Free songs
Ana Sayfa / Kültür / Siyaset / * Ülkücü Hareket / Ülkücü Hareket ve İslâm Yazıları Üzerine

Ülkücü Hareket ve İslâm Yazıları Üzerine

Ülkücü Hareket ve İslâm Yazıları Üzerine Bazı Açıklamalar

Dr. Hayati BİCE

İlki 14 Eylül 2011 günü yayınlanan son dört yazımda ülkücü hareketin İslâmî ve tasavvufî yönden geçirdiği değişimleri inceledim. Bu yazılarımın beklediğim şekilde birçok yansımaları oldu. Bunlardan bazılarını okurlarla paylaşmak ve tartışmak isterim.

Başbuğ Türkeş’in Tarihî Mektubu

“Tasavvuf Her Ülkücü İçin Değildir” başlıklı yazımda gereksiz tartışmalara yol açmaması için MHP iddianamesinden alarak tamamını yayınladığım Alparslan Türkeş imzalı mektup, benim için olduğu kadar çoğu kıdemli ülküdaşımız için de tam bir şok etkisi oluşturdu.

Ülküdaşlarımızın çoğu bu mektubun kime yazıldığını merak ederken partinin iç işleyişini bilen bazı ülküdaşlarım böyle bir mektubun MHP Genel Merkezi’nde bulunamayacağını belirtti.[1] Benim kanaatim de bu mektubun aslının MHP Genel Merkezi’nde bulunamayacağıdır; akla gelen makul bir ihtimal bir kopyasının arşiv için saklanmış olmasıdır.

Böylesi önemli bir mektubun kime yazıldığına gelince bunu bilebilmem mümkün değildir. Bu mektubun kime yazıldığı konusunu sorduğum -bilgi sahibi olabilecek- bazı isimler de mektubun muhatabı olan “muhterem kişi”nin kim olduğunu bilmiyor. Bunu bilebilecek olanlar mektubun muhatabı olan Zat ile, mektubun götürülmesinde kuryelik eden kişidir. (Bu mektubun PTT ile gönderilebileceğini düşünemiyorum.)

Bu mektubun yazımda da bahsettiğim gibi MHP iddianamesinin ekindeki Belgeler klasörüne girmesi yanında tam metninin iddianameye kaydedilmiş olması da tarihî bir nitelik kazanmasını sağlamıştır.

Zeybek’in Açıklamaları

4 Haziran 2006’da törenle İşçi Partisi’ne katılan eski MHP Yozgat Senatörü, (bugün İP üyesi) Servet Bora’nın Namık Kemal Zeybek hakkındaki iddiaları son derecede önemli idi. 1977 yılında Namık Kemal Zeybek tarafından MHP Genel Merkezi önüne getirilen otobüslere gençlerin doldurulup “eğitilmek üzere”Adıyaman’ın Kahta ilçesindeki Menzil dergahına gönderildiği şeklindeki iddiayı kesin bir dille yalanladı. Zeybek: “Bazı ülkücü grupların Menzil’e gittikleri doğrudur, ama bu asla MHP Genel Merkezi önünden kaldırılan otobüslerle ve benim tarafımdan organize edilmemiştir.” dedi. Yesevî Üniversitesi’nde görevlendirilen okutmanların ise Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilgili sınavını kazanan adaylar arasından seçildiğini söyledi.

Eğitimcilerin eğitimi için hazırlanan ayrıntılı programın Türkeş’in talebi ile kendisi tarafından hazırlandığını kaydeden Zeybek, programı hazırladıktan sonra onay için Türkeş’e sunduğunu ve onayı ile uygulamaya geçildiğini belirtti. “Eğitimciler” olarak belirlenen 30 kişilik kadronun da Başbuğ Türkeş’in önerdiği iki isim haricinde kendisince belirlendiğini ifade etti.

Kutsal Topraklarda “Son Başbuğ” İle…

Bir ülküdaşımız, Kenan Akın,  4 Nisan 2011 günü Yeniçağ’da yayınlanan yazısını göndererek Başbuğ Türkeş’in 1977 yılında yaptığı Hacc ile ilgili önemli noktalara işaret ettiğini iletti.  Akın’ın  “Son Başbuğ”la Kutsal Topraklarda” başlıklı yazısının önemli cümleleri şöyle:

“34 yıl kadar önce, Alparslan Türkeş ile “Kutsal Topraklar” da bir araya geldik. Önce bir asker, sonraları da politikacı, lider, devlet adamı ve nihayet “Başbuğ” olan Türkeş’in “Kutsal Topraklar”ı ziyareti medyada pek kullanılmamıştı…

Sadece bu satırların yazarı tarafından telefonla bildirilen, “Alparslan Türkeş hacı oldu” haberi dışında basında yer almayan ve özellikle işlenmesi istenmeyen durumu şimdi ayrıntılı sunuyoruz.
Her şeyden önce, merhum Alparslan Türkeş, bir “din istismarı” yapılabileceği düşüncesiyle fotoğraflarının yayımlanmasını pek istemiyordu. Bu yüzden de, fotoğraflar tarafımızdan büyük bir özenle muhafaza altına alınarak, “Başbuğ”un isteği yerine getiriliyordu.

Şimdi ise, Alparslan Türkeş’in “Kutsal Topraklar” ziyaretinin ayrıntılarını yazmak, merhumun ne denli “inançlı” olduğunu “teyid” bakımından da önemlidir sanırız.

“Son Başbuğ” gökten indiğine inanılan taş “Hâcer-ül-Esved” in önünde dua ettiğinde gözlerinden yaş süzüldüğüne “tanık” olma heyecanı benliğimizde hâlâ yaşıyor.

“Son Başbuğ” ile tavaf sonrası sohbetimizde dinlediğimiz intibalar, belleğimizden hiç silinmiyor. Üzerinde kar beyazı ihramlar olduğu halde kelimelere basa basa anlatıyordu: “İnsana bambaşka bir huzur geliyor. Tavaf ederken bir ara heyecandan kendimden geçmek üzereydim. Gözlerimin önünden âdeta uçarcasına tavaf eden mü’minler geçiyordu.”

Zamanın Suudi Arabistan Kralı tarafından da “resmen” kabul edilen Alparslan Türkeş’in ne kadar “mütevazı” olduğuna dair bir olayı nakletmeden geçilmemesi icap ediyor.

Suudi Arabistan Kralı tarafından kabulünü dahi “propaganda” unsuru yapmaktan çekinen Türkeş, ziyaretin TRT tarafından tespit edilmemesine âdeta göz yumdu. Kabulü “görev dışı” değerlendirerek atlayan TRT ekibine Türkeş’in serzenişte bile bulunmamasını hatırlarken, her gün televizyonda boy göstermek için can atan politikacılar da gözümüzün önünden geçiyor.

Türkeş, “Hac farizası” nın bütününü büyük bir zevk, heyecan ve coşku içinde yerine getirdikten sonra, mertebelerin en büyüğü “Hacı” olduğunda gözyaşlarına hâkim olamamıştı.

İntibalarını sorduğumuzda; “Büyük bir görevi yerine getirebilmenin bahtiyarlığı içindeyiz. Hacılığımız inşallah Allah tarafından kabul edilir. Hâli, vakti ve sağlığı yerinde olan bütün Müslümanlara haccın nasip olmasını niyaz ederim. Bu yüzden de, esaret altında bulunan bütün Türklerin hürriyeti için dua ettim” derken bile sesi titriyordu.

“Bütün Müslümanlar kardeştir” sözünü hatırlatan Türk dünyasının ünlü lideri Türkeş’in Türk Milletiyle ilgili söylevini de hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor:
… Kendini Türk hisseden, Türklüğü benimseyen, Türk Milletine ve Türk Devletine hizmet aşkı taşıyan herkes Türktür…”

Son Başbuğ’un kutsal Hac seferini izleyen tek gazeteci olmanın mutluluğu da daima benliğimizde yanıp tutuşuyor.
… [2] ***

Fahrettin Öztoprak’ın “Bir Ülkücü Görüşüyle Menzil” yazısı

Haberiniz.com yazarlarından Fahrettin Öztoprak’ın benim yazımdan hareketle yazdığı yazısı Menzil köyü hakkındaki birebir gözlemlerini yansıtması ile çok faydalı oldu. [3] Öztoprak’ın gözlemlerinin 4 boyutu var:
1. Sosyal Boyut:“Günde en az yüz kişi ordaydı. Bazen beş yüz kişiyi bulurdu, hatta bin kişiyi de. Bayram günleri beş bin kişiyi aşardı gelenler.(…) Ülkücü arkadaşlar vardı burada, tanıdık dostlar vardı. Ülkücüler hep beraberdik. Üçü gider, beşi gelirdi.(…) Burada kaçak ülküdaşlarımız bile vardı.” şeklindeki gözlemleri ise konunun sosyal boyutunu sergiliyor.
2. Ekonomik Boyut:“Şimdiki gibi orada muhteşem bir cami, bir türbe ve modern yapılar yoktu. Şeyhin evi, kardeşlerinin evi, on-on beş tane köylü evi… Bir cami. Ahırlar, samanlıklar, bir-iki katlı misafirlerin topluca kalacağı bir yer… Bir bakkal, bir de çayevi vardı. Sonradan, 1981 yılı baharıydı herhalde, misafirhanenin arkasına bir yer yapılmaya başlandı.(…) Menzil izbe bir yerdi. Orada şimdiki gibi üç-dört katlı binalar yoktu.” satırları oradaki ekonomik faaliyeti yansıtması yönünden önem taşır.  Dergâha gelip gidenlerin Allah rızâsı için, sevab olduğu inancıyla bedavaya çalıştırılmaları da konunun ekonomik yönlerinden sayılabilir.
3. Güvenlik Boyutu:“Orada kaldığım müddetçe bir gün bile jandarmanın arama yaptığını görmedim. Bir-iki defa bir jip geldi, şeyhin evinin önünde durdu. İçinden resmi kıyafetli iki subay indi, Şeyhin evine girdiler. Sonra, bize dönüp bakmadan bile jiplerine binip gittiler.” satırları konunun güvenlik boyutu ile ilgilidir.
4.Dinî-Tasavvufî Boyut :  “Zikir alan Ülküdaşlarım oldu ama, ben zikir almadım. Zikir almak zorunlu değildi, isteyen alırdı.” tesbiti ise konunun tasavvufî boyutuna işaret ediyor.

Bu 4 boyutun her biri hakkında bir şeyler söylemek mümkün. Ancak konunun güvenlik boyutu yönündentasavvuf karşıtı bir noktaya sürüklenen kendisinin de “eski şeyh” ve seyyid  olduğunu iddia eden bölgeden bir isim olan Ferit Aydın’ın yazdıkları da dikkate alınmalıdır.  Ferit Aydın’ın “Tarikatta Rabıta ve Nakşibendilik”kitabında dergâhın devletin kontrolünde (kendi ifadesi ile “iş ve elbirliği içinde”) olduğu iddia edilmektedir. Ferit Aydın’ın Menzil cemaatine yönelttiği “derin devlet” için çalışmak gibi yenilmez-yutulmaz iddialar “Tarikatta Rabıta ve Nakşibendilik” adı ile Süleymaniye Vakfı Yayınları arasında basılan kitabından okunabilir. [4] Konunun dinî-tasavvufî yönü benim için sürpriz olmadı; çünkü benim bu dergâhın ismini “Adıyamancılar”şeklinde ilk işitişim oraya gidip tövbe eden alkoliklerin içkiyi bıraktıkları şeklindeki rivayetler olmuştur.  Tasavvuf teorisi açısından ise bir silsilenin bugünkü temsilcisi olan mürşide biat töreni ile intisab ederek bağlandıktan sonra günlük zikir dersi olan tesbihatı yapmayanların mürid olarak adlandırılamayacağıdır. Tasavvuf literatürü bu durumdaki kişileri muhib (sevgi duyan) olarak adlandırır.[5] Sadece içkiyi bırakmak için değil, tedavisinden ümid kesilmiş kanser hastaları gibi ağır hastaların da Menzil’in şifalı çorbasından içerek kavuşabilecekleri şifa ümidiyle de dergâh ziyaret edilmektedir. Bu türden beklentiler bir önceki şeyh olan Abdurraşîd Erol döneminde daha yoğun iken şimdi kısmen azalmış durumda olduğu söylenmektedir.
Aslında bu gözlemlerini bir görevi yerine getirme duygusu ile kaydeden Fahrettin Öztoprak’tan Menzil’e giden ülkücülerin ruh, hali, beklentileri, kendilerini oraya çeken duygular, dergâha yönlendirilmelerindeki faktörler gibi sosyal-psikolojik gözlemlerini de yazmasını beklerim. İşin bu boyutları bence ülkücü hareket yönünden; sosyoekonomik ve güvenlik boyutlarından çok daha fazla önemlidir.  Bir de bu dergâhın önde gelenlerinin önemli bir övünme kaynağı olan müridlerin cezbe sahneleri hakkında da mutlak bazı söyleyecekleri vardır.
Konunun siyasî boyutuna gelecek olursak, kaderin garip bir cilvesi Menzil cemaati ile ülkücülük birçok yerde bir arada anılmaktadır. Tasavvuf düşmanı Ferit Aydın’ın kitabında, açıkça ismi verilerek cemaat hedeflenerek yazılan iddialara hukuk çerçevesinde olsa bile cevap vermeyen bazı cemaat mensublarının -ve özellikle ülkücü kökenlilerin- bir taraftan bazı isimler üzerinden ülkücü harekete göz kırparken, diğer yandan kendi ilişkilerinin ülkücüler tarafından sorgulanmasından rahatsızlık duymaları anlaşılır bir şey değildir.
Konunun siyasî yönü de bugün çehre değiştirmiştir. 12 Haziran 2011 günü yapılan son seçimde Menzil köyünde kurulan sandıklarda AKP ezici bir üstünlük sağlarken MHP için bir tek oy bile çıkmaması dikkat çekicidir.[7]  Tarikat yapılanmasının siyasî plana yansıması ile ilgili bir husus ise, mevcut AKP hükûmetinin birkaç bakanının bu cemaatin kontenjanından atandığı şeklindedir. Bazı üst düzey bürokrat atamalarında da “Menzil referansı”nın işe yaradığı; bazı kamu ihalelerinin bu çevrenin tekelinde olduğu iddiaları da Ankara’da hemen her mahfilde konuşulan konulardandır. Dolayısıyle bugün MHP çevresinden bir müridin cemaate sosyoekonomik olarak fazlaca bir katkısı olamayacağı için “ülkücü muhîbler”in göreceli bir gözden düşmesi söz konusudur denebilir.
Dışarıdan bir izleyen olarak gözlemim bu tarikat yapılanmasının da diğer dinî gruplar gibi, son 10 yıldır bir evrim geçirmekte olduğu şeklindedir. Aylık olarak yayınladıkları Semerkand dergisi temsilcilikleri ile Türkiye çapında organize olan topluluk, kitap ve dergi yayıncılığında belirli bir kaliteyi de yakalamıştır. Grubun yayınlarından olan ve belirlenen gündeme göre  konusunun uzmanı kişilerden alınan yazılarla oluşturulanMostar dergisi, entelektüel düzey yönünden de belli bir seviyeyi yakalamıştır.[8] Son zamanlarda uydu üzerinden yayına geçen Semerkand-TV üzerinden geniş halk kitlelerine ulaşmaya çalıştığı görülmektedir.
Bunlar gözönüne alındığında işin ekonomik boyutu Fahrettin Öztoprak’ın bahsettiği “bedavaya çalıştırılan ameleler üzerinden rant devşirilmesi” hesabının çok ötesine taşındığı kolayca anlaşılacaktır.
***
Tarihî Bir Belge Olarak MHP İddianamesi 

Bu yazılarım için gerekli verilerin sağlanmasında MHP iddianamesinin çok yararlı olacağı konusunda beni uyaran dostuma özellikle teşekkür ediyorum. Gerçekten de MHP iddianamesi el altında olmadan yapılacak bir ülkücülük değerlendirmesinin en azından eksik kalacağını belirtmek isterim. Daha önce haberiniz.com sitesinde MHP Davâsı ile ilgili önemli bir yazısını okuduğum Prof. Dr Vahit Türk gibi akademisyenlerin genç akademisyenleri bu alana yönlendirmelerinin de Türk milliyetçiliğinin yakın tarihinin çarpıtılmadan anlatılmasında ve anlaşılmasında yararlı olacağına inanıyorum. [8] MHP tarihinin bir dönemini çarpıtarak da olsa belgeleyen iddianamedeki konuların 30 yıl sonra bugünkü MHP açısından nasıl değerlendirilmesi gerektiğinin de tartışılması gereklidir. Bu konudaki görüşlerimi ve ülkücü hareketin kuşakları arasında kurulamayan köprüler nedeniyle, -maalesef- tehlikeye girmiş olan fikrî süreklilik üzerine düşüncelerimi okurlarla paylaşmak isterim. Aslında bunu, bir görev olarak olan 1975-1980 yıllarını üniversiteli olarak yaşamış olan ve bugün 50’li yaşlarıyla artık birer  “aksakal” olmuş ülküdaşlarıma da hatırlatırım.
30 yıl önceki MHP’nin, bugüne kıyasla çok olumsuz şartlar altında -ve özellikle 1977-1980 döneminde her namlunun ucunu ensesinde hissederek- ortaya koyduğu program ve projelerin geliştirilerek devam ettirilmesi önünde hiçbir engel yoktur. Entelektüel bir tembellik içerisinde, yozlaştırıcı bir atalete düşerek, dedikodu üretimi ile zihnini meşgul etmek, ülkücülüre yakışmadığı gibi ülkücü hareketin mazisine de, geleceğine de ihanettir.

Teşekkür Niyetine…
Yazımda isimlerden mümkün olduğunca az bahsederek, bu hassas konunun şahsîleşmemesine ve kırıcı olmamağa özen gösterdim. Ancak konunun tamamen havada kalmaması için isimleri yazı boyunca kaydedilmiş insanlardan konu ile ilgili açıklaması olacakların iletişim adresime e-posta ile yollayacakları açıklama ve düzeltmelere açık olduğumu da belirtmek isterim. Haklarında istemeden de olsa suizanna yol açtığımı düşünenler var ise kendilerinden -peşinen- helallik dilerim.

Son olarak önce iki yazı olarak düşündüğüm ve bu yazı ile dört upuzun yazılık hacme ulaşan bu yazılarımın okurlarına ulaşmasında, -fincancı katırlarını ürküterek- gelmesi muhtemel tepkileri de göze alarak anlayış gösteren haberiniz.com sitemize de teşekkür ederim.

İlettikleri mesajlarla yazılarımdan bazı satırları okurken gözyaşlarını tutamadığını ileten “eski toprak” bazı ülküdaşlarım başta olmak üzere ülkücü hareketin tarihine ışık tutan bu türden yazılara devam etmemi isteyen mesajlar için de minnettarım.

Son bir teşekkür de, yaşları itibarıyla uzağında oldukları ülkücü tarihimizin ayrıntılarını öğrenmek konusundaki istekleri ile yazma arzumu kamçılayan üniversiteli genç okurlarıma…
——————————-
atahayati@gmail.com

[1] Alparslan Türkeş’in bu türden sempati devşirme –en azından düşmanlık sergilememe-  temaslarına önem verdiği bilinir. 12 Eylül tutukluluğundan sonra serbest bırakıldığında da bazı cemaat önde gelenlerine bu tür mesajlarını ilettiği bilinmektedir. Bu mesajlardan birisini alan F. Gülen’in milliyetçiliğe düşman değil MHP camiasına dost olduğunu kanıtlamak isteyen yakın halkası bu tür bir mektubu sürekli gündeme getirmektedirler. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi / Tarih: 09/01/1997 Sayı: Özel kayıtlı mektup  “Çok Muhterem Fethullah GÜLEN Hocaefendi Hazretleri’ne,
Efendi Hazretleri, Zat-ı âliniz, milletimizin hayatında çok yararlı hizmetlerin yapılmasını sağlamış bulunmaktasınız.”  diye başlıyor ve  “Cenabı Hak’tan size sağlıklar ve hayırlı uzun ömürler ihsan etmesini ve böylece başlatmış olduğunuz güzel gelişmelerin tamamlanmasını niyaz ediyorum. Mahsus selam, sevgi ve saygılar sunuyorum.” ifadeleri ile bitiyordu. İnternette pek çok sitede yer alan bu mektubun tamamını okumak için bkz: http://www.haber7.com/haber/20100811/Turkesin-Fethullah-Gulene-yazdigi-mektup.php

[2] 12 Eylül savcılarının Başbuğ Türkeş’in Hacc ibadetini dahi bir suç unsuruna dönüştürmek çabasını göstermektedir. MHP iddianamesinde yer alan “..Tabanın oluşumunda dinin öneminin bilinci içinde, genel başkan dinsel verileri de değerlendirerek Mekke’yi ziyaret eder ve Başbuğ kelimesine yeni bir sıfat daha eklenerek bu kesimin gözünde artık ‘Hacı Başbuğ’ olarak daha da güçlenir.” satırları neredeyse Alparslan Türkeş’in Hacc’a gitmesini bir veri olarak kayda geçirmiştir.
Yazısının tamamını aşağıdaki linkte okuyabileceğiniz Kenan Akın’ın elinde olduğunu söylediği Başbuğ Türkeş’in özel Hacc fotoğraflarını tarihe kaydedilmesi yönünden artık yayınlaması gerekir. Akın’ın yazısının tamamı için bkz. http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=17674

[3] Fahrettin Öztoprak’ın ilgi çekici tanıklıklarını yansıttığı “Bir Ülkücü Görüşüyle Menzil” yazısı için bkz.
http://www.haberiniz.com/yazilar/koseyazisi40233-Bir_Ulkucu_Gorusuyle_Menzil.html

[4] Kitaptaki şu sözler hiçbir yoruma gereke bırakmamaktadır:
Nakşibendîliğin Menzilcilik koluna mürîd kazandırmak için büyük kentlerde faaliyet gösteren şahısların şimdiye kadar deşifre olmuş kimlik ve rütbeleri bu gerçeği kanıtlamaktadır. Bunların hepsi de kitleyi psikolojik etkileme sistemiyle yönlendirmeye çalışmışlardır. Nakşibendîlikteki râbıta sayesinde mürîdde yerleşen sıkı bağlılık ve fedakarlık ruhunun avantajını keşfeden statükocu odaklar, hem “derin devlet” ile, hem de rejimin temsilcileri ve uygulayıcıları ile iş ve elbirliği içinde bundan yararlanmaya son yıllarda çok büyük önem vermişlerdir.(…) Büyük ölçüde Türkiye’den “derin devlet” desteği ile sürdürülen bu etkinliklerde yabancı dil bilen emekli subaylarca yoğun çabalar harcanarak Menzilci Nakşibendî Kampı’nın ön plana çıkmasına çalışılmaktadır!(s. 281)
Bu saldırgan anti-tasavvuf kitabın websitesinde yer aldığı Süleymaniye Vakfı, bu Ramazan ayında teravih namazını inkâr etmesi ile medyatik hale gelen Doç. Dr. Abdulazîz Bayındır’ın kontrolündedir. Bu kitap, uzun süredir internetten e-kitap formatında  indirilerek okunabilmektedir.http://www.suleymaniyevakfi.org/kitaplarimizi-indirin?did=13

[5] Muhib ünvanı diğer tarikatlar aksine Bektaşîlikte dervişin tasavvuf yolunda ilerlerken alacağı bir rütbedir.

[6] Son seçimlerde Adıyaman’ın Kahta ilçesinin Menzil diye bilinen Durak köyünde kurulan 1174 ve 1175 no.lu iki seçim sandığında da AKP ezici bir çoğunluk (%90’ın üzerinde) sağlamıştır. Cemaatin önderi olan Abdulbaki Erol’un yaşadığı bu köyün sandıklarında 12 Haziran 2011’de verilen oyların dağılımı şöyledir: AKP: 356, SP:26, BBP:1, HSP:1.
http://www.ysk.gov.tr/ysk/Ilgenel/kahtaig.pdf

[7] Mostar dergisinin internet versiyonunda, üniversiteli bir ülkücünün yararlanabileceği çok şey vardır:http://www.mostar.com.tr

[8] Prof. Dr. Vahit Türk, İddianameden Hareketle 12 Eylül 1980 MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası,http://www.haberiniz.com/yazilar/haberiyazdir33779-Iddianameden_Hareketle_12_Eylul_1980_MHP_ve_Ulkucu_Kuruluslar_Davasi.html

 

 

Hakkında editor

Yoruma kapalı.

Yukarı Kaydır