Free songs
Ana Sayfa / Kültür / İslam / Prof. Dr. M.Nazif Şehrani ile… İslamofobi Üzerine…

Prof. Dr. M.Nazif Şehrani ile… İslamofobi Üzerine…


Türkiye’de İslam Korkusu(=İslamofobi) Teriminin Kullanıldığı İlk Yayın

Prof. Dr. M.Nazif ŞEHRANİ : “İslam Korkusu İslam’dan Nasipsiz Kalma Bedbahtlığıdır “

Söyleşi : Dr. Hayati Bice

————-

SUNUŞ

                Kendisi ile yaptığımız mülakatı sunduğumuz Prof.Dr.Muhammed Nazif Şehrani  17 Temmuz 1986- 2 Eylül 1986 tarihleri arasında ülkemize Afganistan’dan hicret ederek Van’da iskan edilen  Kırgız Türkleriyle ilgili tetkiklerde bulunmak maksadıyla gelmişti. Aslen Türkistan’lı olan M.Nazif Şehrani Afganistan’ın kuzeyindeki Güney Türkistan’ın Badehşan vilayetindendir. Oraya da şimdi S.S.C.B. sınırları içindeki Fergana’nın Andican yöresinden hicret etmişlerdir. Özbek Türk boyuna mensub olan ve kariyerini Sosyal Antropoloji sahasında tamamlayan M.Nazif Şehrani’nin birçok ilmi yayını ve makalesi mevcuttur. Lisans eğitimini Hawai Universitesi’nde Sosyal Antropoloji alanında tamamlayan Şehrani Bir süre Harvard Üniversitesi Middle East Center ; Stanford Universitesi gibi saygın ABD üniversitelerinde görev yapmıştır. Röportaj yapıldığı sırada Univercity of California Los Angeles (UCLA) da öğretim üyesi olan Şehrani halen Indiana Universitesi’nde görev yapmaktadır.

                Kendisi ile bundan 20 yıl önce yaptığımız röportajda  sosyal antropolog hüviyetiyle Batı-İslam-Türkiye  toplumu üzerine değerlendirmelerde bulunan Şehrani, bugünlerde tüm dünyanın gündeminde olan İslamofobia;  Batı toplumlarının ruhani hali, Türkiye’nin Batılılaşma macerası ve sosyal kimliğimiz hakkında çarpıcı tesbitleri sunmaktadır.

Şehrani’nin özellikle Islamofobia üzerine söyledikleri o zamanlar -değil bu konuya kafa yormak- bu kavramı işitmiş bile olmayan entellektüel çevremizde şaşırtıcı bulunmuştu. Aradan geçen sürede bu konuda ortay çıkan ve çoğu “bizim dünyamız” için vahim nitelik arz eden gelişmeler yaşanılan olayların tarihi perspektif içerisinde sosyal antropolojik temellerine eğilerek incelenmesinin ve muhtemel gelişmelere göre politikalar belirlenmesinin zorunluluğunu ortaya sermektedir.

Bilebildiğim kadarıyla Türkiye yazılı basınında ilk kez “Islamofobia = İslamofobi” teriminin kullanıldığı ve artık yayınlanmayan TÖRE dergisinin 1987 yılı arşivinde; Mayıs ayı sayısında kalan ve doğal olarak gözlerden kaçan   bu önemli mülakatımızı gazete ölçülerine göre  kısaltarak güncelliğine binaen değerlendirmenize sunmak ve tarihe bir kayıt düşmek istedim.

 Dr. Hayati Bice

————————————–

 (Dr. Hayati Bice) – Sayın Şehrani, siz 19 yıl kadar bir süredir, Batı’nın en gelişmiş örneği sayılan A.B.D. de bulunuyorsunuz. A.B.D.’nin örneğinde Batı toplumunun strüktürünü, ayrıca ilim faaliyetini de yakından tanıyorsunuz. Ayrıca bir sosyal antropoloji uzmanı olarak toplum yapılarını tetkik ediyorsunuz. Zihniyet planında Batı toplumunu ve bu modernize toplum yapısının veya konformist ideolojinin gelişmekte olan İslam Ülkelerine ve bu arada Türkiye’ye empoze ettiği en hafif deyimiyle kabullendirdiği toplum şemasını, zihniyeti değerlendirir misiniz?

                 -Çok geniş muhtevalı bir soru bu çok uzun uzun cevaplandırmam gerekecek. Ama önce bir metod yanlışını bir yanlış ön kabulü işaretlememiz gerekli. Ondan sonra izah daha kolay olacak. Bugün Batının istediği bir zihniyet bütün İslam aleminde hakimdir, bu ise ilim konusunun bütün islam ülkelerinde fen, matematik, biyoloji, tıp  teknoloji ile sınırlandırılmasıdır. Hatta bu konuda  o kadar yanlışa düşülüyor ki bazı İslam bilimciler ilahi gerçeklere, astronomik dayanaklar icad etmeğe çalışıyorlar. Genel olarak İslam aleminde gördüğüm bu fikrin Türkiye’de  müdafileri bulunduğunu da biliyorum.

Şimdi Türkiye’de bilim dendiğinde anlaşılan da 3 boyutlu madde üzerine yapılmış mekanik, teknik, izahlar ve hipotezlerin temelini teşkil ettiği teknoloji, mühendislik ve tıptır, desek çok yanlış yapmayız. Sosyoloji, sosyal psikoloji, antropoloji, insani bilimler bütün İslam ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de ikinci plana itilmiştir. İlimden sayılmamaktadır. Buna karşılık Batı’da tam tersi sözkonusudur.Batılı ilim dünyası sosyal araştırmalara teknolojik araştırmalardan daha fazla mesai ve insan gücü harcamaktadır. Bundan da gayesi kendi toplum yapısını tanımak, diğer cemiyetleri kontrolleri altında tutabilmek için onların güçlü ve zaif olan yönlerine nüfuz edebilmek şeklinde özetlenebilir. İslam alemi değil kendi cemiyet hayatını güçlendirmek bu konuda Batı kaynaklı yönlendirmelerin dahi farkında değil maalesef. Böylece işin özünde bir yanlışı peşinen yüklenmiş bir İslam dünyasının Batı karşısındaki -kapitalist-komünist farketmez- zelil duruumunu kavramamız çok zor değildir. İslam dünyası ve özelde Türk dünyası konusunda Batı’da yapılan çalışmaların onda birini İslam alimleri yapmıyor desem meselenin vehametini anlatabilir miyim? Şimdi Batılı bizim cemaatimizin yapısını zaaflarını araştırıyor, biliyor. Biz ise kendi özümüzü tanımıyoruz. Bu durumda ne olur? Batılı bize kendi arzu ettiği herşeyi kabul ettirebilir. Biz buna direnemeyiz. Batılı stratejistlerin planlarının tamamı araştırmalara dayanmaktadır. Ama bu konuda biz onları suçlarsak insafsızlık olur, niye derseniz bizim kabahatimiz biz kendimizi tanımıyoruz, yahut tersinden Batılılar bize biz Türk dünyasını, İslam’ı sundukları gibi kabulleniyoruz.

(Dr. Hayati Bice) -Yani Batı’da Türk dünyası ve İslam alemi konusunda yapılan çalışmaların tabir yerindeyse oryantalist zihniyetiyle yürütüldüğünü söylüyorsunuz. Batılılar bizi nasıl kontrol edebilir kendi menfaatlerine en zararsız hale nasıl gelebiliriz, diye araştırıyorlar diyebilir miyiz?

-Hülaseten öyle. Elbette Batılının yaptığıı faaliyetin faydası kendilerinedir. Biz kendimizi onlardan öğrenirsek yanlış öğreniriz. Ancak bizim yapacağımız tetkiklerle bu konudaki yanlışlara engel olabiliriz. Bu dediğim faaliyetler siyasi, iktisadi, sosyal bütün alanları alakadar etmektedir. Bizim durumumuz şimdi şuna benziyor ki; biz kendimizi Batıya kesin olarak teslim olmuş sayıyoruz, kimimiz tam  teslim olmuşuzdur, kimimiz ise boyunduruğun bırakıp kuyruğuna konan sineklerle uğraşan çifte koşulu hayvanlar gibiyiz. Bu deyimden tenzih edilecek pek çok insanımız var ama çarpıcı olsun diye örnek getirdiğimi belirtmek istiyorum.

(Dr. Hayati Bice) –Bu konuya bağlı olarak İslam dünyasındaki Batılılaşma çabalarına ve bu faaliyetin sonuçlarına dair önemli müşahadeleriniz olduğu kanaatindeyim. Ne dersiniz?

-Tarihe bir bakarsak 19.asırdan itibaren bbizim teveccühümüz (yönelişimiz) hep Batı’ya olmuştur. Buna en büyük sebebi ise Batı’nın gücü, maddi gücü, teknolojisi karşısında düştüğümüz durum, bunun bizde yarattığı korku ile karışık hayranlık duygularımızdır, Bilhassa idarecilerimizin hayranlığı öyle ki batının herşeyini taklid ettik. Hatta bazı idarecilerimiz dedi ki-diyor ki-diyecek ki (maalesef!) medeniyet sahibi olmak Batılı olmaktır. Her şeyiyle Batılı olmaktır, adetleri, töreleri dahil. Bunu farkeden Batılı da gizli açık şunu yerleştirmeye çalıştı.”İslamiyet kötü bir dindir (haşa!) ve İslam dini müslüman ülkelerin geri kalma sebebidir. O halde siz İslam’ı bıraksanız yahşi (iyi) olacaksınız!…Bu telkinlere inanan kimi müslümanlar böylece çıkmaz bir sokağa, taklid bataklığına yöneldiler. Tek farklılık varsa o da kimi kapitalistlere inandı, kimisi de komünistlere inandı ve onları taklide yöneldi. Böylece birbirimize de düştük. Hepsi de inanıyorlardı ki öyle davranarak terakki edecektik. Halbuki Allah’a şükür yeni nesiller şunu daha iyi görüyor, farkediyor ki biz Batı’nın verdiği bütün reçeteleri kullandık. Amma iyileşmek şöyle dursun hasta iyiden iyiye kötüleşti. Aradaki mesafe gittikçe açılıyor, geri kalışımız daha belirginleşti. Bu reçeteler acaba yanlış mı diye düşünmeye başlayan hasta sahiplerinin mevcudiyeti hastanın istikbali için ümid verir duruma getirmiştir bizi.

            (Dr. Hayati Bice) -Peki onlarca yıllık bu Batılılaşma maceraası bize neler kaybettirdi, neye maloldu? Kısaca tek kelimeyle ruhumuzu kaybettik mi?

-O kadar değil. Şunu öğrendik zaman içinde bu yollar bizim bozgunumuza sebep oldu. Bu yollar bizim öz; İslami yolumuzu kesen yollardır. Şimdi yavaş yavaş tüm İslam aydınları farkediyor ki Batılının gösterdiği yollar ile olmadı, olmaz. Bu taklid yolu ile bize muvaffakiyet yoktur asla. Biz öz yolumuzu (Türk olsak-Arab olsak-Fars olsak) İslam üzere aramak zorundayız. Bizim de  yolumuz ne Şarkidir (marksisttir) ne de Garbi ( kapitalist)… O yolun tek levhası var ve oradaki ok İslam’ı işaret etmektedir…

(Dr. Hayati Bice) -Teorik planda gündelik olana geçsek ne dersiniz? Bu söylediklerimizin ışığı altında Türkiye ‘yi nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani Türkiye toplumunun kendi köklerinden ayrılması hayatı tehdit eden bir noktaya varmış mıdır? Mesela Türk cemiyeti söz gelişi Amerikan toplumuyla ne kadar benzeşmiştir yoksa eski İslami esaslı Türk cemiyetinin  niteliklerine daha mı yakın konumdadır?

-Her ikisini de global ( bütün) olarak kabbul edemiyorum. Biraz Amerikan toplumuna benziyor, kısmen de islami yapı korunuyor. Şu hemen görülüyor ki Türkiye ahalisi taklidde çok ilerlemiştir. Mesela televizyon programlarının hemen hepsinde Amerikan toplumunun pek çok kötü şeylerini hatırlatan şeylerle karşılaşıyorum. Kafeteryalar, barlar, discotekler vs. Magazin basınının da çok fazla yaygın oluşu, dikkatimi çekti. Ancak bu sözlerim sizi bedbinliğe itmesin. Türk toplumundaki taklidi eğilim henüz geri dönülmez bir noktaya gelmemiştir…

(Dr. Hayati Bice)Batıcı eğilimlerin en büyük gerekçesi Batı ile bizim aramızdaki teknolojik farklılıktır. Çoğu Türk aydının itiraz edemediği bu teknolojik farkı, maddi kültür alanındaki kalite farkını nasıl kapatacağız? Batı’nın üstünlüğünü kabul etmek psikolojik olarak mağlubiyeti kabullenmek sonucuna yol açıyor.Bunu nasıl izah edersiniz?

Şimdi teknoloji ile teolojiyi iyi ayırt etmemiz lazım… Bizim Batı’ya ilim tahsiline  gidenlerimizin çoğu bilgiler öğrenirken bir hayat stilini de az-çok benimsiyor. Daha sonra memleketine döndüğü zaman da çözümü güç problemlerle karşı karşıya buluyor kendini.Çünkü o artık ne tam bir Batılıdır ne de tam bir müslüman…Bu bir neokoloniyalizmdir… Bugün Türkiye İslam alemine göre daha iyi bir noktadadır. İnşaallah daha iyi noktalara da ulaşacaktır….

(Dr. Hayati Bice) –Sayın Şehrani, siz ABD’de üniversite çevresinde bulunuyorsunuz, üniversiteli nesillerle hep birliktesiniz şimdi şu konuya gelmek istiyorum. Kimi batılı sosyologlar , psikiatristler batının buhranda olduğunu, batılı insanın nevrotik bir yapıya itildiğini materyalistik bir hayat tarzının insani değerleri yok ettiğini söylüyorlar, yazıyorlar. Siz çevrenizde bu konu ile ilgili örneklere rastlıyor musunuz? Genelleme yapmak bu konuda doğru mu?

-Sosyal olaylarda genellemelerle izaha gittmek, hele insan psikolojisini ilgilendiren konularda benim sevmediğim bir şeydir.Çünkü bence her insan ayrı bir kainattır. Ama ben bunların pek çok örneğini hem de seçkin bir çevrede, üniversite  hayatında görüyorum hem yerde de görebilirsiniz. Mesela ABD’de yankesicilik, katillik, alkolizm, serserilik, her seviyede karamsarlık, bedbinlik oldukça yaygındır, hemen herkeste bir tedirginlik mevcut. Batı’da ruhi alan depresyondadır. Bunların hepsi materyalistik yaşamanın yol açtığı komplikasyonlardır.

(Dr. Hayati Bice) -Bir sosyal antropolog olarak Batı’da aile müessesesinin bugünkü durumu hakkında da enteresan gözlemleriniz vardır.

-Evet…Batıda erkek kadın ilişkileri Türkk-İslam cemiyetindekilerden çok farklı yönlerde gidiyor. Batıda kadınla erkeğin toplumsal bir sözleşme ile düğün yaparak birlikte bir kaderde karar kılması hemen hemen ortadan kalkmıştır. Yani aile kurma tarihe karışmak durumundadır. Böylesi bir yapıda çocuk doğurmak, çocuk yetiştirmek bir eziyet haline gelmiştir. Bu ise toplumun geleceğini tehdit  etmektedir. Şimdi Batı’da ençok kafa yorulan konuların biri, belki de birincisi budur. Batı cemiyeti bu noktadan yıkılmaya ilerlemektedir. Kadın-erkek ilişkilerindeki kural tanımazlık pek çok sapıklığın vasatı  haline gelmiştir.

            (Dr. Hayati Bice) -Peki Batı’nın düşünen kafaları bu buhranlara çözüm  aramıyorlar mı?Yoksa kaderlerine razı olmuş bir halde sürüklenip gidiyorlar mı? Ayrıca bu noktada bir alternatif olarak İslam’ı seçenlerin aktivitesi ne durumda?Batı’da İslam’ın bu konuda getirdiği tezlerin bir islam materyalizm çatışmasında oynayacağı rol konusunda Batı insanının yorumu, durumu nedir?

-Bu konuda, İslam’a karşı iki tavır var. Birincisi düşünme, tefekkür. Bu yolla hidayete ulaşan oldukça kaliteli kişileri tanıdım. İkinci, ancak yanlışlığı oranında yaygın tavır, araştırmadan reddetmedir ki temelde korkuya dayanıyor. İslam’dan korku ( teknik terimiyle İslamofobia) bu, bir yerde de İslam’dan nasibsiz kalma  bedbahtlığıdır.

Bu yaygın tavır geçen yüzyılda sömürgelerde insanları ezen, sömüren emperyalist stratejilerin de temel dayanağıdır. Bunlar etkileri alanında nüfuz ettikleri sahalarda ‘civilisation’ (medenileştirme) maskesi altında modern misyonerler olarak çalıştılar. Bu tavır etkisini yer yer bugün de İslam dünyasında sürdürüyor…Batılı bugün fundamentalist (radikal) İslamcı diye pek çok İslami hareketi karalama yoluna başvuruyor. Gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasına bu şekilde engel olacaklarını sanıyor. İslam ülkelerini adeta İslam ile korkutuyorlar. Bizim komünizm veya kapitalizm ile ihya olamıyacağımızı anlamamızdan son derecede rahatsızlık hissediyorlar. İslam’dan korkuyorlar. Bunun için de fundamentalizm (köktencilik, radikalizm) diye İslami uyanışı karalama yolunda uğraşıyorlar. İslamı yaşamak isteyenlere “VII. (yedinci) asıra dönmek istiyorsunuz.Bu reactionary (irtica)dır” diyorlar. Biliyorlar ki İslami bir yöneliş Batı’yı köşeye sıkıştıracaktır, bunun içinde vargüçleriyle propaganda yapıyorlar.

(Dr. Hayati Bice) -Bu yolda sadece propaganda mı yapıyorlar? Yoksa başka metodlar geliştirme çalışmaları da var mı? Oryantalistlerin İslam’ı tahrif etme yolundaki beyhude faaliyetleriyle bu konudaki çalışmalar paralellik gösteriyor mu?

-Evet, çok önemli bir noktadır bu. Bundan 15-20  sene önceden beri İslam hakkında bir çok araştırmalar yapıldı ve yayınlandı; kitaplar yazıldı. Bunların birçoğu İslam’ı kötü gösterme çabalarının sonucudur. Özetle “Bu İslam var ya; kötüdür, muhtevasında iyi hiçbir şey yoktur” demektedirler. Müslümanları “reactioner (mürteci)” “fanatik” diye niteliyorlar. İslam’ın özünde toplumu değiştirme, yönlendirme gibi bir hususun olmadığını iddia ediyorlar. Yani “emr-i bil-maruf nehy-i anil münker’i inkar ediyorlar..fanatizm” diye ad veriyorlar.

(Dr. Hayati Bice) –Fanatizm gibi bir kötü deyimi reddedebbilmek için kimi çevreler İslamiyet’in sadece güzel ahlak, en fazlası tek başına yaşanabilecek ibadet törenlerinde ibaret bir biçimsel kurum olduğunu  iddia ediyorlar. Bu Batı’nın etkisindeki elitin zorladığı bir tavır ama maalesef pek çok İslam ülkesinde cari durumda . Buna katılıyor musunuz?

-Batı’nın dayatmasıyla böyle bir tavıra giirmek . Bunu haysiyet sahibi hiçbir kimseye layık görmem. Bütün müslümanları tenzih ederim. Ümid verici olan şudur ki Allah’ın yardımıyla islam dünyasında islamı asli kaynaklarından öğrenme yolunda büyük gayretler var.Kafalarımızı Batının pek çoğu çöp kutularından bile atılmış hezeyanlarından temizleme lüzumu ve zarureti artık düşünebilen her İslam aydının kabul ettiği bir mecburiyet. Budur işte bizi ihya edecek olan…

 

( Ankara; 1 Eylül 1986 )

Hakkında editor

Yoruma kapalı.

Yukarı Kaydır