12 Eylül Ülkücü Edebiyatı-2 :
Ş. Adnan ŞENEL’in “Elma ve Bıçak” Romanı
Dr. Hayati BİCE
Ş. Adnan Şenel’in “Elma ve Bıçak” romanında işlenen 12 Eylül öncesi son bir yıl konulu romanını, o günleri yaşamamış olan genç ülkücülerin mutlaka okumaları gerektiğine inanıyorum.
Birkaç gün önce yazarının imzası ile elime ulaştırılan ve kısa sürede okuyup bitirdiğim bu roman, popülist TV dizilerinde eli kanlı katiller olarak tasvir edilen ülkücü gençlerin iç dünyasına da ışık tutmaktadır.
Şenel eseri niçin ve nasıl yazdığını ve niçin bu ismi tercih ettiğini bir röportajında şöyle anlatmaktadır:
“Niçin yazdığım ve niçin 32 yıl sonra sorularının ikisine birden verilecek tek cevap şu galiba: Gecikmişi daha fazla geciktirmemek… Yazılması gerekiyordu ve fakat kendi adıma söylüyorum, biraz gecikmiştim. Buna ister ihmalkârlık, ister tembellik, ister vakitsizlik ve ister motivasyon eksikliği veya bunların hepsinin ortak birleşimi deyin… Neticede, evet geç kalınmıştı ve daha fazla beklemenin mânâsı yoktu. Yine de, 12 Eylül edebiyatı alanında böylesine geç kalınmış olmasının birkaç sebebini kendimce sıralayayım. İlkin, psikolojik açıdan bir geri duruş vardı sanırım. O dönemde yaşanan acıları; ruhumuza, bedenimize, aklımıza çöreklenen travmaları bilinçdışımıza bastırmış olmalıydık ve bunun “edebiyatını” yaparak ve yazarak o berbat yaşantıları tekrar bilince çıkarmaktan belki de korkuyorduk.
Bunun yanına, konjonktürü koyalım. Aradan onca yıl geçmişti ve belki de onca yaşananları unutmaya yüz tutmuştuk; kimbilir, böylesinin daha iyi olacağına kendimizi inandırmıştık. Fakat, son dönemde olağanüstü bir şeyler oldu. Birtakım kanunlar, kararlar çıktı ve 12 Eylül’cüler bir anda kendilerini yargı önünde buldular. Bırakın 12 Eylül’cüleri, ondan daha önce darbeye teşebbüs eden, eylem planları hazırlayanların yakalanıp yargılanmaları, bizim de üzerimizdeki ölü toprağını silkelememize yol açtı. İtiraf edelim ki, daha üç dört yıl öncesine kadar bu ülkede bir askerî vesayet gerçeği vardı. Bu vesayetin önemli ölçüde izale edilmesinin de bizlerde bir rahatlama oluşturduğu kanaatindeyim.
Üçüncü olarak, biraz önce bahsettiğim vesayetin gevşemesine bağlı olarak, geçmişte darbelere zemin hazırlamak için neler yapıldığına dair, bilhassa, o kumpasları kuranların kendilerinin dile getirdikleri ve itirafları biraz daha gözümüzü açtı, bize yol gösterdi. Tamam, biz de az çok kimlerin neler yaptığını biliyorduk ama bunların bizzat müsebbipleri tarafından itiraf edilmesi, yapbozumuzu tamamlayan son parça oldu.
Bir başka sebep, malum, bizim müzmin sıkıntımız… Tembellik… Elimiz kalem tutanlarda dahi bir atalet ve biganelik var. Özellikle roman söz konusu olunca… Zor ve ürkütücü geliyor nedense eli kalem tutanlarımıza… Hoş, benzer durum benim için de olmadı değil hani…
Son sebebi de şöyle ortaya koyalım: İmkân… Daha doğrusu imkânsızlık… Tek ve başlıca kriterin “kâr” olduğu bir yayıncılık sektöründe, hadi bir eser yazalım yazmasına da, nasıl ve nerede bastıracağız? Yayıncı haklı olarak, basacağı ve dağıtacağı kitabın kendisine “kâr” olarak nasıl ve ne ölçüde döneceğini düşünüyor. Dolayısıyla, diyelim ki yayıncı 12 Eylül ile ilgili bir kitabı yayınlar da, yazacak olanlarımızda böyle bir “acaba?” şüphesi olunca, “niye boş yere kendimi yorayım?” duygu oluşuyor. Bu ikili ve karşılıklı duvarın yıkılması şart ki, eserler daha rahat ve genişçe yazılabilsin ve okuyucu bulabilsin… Ne mutlu ki bana, yayıncım da sağolsun, teveccüh gösterdi ve Elma ve Bıçak basıldı.
12 Eylül dönemini anlatan bir roman yazmaya niyetlendim de, bunu nasıl kurgulayacaktım? Nereden başlayacaktım? İki tarihî söz imdadıma yetişti. İlki, dönemin devrik başbakanı Süleyman Demirel’e aittir ve cevabı hâlâ muhataplarınca cevaplanmamış şu sorudur: “11 Eylül’de oluk oluk akan kan nasıl oldu da 12 Eylül’de bıçak gibi kesildi?” İkincisi, yine dönemin Birinci Ordu Komutanı Bedrettin Demirel’in, darbeden çok yıllar sonra sarfettiği şu sözdür: “Biz aslında darbeyi bir yıl önce yapacaktık, ama şartların olgunlaşmasını bekledik.” Birbirini tamamlayan, birbirini cevaplayan, birbirini tetikleyen iki söz… Romanın kurgusunu işte bu iki sözün üzerinde temellendirdim. Romanımın adını da bu iki söze binaen koydum.” (1a)
Ş. Adnan Şenel, “Elma ve Bıçak” romanını iki bölüm olarak kurgulamış: İlk Bölüm “Elma”, 12 Eylül 1980 gününe kadarki süreci anlatır. Hemen hergün Anadolu’nun dört bir köşesinden gelen ölüm haberleri, okullardaki ideolojik çekişme, devletin acziyet sergiler manzarası, kamu güvenliğini sağlamak ile görevli kurumların gösterdiği yetersizlik ve yer yer ihanete varan ilgisizlik nedeniyle defacto olarak ortaya çıkan ülkücü gruplar, şiddetin tırmanması… 2. Ordu Komutanı Bedrettin Demirel’in itirafı ile daha 1979’da karar verilen ancak “elmalar henüz olgunlaşmadı” kodu ile ertelen darbe öncesi dönem. Şenel’in belirlemesine göre 12 Eylül’e giden son bir yılda “ortamın olgunlaşması için sahnelenen bu kanlı oyunda sağdan/soldan 2812 Türk vatandaşı daha terör kurbanı olarak hayatını kaybetmiştir.
12 Eylül 1980 Cuma günü saat:04.00’de TRT spikeri Mesut Mercan tarafından okuna darbe bildirisi ile geçilen ikinci bölümde -Bıçak- Mamak Cezaevi örneğinde ayrıntılandırılan haksız, kasıtlı ve “eşitlik” kılıfı ile hem sağa hem de sola yöneltilen işkence, baskı ve zulümler… 12 Eylül öncesinde ailem ile birlikte oturduğum Ankara’nın Abidinpaşa semti, Cebeci’deki Siyasal-Hukuk-Eğitim Fakülteleri kampüsünün olayların cereyan ettiği mekânlar olarak anlatılması benim için kitabı okumamda kolaylık sağlayan bir etken oldu. Eserde Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi ülkücülerinden rahmetli İsmail Şimşek ve cezaevinde şehid edilen Bekir Bağ’ın dramatik öyküleri biraz daha ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. İsmail Şimşek ve Bekir Bağ’ın hazin sonlarını okurken insan gözyaşlarına engel olmakta zorlanıyor. İkisi de artık ebedi hayatlarını yaşayan bu isimler ile kitabın bazı kahramanlarını gerçek hayatta da tanıyan yazar, onları şöyle tarif etmektedir:
“İsmail Şimşek, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesinden arkadaşımdı. Tanıdığım en hasbi ve delikanlı ülkücülerdendi. Onu anlattım. Bu arada Adnan İslamoğulları dostumu da burada zikretmeliyim; İsmail benden çok onun yakın arkadaşıydı ve birlikte vakit geçirmişlikleri çok daha fazlaydı; bu yüzden, İsmail’i anlatırken İslamoğulları’nın da hatıralarından ve bilgilerinden çok faydalandım; buradan kendisine bir kere daha teşekkürü borç biliyorum.
Bir diğer karakter Bekir Bağ’dır. İşkencede öldürülen ve ailesine “oğlunuz intihar etti” diye bir sabah naşı teslim edilen çocukluk arkadaşım…
Sonra Üzeyir Bayraklı… Onu kod adıyla verdim romanda.
Yine komşumuzun oğlu şoför Hayati Gökgöz… Siyasetle hiç ilgisi olmadığı halde sırf Abidinpaşa’da oturuyor diye Tuzluçayır’da komünistler tarafından linç edilen dünya tatlısı adam. Karısı hamileydi ve çocuğunun doğumunu görememişti.
Muhsin Başkan da, karakterlerden biri. MHP davasının başladığı ilk günkü İstiklâl Marşı okunmasındaki rolünü yazdım onunla ilgili olarak…
Ve Galip ağabeyimiz. Galip Erdem… Karda kışta Mamak kapılarında ömrünü geçiren o Galip ağabey…
İşte bunlar…”(1b)
***
Yazar için teşvik edici bir faktör olarak kaçınılmaz bir ihtiyaç olan ‘tanıtım ve eleştiri yetmezliği sendromu‘ndan Ş. Adnan Şenel’in eseri de kurtulamadı. Aynı dönemde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrenci Derneği yöneticileri olarak birlikte savcı önünde ifadeye çağrıldığımız ve “Legal örgütü illegal işlerde kullanmak” suçlaması ile yüzyüze kaldığımız kalem erbabı arkadaşım Dr. A. Filiz Yavuz‘un kısa bir tanıtım yazısı dışında (2) ciddi denebilecek bir tanıtım yazısı ve esaslı bir eleştiri ile karşılaşmayan “Elma ve Bıçak” bu nedenle hiçbir zaman “Çok Satanlar” listelerine de giremedi; bunu çok hak ettiği halde…
12 Eylül’ün ülkücüler cephesinden nasıl algılandığının, nasıl yaşandığının doğrudan tanıklıklarla anlatıldığı, bu yönüyle tarihî bir öneme sahip olan kitabının hak ettiği ilgiyi görmesini gönülden dilediğim değerli kardeşim Ş. Adnan Şenel’in “Elma ve Bıçak” adlı bu önemli çalışmasının bir diğer şanssızlığı eserin yaygın okur kitlesine ulaşmasını sağlayacak dağıtım ve pazarlama faaliyetinde yayınevinin yetersizlik göstermesi oldu. (3)
“Elma ve Bıçak” için olduğu kadar eser veren bütün ülkücü yazarlar için de halâ çözümlenmeyen -ve ne yazık ki, yakın gelecekte de çözümlenme ihtimali görünmeyen- bu dağıtım ve pazarlama sorununu aşmanın yolları için de eser veren insanlar olarak kafa yormamız gerekiyor.
Kitaplar okunmak için yazılır, ancak kitabın okunabilmesi için de ‘muhammen okuru’nun elini uzatabileceği yerlerde tezgâha çıkması gerek!..
_____________________________________
NOT:
______________________________________________________
(1a) http://ulkucubellek.com/elma-ve-bicak-uzerine-adnan-senel-ile-mulakat/
(1b) http://ulkucubellek.com/elma-ve-bicak-uzerine-adnan-senel-ile-mulakat/
(2) “ELMA VE BIÇAK” Üzerine: “Bu bir 12 Eylül Romanıdır” Dr. A. Filiz YAVUZ
http://ulkucubellek.com/bu-bir-12-eylul-romani-a-filiz-yavuz/
(3) Şenel’in kitabını, dağıtım engelini aşarak dünyanın her yerinden en kolay edinme yolu, internet üzerinden satın almaktan geçiyor: https://www.kitapyurdu.com/kitap/secdeden-sehpaya-amp-elma-ve-bicak/424524.html
Ş. ADNAN ŞENEL KİMDİR?
1961 yılında Ankara’da doğdu. Aslen Kastamonu-Taşköprü’lüdür.
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitimde Psikolojik Hizmetler Bölümü mezunu. Mezun olduktan sonra kısa süreliğine kamu görevinde bulundu. Ardından basın-yayın sektörüne geçti. Yeni Forum, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Gündüz, Hergün, Büyük Kurultay, Yeni Orkun adlı dergi ve gazetelerde yazarlık, editörlük ve yöneticilik yaptı. Eğitim, psikoloji, sinema, kültür-sanat ve dış politika konularında araştırma, inceleme yazıları, röportajları ve makaleleri yayınlandı.
2017’da Türk Ocakları Ayvaz Gökdemir Edebiyat Ödülü’nü, 2019’da Selçuklu Vakfı Emine Işınsu Roman Ödülü’nü aldı. 2017’de yayınlanan “Selanik İçinde Sala Okunur” romanı, Mostar Dergisinin “Tarihi Roman” yarışmasında birinci oldu.
Türk Ocakları Sanat Edebiyat Kurulu, Kuşlukta Yazarlar Topluluğu, Türk Yurdu Dergisi Yayın Kurulu, Yeni Türkiye Dergisi Yayın Kurulu ve İLESAM üyesiydi. Evli ve iki çocuk babasıydı.