Free songs
Ana Sayfa / Kültür / Siyaset / Strateji / Dünya / “İslamofaşizm” Otopsisi

“İslamofaşizm” Otopsisi

“İslamofaşizm” Otopsisi

Dr. Hayati BİCE

12 Ekim 2006

Sunuş:
Daha önce yayınladığım “İslamofobi Otopsisi”nden sonra okurlardan bana ulaşan tepkiler, aynı analitik yöntem ile bu defa “İslamofaşizm”i de otopsi masasına yatırmamın, artık bir zorunluluk olduğunu gösterdi. Okuduktan sonra göreceksiniz ki, bu yazıda “İslamofaşizm”in “nasıl bir faşizm” olabileceğini (daha doğrusu olamayacağını) gözler önüne sermek üzere, aslında sadece bir faşizm analizi yapılmıştır. “İslamofaşizm”in pratik karşılıkları konusundaki tartışma ise daha sonra yazmayı planladığım bir diğer yazının konusu olacaktır.

***

Son birkaç aydır önce A.B.D.’nin neo-con kalemlerine dolanan bir terim olarak gündeme gelen “İslamofaşizm” terimi ve “İslamcı Faşistler” suçlaması A.B.D. Başkanı George W. Bush’un diline kadar uzanınca gözardı edilemeyecek; yok sayılamayacak bir kavram olarak Türk medyasının da adeta kucağına düştü. (1)

İslamofaşizm ; Türkiye’nin ezici çoğunluğunun inanç aidiyeti olan “İslam” ile son yüzyıl tarihinin bilindik kirli ideolojilerinden “faşizm”in zoraki izdivacı ile “türetilmiş” bir deyim. Bu türedi terimin son birkaç aydır medyamızda dolaşımı artmış olsa da politik arenada 1979 yılında kayda geçmiş ilk kullanımı İran İslam Devrimi günlerine kadar gidiyor. Bilindiği kadarıyla İslamofaşizm terimini siyasi anlamda ve İran İslam Devrimi ile gelen yönetimi tanımlamak üzere ilk kez kullanan kişi Maxime Rodinson(2) adlı bir sosyalisttir.

İslam ile Faşizm : Ola-bilemez / Sürdürülebilemez Bir Birliktelik
İslam ile faşizmin bir yönetim tarzı oluşturacak şekilde bir araya gelip gelemeyeceğini tartışmadan önce bu iki sosyolojik deyimin tarih içerisinde pratiğe geçmiş örneklerine de bakarak öz niteliklerini sorgulamak gereklidir.

Faşizm, Türkiye’de genel halk kitlesi için sol çevrelerin -özellikle 12 Eylül öncesi- milliyetçi hareketi tanımlamak ve suçlamak kasdıyla kullanım alanına soktuğu bir kavram olarak hatırlanır. Dünyanın yakın dönem siyasi tarihi ile ilgili kişiler ise bu kelimenin Mussolini İtalya’sının yönetim tarzı olarak literatüre girdiğini bilirler.
Genel kabule göre Faşizm kelimesi anavatanı olan İtalya’da bir demet haline getirilip bağlanmış başak grubuna verilen “fasi” kelimesinden türetilmiştir. Terimi hayat geçiren İtalyan diktatör Mussolini’nin Faşist Partisi’nin güçlü bir el altında bir arada tutulan İtalyan halkını simgelemek için bu şekli amblem olarak seçmesi bu kabulü destekler. Etimolojik kökeninin sopa anlamındaki “faso” kelimesinden ya da Latince’de “öbek, demet” anlamına gelen “faşçes ” sözünden kaynaklandığı şeklinde savlar da vardır.
En geniş kapsamlı tanımı ile faşizm “örgütlenmiş ve yaygın bir yabancı düşmanlığı; ülkede nüfus çoğunluğunu oluşturan ya da ekonomik-politik-askeri alanda egemenliği elinde bulunduran etnik bir gruba izafe edilen ve ırkçı temellere dayandırılan bir üstünlük düşüncesi ile karakterize, halka parlak bir gelecek ya da şanlı geçmişin yeniden yükselişini vadeden; toplumdaki tüm sorunları belirli etnik gruplara yükleyip çoğunluğu temize çıkaran politik bir ideoloji”dir.
Faşizmde kişilerin egemen ideolojiyi destekleyici sözler söylemek dışında ifade hürriyeti yoktur. Faşist erki elinde tutan ve kendisini “halkın efendisi” olarak gören örgütlü zorba güç odağı; bireyleri uyumlu birer köle olarak çalışmaya ve aile kurarak biyolojik olarak toplumun gelecek nesillerinin varlığını garanti altına almaya zorlar. Biyolojik anlamda “verim” üzerinde odaklanan insan politikası nedeniyle faşizme göre çalışmayan, sakat ya da engelli olan kişilerin, ya da “tehlikeli” etnik gruplardan birisinden olan insanların; toplumun genel ahlaki kurallarını hiçe sayan “sapık”ların ve nihayet “egemen devlet erki”ni kritize eden “hain muhalif”lerin yaşama hakkı dahi olmamalıdır. Bu “hoyrat ideoloji”nin hayat geçirilebilmesi için “mutlak yaptırım” gücünü elinde bulunduran “acımasız bir lider” ve giderek iknoik bir tapınma nesnesi haline gelecek olan bu “lider” e kayıtsız-şartsız itaat edecek bir “parti örgütü”nün egemen olacağı rejime ihtiyaç vardır ki işte bu rejim “faşizm”dir.
Bu nitelikleri ile değerlendirildiğinde faşizm güçlü azınlık odağının hakkının tüm güçsüzlerin hakları üstünde sayıldığı, demokrasi, insan hakları, adalet, toplum huzuru ve insancıl herhangi bir eğilim ile bağdaşması asla mümkün olamayacak patolojik (=hastalıklı) bir düşünce evrenidir.
Faşizm yönetim gücünün kalıcılığını “tek tip insan” oluşturmakla sağlama alabileceğinden belirlenen “o tek tip” ile uyumsuz her insan tekini yok etme ya da baskı altına alma yolunu benimser ; bir toplumdaki en yaygın paydalardan olan genetik ortaklık (=ırk) önemli bir birleştirici öğe olduğundan faşist yöneticiler genellikle ırkçı olmuşlar ve bu da zaman içerisinde faşizm ile ırkçılık arasında aslında teorik olarak mutlaka olması gerekmeyen bir anlam örtüşmesine yol açmıştır. Faşizm ile ırkçılık eş anlamlı değildir; ırkçılık, olsa olsa faşizmin bir alt türevi olabilir. Faşizm yalnızca “bir üstün ırk”ın varlığı ve bu üstün ırkın “sonu gelmez savaşımı” olarak adlandırılabilecek bir olgu değildir; faşizmin ırk temelli uygulaması Almanya’da Adolf Hitler’in Nazi Partisi üzerinden “nasyonal sosyalizm” uygulaması ile denenmiştir. Maxime Rodinson İran İslam Devrimi yönetimi “din esasında bir faşizm” ile tanımlarken bu ayrıntıyı göz önüne alarak teorik olarak kabul edilebilir; ancak bu din İslam olunca asla karşılık bulamayacak bir tarif yapmıştır. Tarihi sürecin getirdiği değişim ile bugün faşizm, ırkçılık ötesinde egemen hale getirilen herhangi bir ideolojiyi baskı ve zorbalıkla toplumun tamamına kabul ettirmek isteyen her türlü siyasi akımı tanımlamak üzere kullanılmaktadır ki bugün bu şablon ile marksist bir ideolojiyi esas bir faşizm dahi sözkonusu edilebilir. (3)

Mussolini’nin 1922 yılında sarf ettiği “Bizden, özgürlük değil, ekmek isteniyor ekmek…” sözlerinde örneğini bulduğu üzere Faşizmin olmazsa olmaz özelliği, zorbalığa dayanarak düşünce hürriyetini yok etmesidir. Faşist rejimde güç hiyerarşisinin en tepesindeki diktatörün her sözü anayasa kuralıdır ve neredeyse ilahi bir emir gibi tartışmasız olarak mutlak itaati gerektirir. Mussolini aksiyon(=pratik)un doktrin(=teori)e olan üstünlüğünü ileri sürmüşse de sonraları sistemine dayanak yapacağı bir doktrine gerek duymuştur. Bu doktrinin ideologunu yapan Alfredo Rocco’ya göre ” faşizme göre kişi, devlet çıkarlarının sağlanmasında sadece bir araçtır.” Faşizm teorik olarak “devlete karşı hürriyet yoktur” derken tarihteki pratik uygulamaları göstermiştir ki aslında faşizmde hiçbir hürriyetin en ufak bir zerresi bile yoktur. Bu doktrin 1932 yılında yayınlanan İtalyan Ansiklopedisi’ndeki ve Mussolini’nin yazdığı iddia edilen “La doctirina fascismo” maddesinde,”Devlete karşı hiçbir şey olamaz”,”Devletin dışında hiçbir şey olamaz”,”Herşey Devlet içindir” şeklinde özetlenmiştir.
Faşizm “kollektif bilinç” üzerinde egemenlik kuran, bireyi yok sayan, kişi hak ve hürriyetlerini özgürlüklerini sıfırlarken, devlet olarak somutlaşan kamu gücünü sonsuz derecde arttıran, devlet otoritesiyle bireyl üzerinde zalimane bir baskı kurarak kişinin hayat alanını daraltan ve kişinin en temel davranışlarını bile denetlemeye çalışan, metod itibariyle “birey”i yok edip, kitle içinde eriterek devlet otoritesinin değersiz bir parçası haline getirmeyi hedefleyen bir ideolojidir. Faşizmin tarih içerisinde görülen uygulamaları aşırı ve saldırgan milliyetçilik, güç ve şiddet mistifikasyonu, militarizm, parlamentarizmin reddi gibi ortak unsurları içerir.
Totaliter anlayıştaki bu sisteme göre ,devlet toplum hayatını bütün yönleriyle kapsar.devletin karışmadığı hiçbir alan yoktur. Aile hayatı, ekonomik serbestiyet, fikir hürriyeti ve dinî hayat herşey devletin ilgi alanındadır. “Kutsal” Devlet gerekirse kişilerin niyetlerini bile yargılar, kişi için “özel hayat” kavramı yoktur.

Faşizmin Temel Varsayımları şöyle sıralanabilir: 
* Tek başına bir insan teki olarak önemsiz bir şey olan “birey” devlet olmaksızın bir hiçtir. -Birey-Devlet ilişkisinde disiplin,emre itaat, uyum ve düzen anahtar kelimelerdir.
* “Devlet”in organik bir niteliği vardır, bireyler devleti oluşturma çabası ile bu organik yapının şekillenmesine katkıda bulunurlar. (İlk varsayım ile çelişir.)
* Toplum önderliği “mutlak liderlik” ile sağlanır.
* Tarih boyunca savaş her zaman haklıdır ; ilerleticidir ki bu kabule bağlı olarak sonuçta şiddet kutsanır, yüceltilir. Kıtalar halinde organize edilen “Berlin’e yürüyüş”, “Roma’ya yürüyüş” gibi kitle gösterileri ile faşizmi benimseyen kitlelerin disiplinize edilmesi yanında şiddetin kutsanması sağlanır.

Faşizmin Karakteristik Özellikleri : İnsanlığın yaşadığı faşizm uygulamaları paramilitarizm üzerinden taşkın, saldırgan ve “etnik temizlik”çi bir devletçilik çılgınlığıdır. Ünlü sosyolog Michael Mann bu tanımın ırkçılık, devletçilik, saldırganlık, temizlikçilik, paramilitarizm şeklinde mutlak gereken beş unsuru olduğunu ve bu özelliklerin her birinin tek başlarına başlarına “faşizm”i açıklayamayacaklarına işaret etmiştir.
Siyaset bilimci Lawrence Britt yaşanmış tarihi tecrübeleri analiz ederek ve başlıca faşist yönetimler olan Mussolini, Hitler, Franco, Suharto ve Pinochet diktatörlüklerini karşılaştırarak ve faşizmin 14 belirleyici unsurunu detaylandırarak şu şekilde belirlemiştir:

1. İnsan haklarına aykırı davranmak.
2. Saldırgan bir ırkçılık.
3. Milli birlik kurgulamak üzere bir günah keçisi/düşman tanımlamak.
4. Milli güvenlik paranoyası yaymak.
5. Askeri egemenlik oluşturmak.
6. Yaygın kişi/zümre kayırmacılığı ve yolsuzluk yapmak .
7. İş dünyasını kollamak.
8. İşçi sınıfını ezmek.
9. Dini siyasetin emri altına almak.
10. Aydın ve sanatçılara karşı nefret oluşturmak.
11. Cinsiyet ayrımcılığı uygulamak.
12. Suç / ihanet ve ceza / linç psikolojisini yaymak.
13. Medyayı baskı altına almak.
14. Seçimlerde illegaliteye dayanmak.

Değerlendirmemizin bu noktasında İslam ile faşizm arasında nasıl bir birliktelik düşünülebileceği ya da oluşturulabileceği sorusuna dönersek bu birleştirme-benzeştirme çabasının tamamen “sentetik” ve bir o kadar “anlamsız” bir konu olduğu öylesine açıktır ki…
Ancak hiç değilse Lawrence Britt’in az önce sıraladığımız tesbitlerini esas alarak durumu netleştirmek için belirlenen ondört ortak noktadan “İslami bir faşizme kaynak olabileceği” ileri sürülebilecek olanlar ele alarak değerlendirilmesi yararlı olacaktır:

*Milli birlik kurgulamak üzere yok edilmesi gereken bir günah keçisi/düşman tanımlamak İslam için sözkonusu değildir. İslam kendisi için imana davet noktasında hedef kitle olarak kabul ettiği imansızlar için bile son nefese kadar geçerli olan bir vade opsiyonu taşır.
*Faşizm uygulamalarının ortak bir yönü olan dini siyasetin emri altına almak da İslam için sözkonusu edilemez çünkü İslam bizatihi kendisi bir dindir. Tersinden düşünüldüğünde İslam’ın siyaseti kontrol altına alma gibi bir çabası olarak da -İran örneğindeki ayetullahlar hiyerarşisi istisnası ile- uzun sayılabilecek neredeyse 1500 yıllık İslami gelenek göz önüne alındığında -mutlak anlamda- bir sürece tanık olunmamıştır.
*Cinsiyet ayrımcılığı uygulamak da İslam tarihinin dini gerekçelerle hiçbir zaman kutsamadığı bir durumdur. Tarih içerisinde kadınlara karşı sergilenen negatif tavrın kökenine bakıldığında bu durumun İslam öncesi arkaik mirasın uygulamalarından kaynaklandıkları kolayca saptanabilir.
Suç/ihanet ve ceza/linç psikolojisini yaymak da İslami doktrinlerin teker teker ayrıntılarda örneklediği üzere, kodladığı hukuk uygulamalarına bakılırsa bu konularda İslami bir davranış kalıbı olduğu iddia edilemez.

Anahatlarıyla işaretlediğimiz bu İslam ile faşizm arasındaki bu aykırılıkları detaylandırmak mümkünse de “anlamsız bir çaba” olmaktan öte gitmeyecektir. Britt’in belirlediği ortak karakteristiklerden sözedilmeğe bile değer görülmeyen hususlarda İslam / faşizm aykırılıklarını okur zaten ilk bakışta kavrayacaktır.

Burada sıraladığımız esaslar ışığında saçmalığı aşikar şekilde ortaya çıkan “İslamofaşizm” fabrikasyonunun bir aydın zırvası olmanın ötesine geçerek bugün dünyanın süpergücü olarak “dünyaya nizam vermeğe soyunan” ve pratikte ise sadece “İslam coğrafyasını kana bulayan” A.B.D.’nin yönetim hiyerarşisinin en tepesindeki isimlerin diline kadar çıkması garip bir durumdur. Başta A.B.D. Başkanı George W. Bush ve Savunma Bakanı Donald Rumsfield olmak üzere İslam adına bildiklerinin bir ceviz kabuğunu dolduracağı bile şüpheli olan tiplerin “İslamofaşizm söylemleri” ile sergiledikleri durum “bambaşka bir analiz”i gerektirmektedir.

———————————-

(1) Gül’den Bush’a: “Din başka, terör başka” Dışişleri Bakanı, Bush’un ‘islamofaşist tehdit’ sözüne tepkili: Din ile terörü beraber göstermek doğru değil. Terörist her yerden çıkabilir. Radikal, 13/08/2006, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=195674

(2)Maxime Rodinson : ( 26 Ocak 1915 – 23 Mayıs 2004 ) Fransız marksist tarihçi,sosyolog ve oryentalist olarak bilinirse de köken olarak Rusya-Polonya orijinli Yahudi bir ailedendir. 1937 yılında Fransız Komünist Partisi’ne resmen üye olmuştur. En tanınmış eseri Rasulullah-s.a.v.- in hayatını konu alan “Muhammad” adlı biyografi kitabıdır. Yahudi kökenli olmasına rağmen İsrail’in politikalarına karşıt oluşu -bilhassa yerleşim stratejisi- dikkat çekicidir. İslamofaşizm terimini (le fascisme islamique) kalıbı ile ilk kez İmam Humeyni’nin 1978’de gerçekleştirdiği devrim hakkında kullanmıştır.

(3)Marksizm temelinde uygulanmaya çalışılan komünizm ideologları da faşizmi uzun uzun tartışmışlar ve çeşitli tesbitler yaparak bazı öngörülerde bulunmuşlardır. Marksizmin faşizm tanımlamaları da tarihi süreç içerisinde yanlışlanmıştır. Marksist ideologlardan Zinoviev “Faşizm en başta toprak ağalarını temsil eder” ya da “Faşizm karşı devrimci darbedir” demişti. Ama faşizmin bütünüyle büyük sermayenin çıkarlarını temsil ettiği veya Almanya örneğinde olduğu gibi darbe ile değil, şeçimle işbaşına geldiği durumlarda bu tanımlar anlamını yitirdi. Komintern, faşizmi proleter devrimden önceki son ve zorunlu aşama” olarak öngörmüştü ama faşizmin iktidarından sonra hiçbir ülkede işçi sınıfı egemenliği oluşmadı.
Georgy Dimitrov’un Komünist International’in XIII. kongresinde sunduğu “Faşizme karşı işçi sınıfı” başlıklı raporda tanımladığı üzere : “Faşizm kapitalist sermaye(=finans kapital)nin, en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının teröre dayanan açık diktatörlüğüdür” şeklinde tanımladığı siyasal olgu da bugün geçersiz hale gelmiştir.

Hakkında editor

Yoruma kapalı.

Yukarı Kaydır