Free songs
Ana Sayfa / Edebiyat / *Edebiyat / Dr. Hayati BİCE: Bir Çocukluk Anısı

Dr. Hayati BİCE: Bir Çocukluk Anısı

YILANKAVÎ YOL

Hayati BİCE

 

17 Şubat 2014 günü TRT yapımcılarından yazar Mine Sultan Ünver’den şöyle bir mesaj almıştım:

“TRT’nin 50. yıldönümü ve eli kalem tutan bir çalışanı olarak benim sorumluluğumda bir kitap hazırlığı var. TRT’ye emek verenler, sanatçılar, ünlüler ve biz izleyicilerinden anılar bu kitapta derlenecek. Anınıza kitapta şu kişinin anısı diyerek de isimle verilecek. Eğer sizin de unutamadığınız yahut esprili yahut hüzünlü TRT’ye dair bir anınız varsa bu kitapta yer almasını isterim.”

Bu mesaj üzerine hafızamı yokladığımda, yazarlık serüvenimin ilk sınavı olarak, henüz ortaokul öğrencisi bir çocuk iken, bir hikâye yazıp Diyarbakır Radyosu’nun Cumhuriyetin 50. yılı anısına düzenlediği yarışmaya gönderişimi hatırladım. Tokat’taki evimizin en değerli mobilyalarından birisi olan lambalı ve ceviz kaplamalı ahşap gövdesi ile dikkati çeken gösterişli radyomuzdan, Diyarbakır Radyosu’nu dinlerken tesadüf ettiğim duyuruya göre, gelen hikâyeler değerlendirilecek ve başarılı bulunanlar radyodan okunarak ülke sathında oylamaya açılacaktı. Tesadüfen işittiğim bu duyuru üzerine çizgili kağıda el yazısı ile yazıp yarışmaya katılmak üzere Diyarbakır Radyoevi Müdürlüğü’ne gönderdiğim hikâyeyi anlatan “çocukluk  anısı”nı Ünver’e gönderdim:

“BİR ÇOCUKLUK ANISI

Tokat il merkezindeki bir ortaokulda öğrenci iken Diyarbakır Radyosu’nun Cumhuriyetin 50. yılı anısına düzenlediği bir hikâye yarışmasına katılmıştım. Ortaokul öğrencisi olarak el yazımla özenerek yazıp postaladığım hikâye, dereceye girmişti. Hikâyemi radyodan dinlediğim akşam hayatımın ve yazı deneyimimin ilk büyük heyecanını yaşamıştım.

Diyarbakır Radyosu’nun yarışmasına gönderdiğim hikâyemi konusu, Cumhuriyet ile sağlık hizmetine kavuşan Anadolu köylerinden birisine giden bir sağlık ekibinin yaşadıkları idi. Bir salgın sırasında dağ köylerine sağlam çocukları aşılamak üzere giden sağlık ekibinin başına gelen aksilikleri ve sonuçta kasabaya en uzaktaki köye ulaşarak çocukları aşılamalarını anlatmağa çalışmıştım.  Köye giden sağlık ekibinin her türlü engeli aşarak görevini yerine getirmesini bir kahramanlık olarak tarif etmiştim. Bu kahramanlığın Cumhuriyet’in bir kazanımı olarak sunulması hikâyemin Türkiye Cumhuriyeti’nin ellinci yılı için yarışmaya katılmasına anlam kazandırıyordu. Sanıyorum hikâyemin dereceye girmesinde bu yaklaşımımın da önemli derecede etkisi olmuştu.

Bugün hem sağlık konusunda hizmet veren bir hekim, hem de bir yazar olarak hayatımın iki ana eğilimini buluşturan o hikâyemi de, TRT Diyarbakır radyosunu Tokat’ta dinlediğim günü de unutamam.

O zamanlar kopya alabileceğim daktilom olmadığı ve fotokopi de bulunamadığı için Diyarbakır Radyosu’na yolladığım o hikâyemin bir kopyası bende yok.  Keşke mümkün olsa da Diyarbakır Radyosu arşivinde o hikâyemi bulunduğu dosyaya ulaşabilsem. Ne iyi olurdu…”

Hikâyemde bir çocuk için ayrıntılı denebilecek tarifler de yapmıştım. Aşı için köye giden sağlık ekibini taşıyan aracı anlatırken de sağlık ekibini taşıyan aracı,  Villis marka üstü tenteli bir jip olarak düşünmüştüm. Köyün çocuklarını daha önce gördükleri tek ulaşım vasıtası olan dört ayaklı hayvanlara hiç benzemeyen bu jipi bir hayvana benzetmeye çalıştırıp tartıştırtmıştım. Bu jip ile hayvan benzetmesi bilmem nereden aklıma gelmişti; kimbilir böyle bir jipi, Tokat’ta komşu olduğumuz Devlet Hastanesi bahçesinde görmüştüm belki.

Hastane deyince çocukluk anılarım arasında bulunan ve bende hayatın anlamı, ölüm, ailenin önemi gibi pek çok çağrışımı ile iz bırakmış bir anımı da paylaşmak isterim. Çam ağaçları ile dolu büyük bahçesi  “gizli oyun alanı”mız olan Devlet Hastanesi’nin en korktuğumuz yeri, bizim mahalle (Horuç mahallesi)  ile hastanenin bahçesini ayıran duvarın hemen kenarındaki morg binası idi. Özellikle morgda “ölü” olduğunu işaret eden titrek ampulünün yandığı gecelerde, o binanın yüz metre yakınından bile geçmek istemezdik.  Yeşilırmak’ta boğulan ve sahiplerine ulaşılamayan bir çocuğun cesedinin morgda kaldığını işittiğimizde günlerde oyun düzenimiz bozulmuştu: Birçok kişi, çocuğu teşhis etmek için morga getirtiliyor ama bir türlü çocuğun kimlik tesbiti yapılamıyordu.  Sonra nasıl oldu ise bir gün morgun ampülü karardı ve öğrendik ki, ailesi bulunamayan çocuk Belediye tarafından defnedilmişti. O günden sonra annemin “Aman oğlum, oyun oynarken mahallemizden fazlaca uzaklaşmayın” öğüdünün ne kadar da önemli olduğunu anlamıştım.

***

“Kuşluk’ta Yazarlar” grubumuzda paylaşmak üzere 23 Nisan için çocukluk anısı istendiğinde, üzerinde tekrar düşündüğüm Radyo Yarışması hikâyemin bazı ayrıntılarını daha hatırladım. O yazımı okuyan değerlendirme kurulu, hikâyemi bir kelime yüzünden belki de,  ortaokul öğrencisi bir çocuğun yazmamış, ya da büyüklerinden birisinin elinden geçmiş olacağını düşünseler haklı olurlardı diye gülümsüyorum şimdi. O kelime köye giderken geçilen tarif ederken kullandığım “yılankavi hatlarla uzanan bir yol” ifademdi.  Bugün bile çok nadir kullanılan bir kelime olarak kıvrım kıvrım uzanan bir yolu “yılankavi” olarak tarif etmek, bir çocuk için hayli çetrefil bir anlatım olmalı.

Çocuk hastalıkları uzmanı şair Ceyhun Atuf Kansu’nun ‘Kızamık Ağıdı’  adını verdiği şiirindeki “çocuk ve ölüm” çağrışımı, “morgda tek başına yatan ölü çocuk” motifi ile çocuk zihnimde yıllarca durmuştu:

“Ben gördüm bu köyü, damların altında,

Çocukları kızamık döküyor.

Gözleri, göğüsleri, yüzleri, ah bırakılmış tarla,

Gelincikler arasından öyle masum bakıyor.

 

Habersiz hepsi kızamıktan ve ölümden,

Kirli yüzlerinde açan ölümden habersiz,

Ve düşmüş bir gül oluyorlar birden,

Bebekler ölüveriyorlar, ölümden habersiz…”
Ankara, 21 Nisan 2014

***
NOT: Bu anı “Kuşlukta Yazarlar” grubunun “Yazarlarımızın Çocukluk Anıları” kitabı içinde yayınlanmıştır.

Hakkında editor

Yoruma kapalı.

Yukarı Kaydır