Free songs
Ana Sayfa / Genel / Türk Ocakları, Said Nursî ve Necip Fazıl

Türk Ocakları, Said Nursî ve Necip Fazıl

Türk Ocakları, Said Nursî ve Necip Fazıl

– Allah’ın Ne Kulları Var!..-

Dr. Hayati BİCE

Geçtiğimiz hafta bayram münasebeti ile Türk Ocakları Genel Merkezi’ne giderken Ankara’nın ana caddelerinden birisinde ilerlerken yolu sağ ve solundaki bill-boardlarda 4 Kasım’da gösterime giren “Allah’ın Sâdık Kulu (Barla)” adlı animasyon filminin boy boy afişlerini fark ettim. Bundan birkaç gün önce Türk Ocakları resmî websitesinde Hilmi Demirimzası ile çıkan “Said Nursî’nin Davayı İman Fikrinden Etnik Fitne Sadır Olur mu?” başlıklı bir yazı[1] nedeniyle “Said Nursî” konulu bir tartışmaya tanık olduğum için afiş benim için daha da dikkat çekici oldu. Filmin tanıtım broşürüne göre film, Said Nursî’nin hayatının 1927-1934 yılları arasındaki Isparta’nın Barla kasabasında zorunlu ikâmet ile geçen günlerini anlatıyor.

Filmin gösterime girdiği gün haberiniz.com sitesinde Neval Kavcar imzası ile yayınlanan “Ocak’ta Said-i Kürdi” başlıklı -ve ciddî bir yankıya yol açan yazıyı da [2]  okuduktan sonra baktığım sosyal paylaşım sitelerinde hararetlenen bir tartışmanın başladığını gördüm. Türk milliyetçilerinden birçok tanıdık isim, Türk Ocağı websitesinde ‘Said-i Kürdî (Nursî) övgüsü’ olarak algıladıkları yazıya tepkili idi; öyle ki bazı kişiler Türk Ocakları’nı tamamen gözden çıkararak tarihî Türk Ocağı’na alternatif “Türk’ün Ocağı” isimli bir yapılanmaya gidilmesini dahi savunuyorlardı.

Aşırı noktalara vardırıldığını gördüğüm bu tepkilerde “Kürt Açılımı” olarak başlatılan ve daha sonra gelen kamuoyu tepkileri ile ismi birkaç kez değiştirilmek zorunda kalınan süreçte Türk Ocakları Genel Merkezi’nin izlediği ve -doğru/yanlış- “hükümet politikalarını destekler” olduğu düşünülen yaklaşımın biriktirdiği öfkenin patladığı görülüyordu. İlginç bir tevafuk ile birkaç gün önce kültürel bir faaliyetin katılımcısı olarak bulunduğum Türk Ocakları Hars Heyeti Toplantı salonunda Türk Ocakları’nın “Açılım süreci”nde savruluşunu dar bir çerçevede konuşmuştuk ki o sırada tepkiye yol açan yazı hakkında bir bilgim yoktu.

Hilmi Demir’in yazısına gösterilen tepki, bazı kereler -tasvib edilemeyecek saldırgan bir uslûba bürünerek-  1996’dan bu yana Türk Ocakları Genel Başkanı olarak görevde olan Nuri Gürgür’ün şahsını da hedef aldı. Bu arada 2010 yılında yapılan son Türk Ocakları Kurultayı’nda -Nuri Gürgür yönetimine karşı- çıkartılan alternatif listenin bertaraf edilmesi sırasında sergilenen zabıta tedbirleri de hatırlatılıyordu.

İşte bu kırıcı tartışmaların bende oluşturduğu üzüntülü birikim ve bu birikimin yol açtığı olumsuz bir ruh hali ile Kurban Bayramı’nın ikinci günü Türk Ocakları Genel Merkezi’nde düzenlenen bayramlaşma törenine gittim. Bayramlaşmaya katılanların yaş ortalaması dikkate alınırsa Türk Ocakları Genel Merkezi’ni bir“Emekliler Hobi Kulübü” olarak tarif eden muhalifleri haklı çıkarır bir tablo oluşmuştu; düşünün ki, 50’li yaşlardaki benim gibi katılımcılar, nisbî olarak “genç kuşak Ocaklılar”ı temsil ediyordu; diyeyim de, anlayın manzarayı…

Bu tabloya bakılarak bayramlaşma törenine gelenlerin çoğunun internetten de, Türk Ocağı websitesinde yayınlanan yazıdan da bihaber oldukları kolayca tahmin edilebilirdi. Çoğunlukla internet ile haşır-neşir genç Türk milliyetçilerinin tepkilerinin hedefi haline gelen/getirilen Türk Ocakları Genel Başkanı Nuri Gürgür ile bir bayram günü bir başkasının yazısı üzerinden -bir hesaplaşma haline gelmesi muhtemel olan- bir tartışmaya girmenin yeri de zamanı da değildi. Ancak yazıyı yazan kim olursa olsun; böylesi bir yazının bu hassas ortamda Türk Ocakları resmî websitesinde yayınlanması -ve belki de bugüne kadar Ocak sayfasına konulmuş bir yazıya gösterilen en kapsamlı tepkiye yol açan- yazının, günlerce websitesinin anasayfasından yayınlanmağa devam edilmesi halen de izaha muhtaç durumdadır. Umarım, Nuri Gürgür Türk Yurdu’nun ilk çıkacak yazısında bu konuda kapsamlı bir açıklama yapacaktır.

Türk Ocakları Genel Merkezi’ndeki bayramlaşma töreninde buluştuğumuz haberiniz.com haber müdürü Behçet Kemal Gürsoy ve Ahmet Ender Gökdemir ile MHP Genel Merkezi’ndeki törene katılmak üzere toplantıdan ayrılırken Gürsoy’a, “Said Nursî Övgüsü” yazısı konusundaki tepki konusundaki görüşünü Nuri Gürgür’e -bir gazeteci olarak- sorma fırsatı bulup bulamadığını sordum. Gürsoy, Neval Kavcar’ın yazısını haberiniz.com’da yayınladıktan sonra  kendilerine ulaşan yoğun tepkiyi Nuri Gürgür’e ilettiklerini söyleyince en azından “Niye haberimiz olmadı” denilemeyeceğini düşünerek biraz rahatladım. Türk Ocakları’ndan çıkışta karşılaştığımız Türk Ocakları çevresinin akîl adamlarından Prof. Dr. Mehmet Öz’e Türk Ocakları resmî sitesinde yer alan “Said-i Nursî’ye övgü” yazısının yol açtığı reaksiyondan bahsederek, yazının websitesinde yayınlanması hakkında bir açıklama yapılması gerektiğini düşündüğümü, müsait bir ortamda Nuri Gürgür’e iletmesini rica ettim.

O gün bu konuyu oldukça ayrıntılı olarak konuştuğumuz A. Ender Gökdemir daha sonra yazdığı bir yazı ile mutabık kaldığımız hem Türk Ocakları’nı hem de MHP’yi sahiplenme duygusunu yansıtan güzel bir yazı yazdı. [3]

Said Nursî  Tepkisinin Anlaşılması ve Yapılanların İzahı Şart

Birkaç gün içerisinde yaşadıklarım, tanık olduğum ve önemli bir kısmını paylaştığım tepkiler, kanaatime göre, “Açılım” konusunun Türk Ocakları’nın yetkili kurullarında tartışılmasını ve varılan ortak kanaatin resmî bir beyanname ile kamuoyuna duyurulmasını zorunlu kılıyor. Bu zorunluluktan kaçınılması halinde –zaten son gelişmelerle oldukça ciddi şekilde bir güven yitimine muhatap olan- Türk Ocakları yönetimi,“partilerüstü kalmak” diye özetledikleri tavrı özellikle genç kuşaktan milliyetçilere izahta zorlanacaklardır. Bayramlaşma günü ikili sohbetlerde konuştuğumuz ve Ocaklılık şuuru konusunda hiç kimsenin söz söyleyemeyeceği bir çok isim sayıları önemli bir miktara ulaşan Türk Ocakları taşra teşkilatlarının da bu tür hayatî meseleler ve “Kürt Açılımı” gibi konularda Genel Merkez yönetiminden şikâyetçi olduklarından söz ettiler. İnternet ortamında sergilenen bazı paylaşımlar, bu duygunun asla küçümsenemeyecek bir boyutta olduğunu kanıtlıyor. Belki kendi yüzlerine karşı söylenemediği için haberdâr olamayabileceklerini düşündüğüm bu “hoşnudsuzluk durumu”na ünvansız bir Türk Ocağı üyesi olarak, ilgililerinin dikkatini çekmek isterim.

Dileğim Türk milliyetçiliğinin asırlık çınarı olan Türk Ocakları’nın yaralanmadan/yıpratılmadan bu riskli süreci atlatmasıdır. Gönül, bugünlerde 100. yılını kutlayan Ocağımızın; Prof. Dr. İskender Öksüz gibi önemli bir isim “acaba?” dese de  200. yılına da erişmesini diliyor.

Said Nursî’yi Nasıl Değerlendirmeli?

Gelişmeler biz istesek de istemesek de Said Nursî hakkında bir değerlendirme yapılmasını Türk milliyetçilerinin önüne getiriyor. ‘Nurcular’ genel adı ile bilinen -ve birçok birbirine benzemez hizbin koalisyonu halindeki- cemaat öbeğinin son dönemde ülkemizin sosyal ve politik ortamında ulaştığı etkinlik, hem bu cemaatin önderi konumundaki Said Nursî, hem de Nurculuk akımının tarafgirlik ve düşmanlık gibi ön yargılı tavırların ötesinde bir soğukkanlılıkla ele alınmasını zorunlu kılmıştır: Ancak bu konuda soğukkanlı olarak hareket edilmesi o kadar da kolay değildir.

Konu, sosyoekonomik arkaplanı ile bugün Türk sosyalbilimcilerinin bigâne kalamayacakları bir kapsama ulaşmıştır.  Türk sosyolojisinin duayenlerinden Prof. Dr. Şerif Mardin [4] “Beni baştan itibaren, Bediüzzaman’ın fikirlerini toplumsal ve insanî açıdan yeni, kendine has ve üzerinde mutlaka durulması gereken bir küme olarak takdim eden Cemil Meriç’in yanılmadığını, kendisine olan mânevî borcumu burada bir daha ifade etmek isterim.” sözleri ile kendisini Said Nursî üzerinde çalışmaya yönlendiren ismin Cemil Meriç olduğunu ifade etmektedir.

Sözkonusu cemaatin, son yıllarda bu kadar gündeme gelmesinde, Said Nursî izleğini süren; lideri ve etkileri ile bugün ülkenin en tartışmalı grubunun ulaştığı etkinlik, inkâr edilemez bir önemdedir. Prof. Dr. Şerif Mardin’e göre daha genç kuşaktan sosyal antropolog Prof. Dr. Tayfun Atay [5] gibi isimlerin ‘cemaate yönelik ilgileri’nin güncellenmesi, bu etkinlik ile doğrudan ilişkilidir. İslâmî cemaatler konusundaki sağlıklı yaklaşımı ve tutarlı izahları ile dikkat çeken Atay, bu yıl başında gösterime giren ve Said Nursî’nin hayatını konu alan “Hür Adam” filmi ile ilgili bir değerlendirmesinde “Bir ‘Bediüzzaman Endüstrisi’nin önü açılmış bulunuyor.” Tesbitinde bulunmuştur. “Hür Adam”ın ardından şimdi de  “Allah’ın Sâdık Kulu (Barla)” filminin vizyona girmesi Atay’ı, -çok kısa sürede- haklı çıkarmış görünmektedir.

Bu yazıda konuyu güncelin sıcak ortamından biraz geriye çekerek ilgili ve muhakkik okurları, Türk sağının tarihî aktörlerinden Necip Fazıl Kısakürek’in Said Nursî değerlendirmesi ile baş başa bırakmak istiyorum. [6]

Necip Fazıl’ın Kaleminden Said Nursî’ye “Şeriat Dışı”lık Suçlaması

Necip Fazıl Kısakürek “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitabının bir bölümünü başlı başına Said Nursî’ye ayırmıştır. Necip Fazıl, Nursî’nin hayat hikâyesinin önemli dönemeçlerini özetledikten sonra, sözü Said Nursî’nin en çok tartışılan Kur’ân-ı Kerim’de -sayısını da vererek Kur’ân-ı Kerim’in otuzüç yerinde- kendisine ve Risale-i Nur eserine işaret edildiğine ilişkin iddiasına getirir ve Said Nursî’nin bu iddiasını yansıtan sözlerini [7] eserinden nakleder:

“Bu mes’elede, benim şahsımın veya bazı kardeşlerimin kusuriyle Risale-i Nur’a hücum edilemez! O [Risale-i Nur], doğrudan doğruya Kur’âna bağlanmış ve Kur’ân dahi Arş-ı Azam ile bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın, o kuvvetli iple­ri çözsün.

Hem, bu memlekette maddi ve mânevi bereketi ve fevkalâde hizmeti, otuz üç Âyât-ı Kur’âniyenin işârâtı ile ve İmam-ı Ali Radiyallahu Anhın üç keramat-ı gaybiyesiyle ve Gavs-ı Âzamın kati ihbariyle tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur (Said Nursî’nin kendi şahsî eserine Kurandan hüküm ve haber çıkarması, o kadar sevdiği ve bağlı olduğu şeriate aykırıdır) bizim âdi ve kusurumuzdan mes’ul olmaz ve olamaz ve olmamalı! Yoksa bu memlekete hem maddi, hem mânevi, telâfi edilmeyecek derecede zarar olacak. Bazı zındıkların şeytaniyetiyle Risale-i Nura karşı çevrilen plânlar ve hücumlar, inşaallah bozulacaklar. Onun [Risale-i Nur] şakirdleri başkalara kıyas edilemez; dağıttırılamaz, vazgeçirilemez. Cenab-ı Hak­kın inayetiyle mağlûp edilemezler!.. Eğer maddi müdafaadan Kur’ân menetmeseydi, bu milleti can damarı hükmünde, umumun teveccühünü kazanan ve her ta­rafta bulunan o şakirdleri, Şeyh Said ve Menemen Hâdiseleri gibi cüz’i ve neticesiz hâdiselere bulaşmaz­lar; Allah etmesin eğer mecburiyet derecesinde onlara zulmedilse ve Risale-i Nura hücum edilse, elbette hükümeti iğfal eden zındıklar ve münafıklar bin derece pişman olacaklar!
(Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s.232)

Bu iddialı sözleri nakleden Necip Fazıl dayanamaz ve alıntısını bitirmeden parantez içerindeki ibareyi ekler: “Said Nursî’nin kendi şahsî eserine Kur’ân’dan hüküm ve haber çıkarması, o kadar sevdiği ve bağlı olduğu şeriate aykırıdır.”

Açıktır ki, Necip Fazıl burada, Said Nursî’yi İslâm şeriatına aykırı hareket etmekle suçlamaktadır. Bu ibarenin Necip Fazıl’ın yaşadığı sürece “Son Devrin Din Mazlumları” kitabının yapılan tüm baskılarında yer alması kendisinin bu ‘şeriatdışılık’ fikrindeki ısrarının kanıtıdır.

Necip Fazıl’ın Said Nursî ile ilgili değerlendirmesinden rahatsız olan Nurcu önderlerin konuyu Necip Fazıl’ın maneviyat yolundaki mürşidi Abdulhakîm Arvasî’nin Said Nursî’ye yönelik eleştirilerine kadar geriye götürerek âdeta bir kan davasına dönüştürmüşlerdir. Gerçekte ise, Said Nursî’nin Risale-i Nur adlı eserinin pek çok yerinde ismini vermeden “İstanbul’daki ihtiyar” kodlaması ile kendisini eserine Kur’ân-ı Hakîm’de işaret edildiği iddiasından vazgeçmeye çağıran Abdulhakîm Arvasî hakkında ağır ifadelerde bulunduğu bilinmektedir. [8]

Necip Fazıl’ın Said Nursî ile İlgili İzlenimi

Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları kitabındaki Said Nursî ile ilgili bölümün “Kendisiyle Görüştüm”arabaşlıklı bölümünde vefatından kısa bir süre önce hayatında ilk ve son kez görüştüğü Said Nursî hakkındaki gözlemlerini şöyle anlatır:

“Bediuzzaman’ın İstanbul muhakemesi sırasında ben de, kendini yakından görmek ve İslâm yolunda çırpınan bu muhterem mücahidi göz ve kulak plânında tanımak arzusu doğdu. Otel,  kapısından itibaren Nur talebeleriyle doluydu Kendimi haber verdim. Beni yukarı kata çıkardılar O katta da, hizmetine bakan talebeler… Bu gençlerin yüzlerinde zi­yaretimden memnunluk duyduklarını ilân eden mânâlar… Beni içinde dar ve tek kişilik bir karyola bulunan bir odaya aldılar ve:
– İşte Necip Fazıl!
Der gibi bir eda ile huzuruna çıkardılar.
Derinlerden bakan hummalı gözlerin hâkim olduğu sakalsız bir çehrede, içine kapanık bir hâl… Heybet hissinden ziyade, dâvasına teslim olmuş çilekeş bu insan intibaını aldım.
Beni “Büyük Doğu” faaliyetimle tanıyorlar ve o tarih­te henüz başlarında olduğum hapislerimi biliyorlardı.
Bana iltifat ettiler ve aynen şu kelimeleri söylediler:
“-Seni Nur Risalesine 40 yıl hizmet etmiş (sene sayısını tam hatırlamıyorum, daha az veya daha çok olabilir) kabul ediyorum!”
Kendi kıymet hükümlerine göre bu gayet cömert iltifata teşekkürle mukabele edip huzurlarından ayrıldım ve ondan sonra kendilerini bir kere daha görmek fırsatına eremedim.
İtiraf edeyim ki, beni 20 veya 40 yıl Nur Risalesi­ne hizmet etmiş kabul etmelerindeki tevcih biraz garibime gitmişti. Ben Nur talebesi değildim ve olmama imkân yoktu. Benim kendisinde takdir ettiğim tek nokta küfre karşı mücadelesi ve düşman kutuplar üzerindeki iştirakimizdi. İslâmî kemâl dâvası ayrı mesele…
(Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s. 244-245)

Necip Fazıl, bu satırları ile kendisine rüşvet-i kelâm cinsinden iltifat eden Said Nursî’nin bu iltifatkâr tavrını garîb bulduğunu yazmaktan çekinmez. ve Said Nursî’yi bir İslâm âliminin taşıması gereken olgunluk noktasında yetersiz gördüğünü “İslâmî kemâl dâvası ayrı mesele…” sözleriyle ifade eder.

Necip Fazıl: “Risale-i Nur, Kurân Tefsiri Değildir.”

Nurculuk akımının en iddialı söylemlerinden birisi Said Nursî’nin eseri olan Risale-i Nur’u gelmiş/geçmiş en muhteşem tefsir olduğu iddialarıdır. Gerçekte Kur’ân-ı Hakîm’deki ayetlerden ancak % 10 kadarının yorumlandığı bir eseri Kur’ân tefsir olarak adlandırmak gerçekçi olmaz. Risale-i Nur’da sadece 620 ayetten bahsedilir ve bu sınırlı sayıdaki ayetlerden bazılarının taamı değil sadece bir kısmı sözkonusu edilmiştir. [9] Ancak bugün ülkenin dört bir bucağında bir araya toplanan birçok çocuk ve genç “en büyük tefsir” olan Risale-i Nur’un “okunduğunda bir cümlesi bile anlaşılamasa dahi”  tekrar tekrar okunması konusunda şartlandırılırken Necip Fazıl’ın ezber bozan şu sözlerine dikkat çekmek isterim:

“Nur Risalesi, bu büyük ve son derece tesirli eser, Kur’ân ilhamlarına dayalı bir İslâmi hikmet manzumesidir ve bu ölçüyle ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Ona Kur’ân tefsiri denemez. Kur’ândan mülhem denilebilir.

“Nur Risalesi”ni ele alınca, onda derinliğine bir iman tefekkürü bulmakla beraber, o tefekkürden, ipek böceğinin kozası halinde iplik iplik fışkırıp dokulaşan ve olanca insan­lığı dünü, bugünü ve yarınıyla kuşatan, onun bütün illet ve hasretlerine teşhis ve tedavi getiren, mutlak İslâm bağlılığı içinde müstakil, ezel kadar eskinin yanında da ebed boyu yenilik belirtici bir ideolocya örgüsü bulamıyor ve “Nur Risalesi”ni -5 asırlık hasretimiz-, böyle bir dünya görüşüne misal kabul edemiyoruz.
(Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s.256)

Necip Fazıl: “Nurcular Taassub İçerisindedir”

Necip Fazıl, muhatab olduğu Nur şakirdlerine bakarak kendileri hakkında “sınır tanımayan bağnazlar”şeklindeki keskin hükmünü de vermekten geri durmaz:

Nurculuk- asla bir tarikat veya mezhep değildir: ve iddiaya göre ruhanî terbiye yönüyle zevkini şeriat ve hakikattan almış bir zâtın etrafındaki vecd ve bağlılık halkasın­dan ibarettir. Bu halka içinde bazı fertlerin korkunç mübalâğaları ve üstatlarına bağlılıkta had tanımaz taassupları gözden kaçacak gibi değildir.
(Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s.256)

Necip Fazıl’a Göre Said Nursî

Necip Fazıl, sözkonusu kitabının ilgili bölümünün son satırlarında insaf ehli bir Müslüman olduğunu kanıtlamak suretiyle Said Nursî hakkındaki nihaî fikrini kaydeder:

Said Nursî Hazretleri, kesbi olmaktan ziyade vehbi bir ilim ve dehâ çapında bir zekâ ile nimetlendirilmiş içi vecd dolu bir insan ve nihai çapta gayesine sâdık bir mücahid olup, sürdüğü hayata nispetle bir hâl_ve ruhâni makam sahibi olması icap etse de, asıl kıymetinin tefekkürî ve ahlâki sahada aranması gereken halis bir müslüman ve ör­neklik bir mazlumdur.
Netice: Eğer İslâmî kemal mevzuunda;
Sığlığına sığ
Sığlığına derin
Derinliğine sığ
Derinliğine derin
diye 4 derece kabul edecek olursak bunlardan Said Nursî Hazretlerini hangi derecede gördüğümüz kendi ken­disine belli; onu, çocukluğundan beri kafası zonklayan ve beyni kanayan bir tahkikçi ve bu tahkik vecdiyle mücadele meydanına atılıcı bir kahraman olarak da üst derecede gör­düğümüz açıktır.
Onun, kendi sınıfı içinde bu üstün dereceye yükselme­si için ne zâhiri ilim, ne de bâtınî feyzde bir makam sahibi ol­ması gerekirdi. Ona, 90 yıllık hayatı boyunca hep didinmiş, kendi içini törpülemiş ve Büyük Huzuru bulamamış bir in­san sıfatiyle, aklı akılla yenen ıstırabı, bu ıstırabın sürükle­diği mazlumluğu ve ulaştırdığı kahramanlığı, yeterdi ve yet­ti.
(Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, s.256-257)

Sahibinin Genetik Kodlarından Hareketle Bir Fikre İtiraz Yanlıştır

Türk Ocakları sayfasında yayınlanan yazıdan sonra, Said Nursî -ve hattâ halefi olarak görülen isimler- üzerindeki tartışmayı etnik bir temelde yürütmek sağlıklı bir yaklaşım değildir. Bir zihin çabasının sonucu olarak eseri ile konuşmuş bir insanı ana-babasından intikal eden genetik mirasın kodları ile sorgulamaya kalkmak ve fikirlerini buradan hareket ile çürütmeye kalkmak hem insanî değildir hem de sonuçta bir işe yaramadığı görülmektedir. Bu yaklaşımda ısrar edildiğinde görülmektedir ki, bir fayda sağlanamamakta; olsa olsa bir fikrî yetmezliğe tanıklık tezâhürü olarak ‘küçümseyici bir gülümseyiş’in muhatabı olunmaktadır.

Bu fikrî yetmezlik sadece yergi sahiplerini bağlamaz. Said Nursî’yi önemseyen ve övenler de genel itibarıyla aynı hastalığı bu sendromu diğer ucundan sergilemektedir. Keşke ilahiyatın “Kelâm” sahasında kariyer yapmış bir akademisyen olduğunu öğrendiğim Hilmi Demir de değerlendirmesini Said Nursî’nin etnik-politik yaklaşımlarından hareketle aklamak/karalamak yerine kafası çalışan -ve hiç değilse tefsir, hadis nedir bilen- şakirdlerinin tefsir alanında önemli değilse bile “kelâm alanında müceddid”(?) olduğunu iddia ettikleri Said Nursî’nin eserinin ilm-i kelâm kriterleri açısından ne idüğüne kafa yormuş ve vardığı sonucu içeren bir makaleyi Türk Ocakları websitesinden kamuoyuna duyurmuş olsa ve böylesine tartışmalı bir makale yerine o değerlendirme okunsa idi…

“Bir Din Ulusu”, “Zamanın Benzersiz Âlimi” ya da “Allah’ın Sevgili Kulu” olarak lanse edilen ve yazdıklarına itiraz etmenin âdeta dinden çıkmak gibi kabul ettirilmeğe çalışıldığı bir kişinin aile köklerinin şu veya bu ırktan olduğunu kanıtlamak, bu söylemlerin sahiplerine karşı hiçbir şey ifade etmez. Hz. Rasûlullah’ın ashâbından iyi bilinen isimler olan Habeşli köle Bilâl, Fars kökenli Selman gibi örnekler ileri sürülerek Said Nursî’nin etnik kökeninden yola çıkılarak ileri sürülecek iddiaların bir müslüman için geçersiz hale getirilmesi de son derecede kolaydır. O halde asıl yapılması gereken, Said Nursî’nin eserindeki çelişkilerin sergilenmesi ve kendisi ile muasır abdulhakîm Arvasî gibi İslâm âlimlerinin eserine yönelttiği itiraz ve eleştirilerin ortaya konulmasıdır. Sadece soy/sop sövgüsü ile yapılacak bir Said Nursî eleştirisinin, velev ki Türklük adına yapılsın, bir utançtan başkaca bir sonuç üretmesi de söz konusu olamaz. Geçmişte bu sövme ve aşağılama tavrını en aşırı uçlara vardırarak sergileyenlerden bugüne kalanın ne olduğuna bakılırsa, bu yöntemin bir işe yaramadığı da ortadadır.

Son zamanlarda görüldüğü üzere bazı mitinglerde bölücü ellerin Said Nursî posterleri dolaştırmasından hareket ile elli yıl önce -1960 yılında- vefat etmiş olan bir müslümanı bölücülük ile suçlamak, bugünkü bölücü terör hareketlerinin sorumlularından göstermek insafa sığar bir iş değildir ve böylesi bir insafsızlık herhangi bir Türk’e de yaraşmaz. Diğer yandan Hilmi demir’in yazısında bolca örneklediği üzere Said Nursî’nin eserlerindeki Türkleri ve Türklüğü övücü ifadelerin “rejimin sızdırdığı ajanlar” marifeti ile kitaplara eklendiği; eserdeki “Kürdler” ve “Kürdistan” ibarelerinin “Şarklılar” ve “Şark Vilayetleri” olarak değiştirildiği  konusunda ileri sürülen iddialar da kafa karıştırıcıdır.[10]

***

Said Nursî’nin Eserinden yola çıkılarak yapılacak bir eleştiri konusunda sağlıklı bir yaklaşımın ne olduğunu anlamak isteyenlere, Necip Fazıl’ın Said Nursî hakkında yazdıklarının yeterince bir fikri vermesi gerekir. Nitekim Necip Fazıl’ın bu yazdıklarının ötesinde Said Nursî hakkında sağlam bir değerlendirme, akademik bir eleştiri yapıldığı da bugüne kadar görülmüş değildir.[11] 1960’li yıllarda son Osmanlı şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi adına uydurulan Said Nursî ve Risale-i Nur tenkidinin de ipliği pazara çıkarılmıştır.

Yalancı Kutsallık (=Psödo-spirituality) oluşturma olgusunun dünya çapında en tipik örneklerinden birisi olan Nurculuk akımının ilahiyat bilimi alanında çalışanlarca gerektiği şekilde irdelenmemesi halinde başka “yalancı kutsallık”ların da ülkemizde piyasaya sürüleceğinden emin olabilirsiniz. Bu “yalancı kutsal personel” kadrosuna aday olanların kimler olabileceği konusunda yeterince emare de belirmiştir.

Necip Fazıl’ın bu olabildiğince nazik ve o derecede de keskin tesbitlerinin Nurculuk akımının önde gelenlerini nasıl rahatsız ettiğini bir sonraki yazıma bırakarak kısa alıntılarla naklettiğim değerlendirmesini detayları ile okumak isteyen genç okurlara, Necip Fazıl Kısakürek’in “Son Devrin Din Mazlumları” kitabını okumalarını tavsiye ediyorum.

(Devam edecek)

—————————————–
İletişim: atahayati@gmail.com

NOT: Bayram sırasında haberiniz.com’da yayınlanan ve ilginiz ile okunma rekoru kıran “Babamı Özledim; Bende…” başlıklı yazım vesilesi ile içten duygu ve samimi düşüncelerini ileten okurlarıma teşekkür ediyorum.

[1] Çorum Türk Ocağı Reisi olduğu öğrenilen Doç. Dr. Hilmi Demir’in “Said Nursî’nin Davayı İman Fikrinden Etnik Fitne Sadır Olur mu?”  yazısı için bkz.
http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Yorumlar&pa=showpage&pid=795

[2] Neval Kavcar’ın  4 Kasım 2011 tarihinde yayınlanan “Ocak’ta Said-i Kürdi” başlıklı yazısı ve bazı okur tepkileri için bkz.
http://haberiniz.com/yazilar/koseyazisi42992-Ocakta_Said_i_Kurdi.html

[3] Yrd. Doç. Dr. A. Ender Gökdemir, “Türk Ocakları Ocağımızdır; MHP de Partimizdir!”,09 Kasım 2011,
http://haberiniz.com/yazilar/koseyazisi43190-Turk_Ocaklari_Ocagimizdir_MHP_de_Partimizdir.html

[4] Prof. Dr. Şerif Mardin, Bediüzzaman’ı niye seçtim?, 04 Kasım 2008,
http://www.risalehaber.com/news_detail.php?id=54358

[5] Prof. Dr. Tayfun Atay, Bediüzzaman Endüstrisi, 10.01.2011,
http://www.t24.com.tr/tayfun-atay/kose-yazisi.aspx?author=52&article=3086

[6] Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, b.d. Yayınları, 16. Basım, Aralık 1987.

[7] Köşeli parantez [-] içerisinde verilen ibareler yazarın açıklayıcı ekleridir. Alıntılanan metinde (-) içerinde verilen sözler ise Necip Fazıl’a aittir. Gereksiz tartışmalara ve faydasız suçlamalara yol açılmaması için Necip Fazıl’ın kitabından alıntı yapılan sayfalar yazı ekinde FOTO GALERİ olarak sunulmuştur.

[8] Necip Fazıl’ın mürşidi Abdulhakîm Arvasî (vefatı: 27 Kasım 1943) ile olan manevî ilişkisi için bkz: O ve Ben, b.d. Yayınları.

[9] Risale-i Nur’daki ayetlerin sayıca azlığı konusunda Nurculuk çevreleri de gerçeği kabul ederler. Bkz. http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=article&aid=13272

[10]  Bu konuda en aşırı iddiaların sahibi olan Tenvir Neşriyat sahibi M. Sıddık Dursun’un “Nurculuğun Tarihçesi” kitabında dile getirdiği “tahrifat” iddiaları Nurculuk çevrelerinde ciddi tartışmalara yol açmıştır. Ayrıntıları için bkz. http://www.gencadam.com/akademik/kara-propaganda/410-haksiz-ve-asilsiz-bir-taarruza-karsi-bir-beyanat/

[11] Bunu son dönemde Said Nursî hakkında müstakil bir kitap yazmış olan Nevzat Kösoğlu’nun biyografik kitabını da okumuş olan birisi olarak söylüyorum. Nevzat Kösoğlu ile bu kitabı hakkında yaptığımız bir sohbette, kendisinin Abdulhakîm Arvasî ile Said Nursî arasında cereyan eden tartışmadan hiç haberi olmadığını gördüm. Dolayısıyle Risale-i Nur’da birçok yerde geçirilen “ihtiyar zat” ile kastedilen kişinin kim olduğu konusunda da bir fikri yoktu.

Hakkında editor

Yoruma kapalı.

Yukarı Kaydır