkırlarda çektiği Tengri, 2009 Cannes Film Festivali’nde “Cinema de la Plage” bölümünde gösterilmişti. Film, anlattığı aşk öyküsü, eşsiz Tanrı Dağları görüntüleri, orijinal müziği ve çarpıcı görselliğiyle etkileyici. (Filmi nasıl izleyeceklerini soran okurlara, film paylaşım sitelerinden araştırılması ötesinde, net bir cevap veremiyorum. Filmin TRT’den yayını için denetimini yapan değerli dostumun da belirttiği gibi, filmin isminin Türkçe’ye çevrilirken orijinal ismi olan “Tengri” kelimesinden vazgeçilmesi uygun olmamıştır.)
[2] Konu ile ilgili bir yazımda sadece -II. Abdulhamid’e ilişkin övgü dolu yaklaşımı nedeniyle- bir sempati cümlesi ile andığım, ahirete intikal etmiş bir yazar (H. Nihal Atsız) hakkındaki acımasız yargılara katılamadığımı da -sade bir müslüman olarak- söylemeliyim: Ehl-i Sünnet Akaidi’ne göre ölmüş kişiler hakkında nihaî hüküm Allah’a aittir. Kaldı ki, Atsız’ın son anlarında başucunda Yasin-i şerif okuyan yakın dostu ve komşusu, Refet Körüklü’ye ‘-Yasin’i- oku, iyi geliyor’ dediğini işitmeyen kalmadığı gibi ciddi kaynaklarda kayda da girmiş bu anekdot bile, kendisi için hüsn-i zan etmemize yeterli bir karinedir. Bu konudaki tutanağı kayda aldığı için, Yavuz Bülent Bakiler’i saygı ile selamlıyor; sağlıklı bir ömür ile Türklük hizmetindeki gayretinin devamını diliyorum.Bakiler’in ilgili yazısının bir bölümünü dikkatlerinize sunuyorum:
“Refet Körüklü anlattı:
-Atsız hastaydı. Kalbinden rahatsızdı. Muzaffer Eriş ile yanındaydık, kendisine Yasin okumaya başladım. Yasin Suresi’ni okudukça “Oku amca oku!.. İyi geliyor.” dedi.
(Yavuz Bülent Bakiler, Tercüman Gazetesi, 7 Haziran 2005).
Yine Bakiler; Atsız’ın cenaze namazında yaşananları, “Büyük Atsız” başlığı ile H. O. Tercüman gazetesinin 25 Ocak 2005 tarihli sayısında basılan bir makalesinde, bir görgü tanığı olarak şöyle dile getirmiştir: “Atsız’ın Kadıköy Osman Ağa Camii’nde kıldırılan cenaze namazına, Ankara’dan yola çıkarak ben de katılmıştım. İmam efendinin, ‘Merhumu nasıl bilirsiniz’ sorusuna, benim çok aziz ağabeylerimden Fethi Gemuhluoğlu’nun yüksek sesle verdiği cevap hala kulaklarımdadır: -Bu musalla taşı, onun gibi er kişileri çok az tanımıştır!..”
Bu referansda ismi geçen Fethi Gemuhluoğlu’nun bir ‘Halvetî-Şabanî dervişi’ olduğuna ve bütün İslamî çevrelerde saygın bir ismi olduğuna dikkatinizi çekerim.
Yavuz Bülent Bakiler’in yazısı için bkz: http://www.turkcebilgi.com/kose-yazisi/18685/buyuk-atsiz
Bu konuda gereksiz polemiklere girilmemesi için; İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin Fıkh-ı Ekber eserinde üzerinde önemle durduğu Ebu Saidil-Hudri ‘den rivayet edilen bir Kütüb-i Sitte hadisini hatırlatmak isterim:
Bir gün Resulullah (sa) bize ikindi namazı kıldırdı. Sonra bir hutbede bulundu. Bu hutbede, kıyamet vaktine kadar olacak her şeyi bize haber verdi.(…)” Ebu Said Hudri ağladı ve sözlerine devam etti: O günkü bellediklerimiz meyanında şu da vardı: “Haberiniz olsun! İnsanoğlu çok çeşitli tabakalar halinde yaratılmıştır: Kimisi vardır, mü’min olarak doğar, mümin olarak yaşar, kafir olarak ölür. Kimisi vardır, kafir olarak doğar, kafir olarak yaşar, mü’min olarak ölür. Kimisi vardır, kafir olarak doğar, kafir olarak yaşar, kafir olarak ölür.” {Tirmizi, Fiten 26, (2192), Ahmed ibn Hanbel, Müsned 3/19; Kütüb-i Sitte Hadis No : 5920}
Ahmed Yesevî, Divân-ı Hikmet (Yay. Haz. Hayati Bice), T. Diyanet Vakfı Yay., (6.baskı), Ankara-2010, s. 139-142. http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=577230
[4] Türkiye’den Kazakistan’a giden bir “Türkçü Türkçe öğretmeni”nin görevi bitince Türkiye’ye geri dönmeyip tezkere bırakarak, açtığı barda tanıştığı “AIDS tarafından katledilmesi”nin bir Türkçü için anlamı nedir? Almatı, Taşkent, Bişkek caddelerinde Slav kökenli ‘Nataşa’lar ile müşteri bekleyen “genetik haritası yüzünden besbelli” kadınları içerisine düştükleri bataklıktan nasıl kurtaracaklarını, ‘hangi Türkçü manevî denetim’ ile hizaya sokacaklarını düşünen bir tek Türkçü’ye rastlamadım!.. [5] Büyük zatların çocukları ile sınanması kaderin garib cilvelerindendir. H. Nihal Atsız’ın oğullarından Buğra Atsız’ın, Yeniçağ yazarı dostum, Dr. Arslan Tekin ile giriştiği “kendi imanını tehlikeye atan” polemik, gazete arşivinden okunabilir. Son olarak, diğer oğul Yağmur Atsız’ın, birkaç gün önce Star’da “Ben Ermeni’yim”başlığı ile yazdığı ve tüm milliyetçilere hakaret ile bitirdiği yazıdan haberdâr edildiğim halde, -midem kaldıramayacağı için- okumadım. Tekin’in konuyla ilgili ve ibretlik olarak saklanacak değerdeki yazısı için, bkz: “Buğra Atsız bana cevap vermiş” 03.09.2011.http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi39375-Bugra_Atsiz_bana_cevap_vermis.html [6] L. N. Nezina, A.V. Superanskaya, Bütün Türk Halkları, (23 Bin Boy, Oymak,Oba), Selenge Yay., İstanbul, 2009. Bu konuda şahsî bir deneyimimi de anlatayım: Kafkasya’nın Karaçay Türkleri’nden olduğum için Evliya Çelebi’nin Karaçay Türkleri için yazdıklarını araştırmak için Seyahatnamesine baktığımda, 17.yüzyılda Hz. Rasûlullah’dan tam 1000 (bin) yıl sonra, bazı Kafkas halklarının hâlâ putperest denebilecek bir inanç sistemine inandığını kaydeden Evliya Çelebi beni ne kadar hayrete düşürmüştü. Daha sonra bölgeye gidip gelen günümüz bilgini, araştırmacıların bu putperestlik kalıntılarının izlerinin bugün bile görülebildiğini tesbit ettiklerini de biliyorum. Demem o ki, Türk yurtlarındaki İslâmlaşma süreci devam ediyor hâlâ… [7] Bu konu Şahsuvaroğlu ile “Yaşanmış Bir Pantürkizm Masalı” başlıklı yazım vesilesi yaptığımız sohbette gündeme gelen ETKO’yu güncelleyip “MüTTaKaYİK” olarak diriltmek ne güzel bir hayâl… “MüTTaKaYİK” kısaltmasını çok karmaşık bulan olursa tekliflerine açığız. İlgili yazım için bkz:http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi39460-Yasanmis_Bir_Panturkizm_Masali.html
Nefs derecelerinin tasnifi konusunda nefis bir çalışma için bkz: R. Frager, Kalb-Nefs-Ruh, Gelenek Yay. [8] Mefkûre Sahaf Kitabevi, 3 Mart 2012 Cumartesi günü, öğleden sonra, 15.00-17.00 saatleri arasında konuk olarak katılacağım “Türk Yurtları, Tasavvuf ve Türkistan Rüyası” konulu bir söyleşi düzenledi. Söyleşi ardından “Türkistan Rüyası” kitabımı Ankaralı okurlar için imzalayacağım. (Yer: Mefkûre Kitabevi, Bayındır Sk. Nu. 27 Aksoy Pasajı Zemin Kat, Kızılay-Ankara) [9] PTT ile postaya verdiğim bir kitabımın Samsun’daki alıcısına tam 15 (onbeş) gün sonra ulaştığını öğrenmek beni şaşırttı. Kargo firmalarının ise, münferit kitab taşıması için 5-9 TL arası ücret talep etmeleri, kitabın okura teker teker iletilmesini güçleştiriyor. En iyisi, internete erişimi olan okurların kitabı, internet üzerinden satış yapan -ve kargo şirketleri ile indirim konusunda anlaşmaları olan- kitabevlerinden temin etmeleridir. Bunun için yıllardır kullandığım ve bugüne kadar en ufak bir ticarî hata yapmayan kitapyurdu.com sitesini (hem güvenlik hassasiyetleri, hem de yaptıkları önemli miktarda -%22- indirimle sunmaları nedeniyle) bütün okurlarıma tavsiye ederim.
Bkz. http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=596547 [10] Pîr-i Türkistan Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’in tarihî bir nüshasını Medine’de umredeyken, bana armağan eden Abdulhamid Kaşgarî”nin bu duasını zevkle tekrarlıyorum: “Yüce Allah Dostunuz Olsun!