Free songs
Ana Sayfa / Kitablar / * Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi / Hayati Bice ile Ahmed Yesevî ve Yesevîlik Üzerine / Yusuf Tunçbilek

Hayati Bice ile Ahmed Yesevî ve Yesevîlik Üzerine / Yusuf Tunçbilek

Söyleşi:

Hayati Bice ile

Ahmed Yesevî

ve Yesevîlik

Üzerine *

Röportaj: Yusuf TUNÇBİLEK

Ahmed Yesevi hakkında uzun yıllardır çalışmalar yapan Dr. Hayati Bice, Hoca Ahmed Yesevi’nin kim olduğu, hangi çağda yaşadığı, Türkleri ve Türk yurtlarını nasıl etkilediği ve Divan-ı Hikmet isimli eseri üzerine Yusuf Tunçbilek’in sorularını cevapladı.

Türklerin manevi hayatını etkileyen en önemli üç isimden biri olarak gösterilir Ahmed Yesevi. Yalnız günümüzde onu bilen, tanıyan insan sayısı oldukça az. Bu yüzden onun kim olduğu, hangi çağda yaşadığı, Türkleri ve Türk yurtlarını nasıl etkilediği, Divan-ı Hikmet isimli eserini, neler anlattığı ve neler yaptığı gibi konuları açmak istedim. Ahmed Yesevi hakkında uzun yıllardır çalışmalar yapan bir isimle, Dr. Hayati Bice ile görüştüm. Oldukça verimli bir röportaj oldu. Ahmed Yesevi’nin anlaşılması dileğiyle, iyi okumalar…

 

İlk önce sizin Ahmed Yesevî’yi araştırma serüveninizi öğrenmek isteriz. Ahmed Yesevî üzerine çalışma yapmak fikri nasıl gelişti? Şu anda referans kaynağı haline gelen Yesevî ve Yesevîlik hakkındaki kitaplarınız kaç senelik bir emeğin ürünü?

1992 yılındaki Ahmed Yesevî Türbesi’ni ilk ziyaretimizin benim için manevi değeri büyüktür. O ilk ziyarette gezi grubundan üç kişi şükür kurbanı kestirdik ve bu ziyareti bize nasip ettiği için Allah’a teşekkür ettik. Daha sonra, 2 yıl sonra o gün kurban kesenler olarak Kazakistan’da, Ahmed Yesevî Üniversitesi’nde görev almaya davet edildik. Fakat Hazret-i Pîr-i Türkistan ile tanışıklığımızın daha öncesi de var. Hakkında bir şey yazmadan önce de Ahmed Yesevî’nin ismini biliyordum; Prof. Dr. Kemal Eraslan’ın Divan-ı Hikmet’ten Seçmeler adıyla yayınlanan kitabından da haberim vardı.

1990 yılında Medine-i Münevvere’de, Doğu Türkistanlı bir Uygur zat vasıtasıyla Ahmed Yesevî’nin Divan-ı Hikmet eseri ile tanıştım. Abdulmecid Kaşgarî adlı bu aksakal bana, Divan-ı Hikmet’in Taşkent’te yapılmış hicrî 1298 tarihli taş basması bir nüshasını verdi: “Bunu götürün, Türkiye’de basın” dedi. Yesevî muhabbetimiz de işte o anda başladı diyebilirim. Bu yıl 2017’de yaşadığımıza göre tam tamına 27 yıl olmuş. Daha sonra zamanın Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’e, Türkistanlı bir arkadaşımın bana armağan ettiği Kazakça-Rusça-İngilizce olarak Kazakistan’da basılmış Naimbek Nurmuhammedov adlı Kazak Türklerinden bir bilginin hazırladığı “Hoca Ahmed Yesevi Türbesi” adlı eseri gösterip bakanlık adına basılmasını talep ettim. Sağ olsun kabul etti, ama kendi bakanlık süresi, basımını görmesine yetmedi. Bakanlığın ilgili daire başkanı Alaaddin Korkmaz’ın işi takip etmesi ile iki bakan daha değiştikten sonra, 2 yıl sonra basılabildi. Bu eser bir prestij kitabı olarak, ancak kamu tarafından yayınlanabilirdi zaten. Daha sonra Türk-Eximbank tarafından ikinci baskısı yapıldı.

Yesevî Üniversitesi’nde görev aldığım 1994-1995 öğretim yılında bölgede yaşayan Yesevîlik tarikatı, Yesevî geleneği hakkında yaptığım araştırmalar, Divan-ı Hikmet üzerindeki çalışmalarımın tasavvufî anlamda yeni boyutlara ulaşmasını sağladı.

Merak edilen bir husus da, tıp doktoru olduğum halde bu türden çalışmalara neden ve nasıl giriştiğimdir. Ailemin Kafkasya Karaçay Türklerinden olması hasebiyle Kuzey/Kıpçak Türkçesi grubundan bir anadile sahip olmamın, hikmetlerin kadim Türkçesini benim için anlaşılır kılması ve bunun yanında tasavvufî terminolojiye olan aşinalığım, bir de üstüne benim tasavvufi okumalarımdan oluşan tasavvufi birikimimin olması işimi kolaylaştırdı. Konunun bir de manevî boyutu var ki, gelecek nesillerimizi düşünerek, otobiyografik roman tarzındaki “Türkistan Rüyası” kitabımda paylaştım. 2020 yılında A.Ü. İlahiyat Fakültesi’nde Doktora tezi olarak hazırlayıp savunmasını yaptığım “Divân-ı Hikmet’te Tasavvufî Kavramlar” çalışmam da “Divân-ı Hikmet’in Kavram Haritası” adı ile KDY yayını olarak kitaplaştırıldı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

https://www.kitapyurdu.com/kitap/divani-hikmetin-kavram-haritasi-/545787.html

Ahmed Yesevî kimdir?

Hoca Ahmed Yesevî, Türk dünyasının manevi hayatında asırlardır tasarrufu devam eden ve “Pir-i Türkistan”, “Hazret-i Türkistan” namı ile anılan büyük bir Türk mutasavvıfı, bir mürşid-i kâmildir. Sûfî bir şair ve tarikat sahibi bir mürşid olarak kendi adıyla anılan Yesevîyye tarikatının esaslarını belirlemiş ve bugün bütün dünyada büyük bir yaygınlığa sahip Nakşibendiyye tarikatı ile Kübreviyye, Çiştiyye gibi tarikatları da çeşitli şekillerde etkileyen Ahmed Yesevî’nin kerametleri Kaşgar’dan Balkanlar’a kadar bütün Türk yurtlarında yayılıp benimsenmiştir. Ahmed Yesevî kadar değişik coğrafyalarda yaşayan Türk toplulukları arasında yaygın şöhreti olan bir başka kişi yoktur. Kazakistan’ın, tarihi ismi Yesi olan ancak Sovyet döneminde Türkistan adı verilen şehrinde yer alan türbesi, bugün de ‘tüm Türkistan’ın manevi merkezi’ olarak değerlendirilmektedir.

Ahmed Yesevî Batı Türkistan’da, bugünkü Kazakistan Cumhuriyeti’nin güneyindeki Çimkent şehri yakınlarında (7 km. mesafede) bulunan Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Kendisi ise iki ayrı hikmetinde doğum yeri ve ili olarak Türkistan’ı bildirmektedir. Sayram kasabası, Ahmed Yesevî’nin küçük bir çocukken geldikten sonra hayatının önemli bir kısmını geçirdiği ve ünlü Türk destanının kahramanı Oğuz Han’ın idare merkezi olduğu bilinen Yesi (=Türkistan) kentine 160 km. kadarlık bir mesafededir. Doğum yılı kesin olarak bilinmemekle birlikte, 73 yıl yaşadığı ve 1166 yılında öldüğü şeklindeki bilgiler gözüne alındığında ve Yusuf Hemedanî‘ye intisabı ve halifelerden oluşu da dikkate alınırsa miladi 11. yüzyılının ikinci yarısında doğduğuna işaret eden 1093 tarihi kabul edilebilir.

Babası Sayram kasabasında yerleşmiş ünlü bir âlim olan İbrahim Şeyh, annesi ise Ayşe (Karasaç) Ana olarak bilinmektedir. Kaynaklar İbrahim Şeyh’in Hazret-i Ali‘nin oğullarından Muhammed Hanefi‘nin neslinden geldiğini kaydetmektedir. Annesi ve babasına ait türbeler Sayram kasabasında olup bu türbelerin Ahmed Yesevî tarafından Buhara’daki eğitimini tamamlayıp Sayram’a döndüğünde yaptırıldığı kaydedilmiştir.

Ahmed Yesevî’yi ortaya çıkaran coğrafya ve şartlar nasıldı? “Pir-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî”de geçen “Pir-i Türkistan”ın anlamı nedir?

Ahmed Yesevî, Türk yurtlarındaki tasavvufi İslâm düşüncesinin piridir. Bunu kendisine verilen ve ölümünden yüz yıl geçmeden tüm Orta Asya’da yayılan “Pîr-i Türkistan” ünvanı da betimler. Ahmed Yesevî’nin ‘Pîr-i Türkistan’ ünvânının bir yakıştırma olmadığını gösteren bir rivayeti kayda geçiren ve böylece tarihe not düşen ünlü sûfî yazar Ferîdüddîn Attâr (ö.1221), tasavvuf klasiklerinden olan “Mantıku’t-Tayr” kitabında Pîr-i Türkistan olarak andığı Ahmed Yesevî’nin oğlunun katli ile ilgili menkıbeye değinir.

Burada bahsedilen Türkistan, Hazar Denizi’nin doğu kıyılarından Çin seddine kadar uzanan milyonlarca kilometrekarelik sahadır ve Ahmed Yesevî işte bu uçsuz bucaksız toprakların manevî önderidir. Tasavvuf tarihinde yaşadığı, öldüğü şehirlere nisbetle adlandırılan sufîler vardır ama, ismi bu kadar geniş bir coğrafya ile özdeşleştirilmiş ikinci bir isim tasavvuf tarihinde yoktur.

Yesevî’yi ‘Şeyhü’l-meşâyıh-i Mülk-i Türkistan’, ‘Pîr-i Türk’ unvânları ile anıp kayda geçiren ise Türkistan edebiyatının zirve ismi Ali Şir Nevâi’dir. Nevâi, Nesâyimü’l-Mahabbeeserinde onu ‘Şeyhül-meşâyıh-i Mülk-i Türkistan’ olarak tarif eder ve Türkistan duâlarının kıblegâhı diye anar. Nevâdirü’ş-Şebâb eserinde ise bir beyitte Yesevî’den Pîr-i Türk olarak söz eder. Hazreti Sultan Yesevî’yi 15. yüzyılın temel tasavvuf kaynaklarından Reşahâtmüellifi ise ‘Serhalka-i Meşâyıh-i Türk’ unvanıyla kayda geçirmiştir. Evliya Çelebi ise kendisinin de soyundan geldiğini Seyahatnamesi’nde iftihar ile ve müteaddit defalar tekrarlayıp Ahmed Yesevî’yi ‘Pîr-i Türk-i Türkân’ sıfatıyla yüceltir.

Bütün bu gösterişli ünvanlar Divan-ı Hikmet eserinde kendisine “Kul” unvanını layık gören Ahmed Yesevî’nin tarih içerisinde kazandığı saygınlığın birer göstergesi olarak kabul edilmelidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tasavvuf açısından Ahmed Yesevî nereye oturmaktadır?

Divân-ı Hikmet’teki şiirlere bakarak Yesevî fikriyatının köklerini çıkartabiliriz: 1. Kuran-ı Hakîm, 2. Nebevî Sünnet, 3. Hallâc-ı MansurBayezid-i BistâmîŞiblî Horasanîgibi tasavvuf pirlerinin izi.

İslami zahir ve batın ilmine vakıf olan Ahmed Yesevî, halka İslam’ın esaslarını, şeriat hükümlerini, tarikatının adâb-erkânını öğretmek gayesiyle sade bir dille şiirler söylüyor ve yanındaki dervişleri bunları yazıya döküyordu. Tarikatını, süluk adâbını Arapça ve Farsça bilmeyen Türk dervişlerine anlatmak için, Türklerin halk edebiyatından alınmış şekillerle, hece vezninde hikmetler söyledi; bu şiirler daha sonra özgün bir isim olarak “hikmet” adı ile tanınıp “Dîvân-ı Hikmet” adı verilen kitaplarda bir araya getirilecektir.

Diğer manzumelerden ayırt etmek için “Hikmet” adı verilen bu manzumeler, dervişler vasıtasıyla en uzak Türk obalarına kadar ulaştırılıyordu. Bu “Hikmetler” Türkler arasında bir düşünce ve iman birliğinin teşekkül etmesine hizmet etmesi bakımından çok önemlidir.

İyi niyetli fakat bilgisiz bazı kişiler “Ahmed Yesevî’yi övmek” adına anakronizme düşerek, “Türkler Ahmed Yesevî sayesinde Müslüman oldu” gibi fahiş hataları, tarihen yanlış şeyleri dile getirmektedir. Bu nedenle bazı tarihleri hatırlamamız, hatta ezberlememiz gerekir.

Türklerin mezheb imamı İmam-ı Âzam Ebu Hanife’nin vefat tarihi 767’dir.

Türkler arasında irşad çalışmaları yaptığını bildiğimiz ünlü sufî Hallac Mansûr’un vefat tarihi ise 922’dir. Hatmü’l-Velâye adlı çok önemli tasavvuf eserinin müellifi olan Türkistan sufîsi Hakim Tirmizî’nin vefat tarihi 932’dir.

İtikadda imamımız olan Ebu Mansûr Maturidi’nin vefat tarihi 944’dür.

Siyasî tarih açısından ise İslâm halifesi adına ilk hutbenin okunması 917 tarihinde İdil Türk Devleti adına kaydedilmiştir.

Ünlü Satuk Buğra’nın kendisinin Müslüman oluşu 920-922 olarak kabul edilirken Karahanlı tahtına oturması 942 yılındadır. Abdulkerim Satuk Buğra Han’ın vefatı ise 955’tedir.

Türklerin İslâm bilim tarihine katkısı olan sünnet külliyatlarının derleyicilerinden, türbesi Semerkand’da olan İmam İsmail Buharî’nin vefatı 870, İmam Tirmizî’nin ölüm tarihi ise 892’dir.

Ahmed Yesevî’nin vefat tarihinin 1166 olduğu düşünülürse, Türklerin Ahmed Yesevî’den 3-4 asır önce hem itikadî olarak hem de nazarî ve amelî tasavvuf ile karşılaşma yönünden İslâm ile ünsiyet sağladıkları tarihî birer gerçektir.

Bu gerçekler Ahmed Yesevî’nin Türklerin müslümanlaşma sürecindeki önemini azaltmaz. İslâm ile tanışmış olan Türklerin, ibadetlerde derinleşme, ruhanî kemâle erme noktasında Yesevî geleneğinden çok yararlandığı bugüne kadar ulaşan tesirlerini dikkat aldığımızda inkâr edilemez bir durumdur.

Tasavvuf açısından Yesevî, tarikat kurucusu bir mürşid-i kamil, Yesevîyye yani Yesevîlikyolunun piridir. Türkistan’da Yesevîlik’ten sonra yayılan KübrevîlikNakşibendîlik ve hatta daha çok Hind kıtasında yayılan Çiştîlik tarikatlarının hepsi Yesevîlik’ten etkilenmişlerdir. Türkiye’de bu etki, Bektaşîlik ile doğrudan, Mevlevîlik ile Kübreviyye tarikatı üzerinden dolaylı bir kanaldan kendisini göstermiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“Divan-ı Hikmet” isimli eserinde Ahmed Yesevî ne anlatıyor?

Hayatını bir bütün olarak ele aldığımızda Ahmed Yesevî, bir irfan ocağı kurucusu olarak irşadını iki kanal üzerinden yürütmüştür: 1. Yesevî Halifeleri 2. Yesevî Hikmetleri…

Birinci damarın ana niteliği, Türkistan’da yetiştirilen Yesevî halifelerinin, irşad misyonu ile dünyanın dört bir köşesine gönderilmesidir. İkinci damarın esası ise; yazılı literatüre “hikmet” adı ile giren ve Divan-ı Hikmet olarak toplanan eserindeki fikirlerin sözlü ve yazılı olarak yayılmasıdır.

12. yüzyıldan günümüze kadar dokuz yüz yıldır, bütün Türk dünyasında Yesevî irşadı bu iki kanal üzerinden devam etmektedir.

Ahmed Yesevî, büyük çoğunluğu bozkırlarda yayılmış olarak, dağınık bir halde yaşayan Türk soylu halklara Allah’a iman ve İslâm’ın esasları, şeriat hükümleri ve tarîkatının adâb ve erkânını öğretmek gayesiyle sâde bir dil ile genellikle hece vezninde şiirler söylemiştir.

Hikmetler konularına göre analiz edildiğinde; kendi hayatından söz ettiği hikmetler, başta Hz. Rasûlullah olmak üzere İslâm tarihinden isimlerle ilgili olanlar; şeriat, tarikat, hakikat ve marifet makamlarını anlatan şiirler; zikrin önemini vurgulayan, Allah’a aşk ve muhabbetle ibadeti teşvik edici hikmetler ve nihayet hayatın kaçınılmaz sonu olan ölüm gerçeği ve ahiret hayatı ile ilgili hikmetler karşımıza çıkar. Ahmed Yesevî, hikmetlerinde, dört kapı ve kırk makamı sıralamamışsa da dervişin kemâle ermesi için ağır bir manevî eğitimden geçmesi gerektiğini ifade ediyor.

Güncel bağlantısı olduğu için ilginçtir; daha 12. yüzyılda Ahmed Yesevî sahte mürşitlerden, sahte şeyhlerden, sahte âşıklardan bahsetmektedir. Dış görünüşünü dervişe benzettiği halde gerçek manasıyla tasavvufla hiç ilgisi olmayan sahtekârlardan bahsediyor.

Ahmed Yesevî’nin sahte sufîler, sahte mürşidler hakkında Divan-ı Hikmet’te yaptığı uyarıları Keşkül dergisinin son sayısında yer alan “Maneviyat Sahtekârlığı ve Yesevîce Uyarılar” başlıklı yazımda ayrıntılı olarak inceledim. Tasavvuf alanında kalıcı sayılar hazırlayan Keşkül’ün 40. sayısı olan “Yeseviyye Özel Sayısı”nı konu ile ilgili herkese özellikle tavsiye ederim.

Türk edebiyatı penceresinden bakarsak “Divan-ı Hikmet” ne anlam ifade ediyor?

Türk edebiyatı tarihinde “Dîvân-ı Hikmet”in önemi, İslâmiyet’ten sonraki Türk edebiyatının daha önce yazılan Kutadgu Bilig’den sonraki bilinen en eski örneklerinden biri ve tasavvufi Türk edebiyatının ilk eseri oluşundan daha fazla, Türk dünyasında meydana getirdiği tesirlere dayanır. Yüzyıllar boyu Divân-ı Hikmet’te yer alan şiirler eski devirlerin ozan -baksılarından hemen hiç farkları olmayan Yesevîhan-müridler tarafından her türlü toplum faaliyetinde okunmuş, dillendirilmiştir. Bugün bile “Hikmet” temelli bu şifahi kültürün son temsilcilerine bütün Türkistan coğrafyasında rastlamak mümkündür. Hatta büyük bir kültürel kırılma ile hem Batı Türkistan’dan hem de tüm Türk yurtlarından ayrıştırılan Çin işgalindeki Doğu Türkistan’da bile Yesevîhan geleneğinin sürdüğü bilinmektedir.

Dîvân-ı Hikmet’in asırlara karşı böylesine dirençli ve etkin oluşunda öncelikle “ilahi yardım” olmakla birlikte zahiri olarak hikmetlerdeki dil ve şiiriyet özellikleri de etkili olmuştur. Vezinli-kafiyeli “ozan sagu”larına aşina Türk obalarının yine vezinli-kafiyeli ve hatta ilave olarak müzikal makamlarla okunan hikmetleri benimsemeleri çok kolay olmuştur.

Divân-ı Hikmet’te her ne kadar konusu gereği pek çok Arabça-Farsça kelime yer alsa bile metin Türkçedir. Öyle ki devrin yaygın edebi dili olan Farsça’ya rağmen ve -kendi ifadesi ile- Farsça’yı da iyi bildiği halde Hazreti Sultan Yesevî, mesajının iletilmesini öncelediği için Türkçe kullanımında ısrarlı olmuştur. Divan-ı Hikmet’teki 71. Hikmet’te doğrudan ayet ve hadislerin Türkçesinin anlatılmasının anlaşılmaları için şart olduğunu kaydetmesi, Türkçe’ye verdiği önemin kanıtıdır.

Süreç içerisinde Yesevîyye ya da Yesevîlik tarikatı nasıl oluşuyor?

Yesevîlik tarikatının teşekkülünde ilk halifelerinin büyük yeri vardır. Halifelerinden Süleyman Hakim Ata’nın hikmetlere benzer şiirlerinden oluşan Bakırgan Kitabı, yeğeni ve halifesi Sufi Muhammed Danişmend’in Miratü’l-Kulûb risalesi Yesevîyye tarikatının temel eserleri olarak elimizdedir. Daha sonra Hazinî’nin Cevâhirü’l-Ebrâr eseri gibi Yesevî dervişlerinin ortaya koyduğu eserler bir Yesevîlik kültürünün oluşmasında etkili olmuştur. Az önce söz ettiğimiz üzere hikmetlerin ezberlenmesi ve sözlü olarak aktarımı da Yesevîlik yolunun önemli iletişim kanallarındandır. Bu sayede Yesevîlik yolu çok geniş bir sahada yayılabilme özelliğini kazanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Günümüzde bu yolu izleyenler var mı?

Orta Asya’da münferit Yesevî dervişleri gördüm ama organize olmuş bir sosyal grup şeklinde bir Yesevî tarikatı yok. Bölgede tarih boyunca ve bugün de Yesevîlikile Nakşibendîlik iç içe, yan yana yürümüştür. Türkistan’da münferit “mürşid” diyebileceğimiz kişiler var, bu kişilerin etrafında bir cemaat var, zikir halkaları var. O şekilde tasavvufî bir hayat sürüyor.  Bu tür kişilerden birisi bana 10 bin kayıtlı müridi olduğunu söylemiştir. Bu rakam abartılı olsa bile kısmen de durumu yansıtmaktadır.

Ama bunun ötesinde şöyle bir şey var: Orta Asya’nın maneviyatında bugün Hoca Ahmed Yesevî hâlâ çok büyük etkilere sahip. Sadece Orta Asya değil, bütün Türkistan’da, hatta Pakistan’da bile etkileri olan bir şahsiyet. Yesevî Türbesi önünde Türk cumhuriyetlerinin tamamından gelen kişiler yanında, sınır ötesi yerlerden, Moğolistan’dan, Pakistan’dan gelen ziyaretçiler gördüm. İnsanlar Ahmed Yesevî’yi bir şekilde tanıyorlar. Tasavvuf tarihiyle ilgili olan insanlar zaten tanıyor ama bütün Orta Asya’da da Ahmed Yesevî çok bilinen, çok saygı duyulan bir insan. Türkistan’da “Hazret Sultan Ahmed Yesevî” diye söylüyorlar. Ve bölgede ismi Sultan Ahmed olan birçok insanla karşılaştım. Bu konuda genellikle şu öyküyle karşılaştım: Rüyasında bir zat veya bir dedesi ona “Torunum olduğunda ismini Hazret Sultan koy. / Sultan Ahmed koy.” diye Yesevîlik yolunda bir nasibi olacağını söylüyor. Ve bu şekilde isim konmuş çok kişi gördüm. Ahmed isimli çocukların önemli bir kısmı böyle. Annesi hamileyken, annesi ya da babası bir rüya görerek ismi böyle konmuş onlarca örnekle karşılaştım. Yani dolayısıyla Orta Asya’daki maneviyatta Ahmed Yesevî hâlâ çok önemli bir insan. Ama tarikatın, normal bir organizasyon şeklinde bir Yesevîliğin olduğu söylenemez.

Son yıllarda terör ile birlikte anılan radikal İslâmcı söylemlerin hedef haline getirdiği bölgede yerel makamlar her türlü İslâmî oluşuma karşı şüphe ile yaklaşmaya ve faaliyetlerini mümkün olduğunca kısıtlamaya yöneltmiştir. Bu, tasavvufî faaliyetlerin gelişimini de engeller bir hal almıştır.

Türkler açısından Ahmed Yesevî’nin önemi nedir? Ahmed Yesevî’nin Türkler üzerindeki etkileri nelerdir?

Ahmed Yesevî’nin tasavvufi görüşü dediğimiz zaman, sadece insanların tümünü cennete göndermek anlaşılmamalıdır. Dünyayı tamamen boşlayıp insanları mistik âleme taşımak gibi bir hedefi olmamıştır. Dolayısıyla Ahmed Yesevî’nin ve onun geleneğini sürdüren tasavvuf ehlinin Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve Selçuklu Devleti’nin fikir planında şekillenmesinde ve Cumhuriyet’e kadar gelen dönemde tesirleri olmuştur. Osmanlı asırları boyunca ehl-i tasavvufun devlet nezdindeki yeri kısa süreli istisnalar dışında daima mümtaz bir mevki olmuştur.

Böyle söylenince ilk akla gelen Fatih’le Akşemseddin arasındaki ilişki olur. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Osman Gazi’nin kayınpederi olan Şeyh Edebali etkilidir.

Yesevî’nin kendi geçimini ağaçtan kaşık ve kepçe yontup satarak sağladığının kaynaklara geçmiş olması çok önemlidir. Osmanlı tarihinin en önemli kaynaklarından Künhü’l-Ahbâr’da bu meşgalesinin yazılı kayda girmesi de rivayetin tarihî değerini arttırmaktadır. Tasavvufu ve mürşidlik makamını bir geçim kaynağına dönüştüren asalak yaklaşımların aksine, insanın kendi emeği ile kazanıp helal lokma yemesinin önemi Türk tasavvuf geleneğinde hep vurgulanmıştır. Bu tarzın Ahmed Yesevî’den tevarüs edildiğini düşünüyorum.

Günümüzde Ahmed Yesevî’yi neden öğrenmeliyiz? Ahmed Yesevî ismi ve eseri bugünün gençliği için ne anlam ifade edebilir? 
Tasavvuf lezzetini tatmaları için günümüz gençleri de Yesevî okumalıdır. “Ahmed Yesevî’den nasıl faydalanabiliriz?” diye soran gençlere Divan-ı Hikmet’ten her hafta dört-beş şiir okumalarını söylüyorum. Böylece yaklaşık bir yıl içerisinde şu anda elimizde olan, Türkçe olarak tarafımdan yayına hazırlanan, yirmi beş yılı bulan çalışmalarım sonucunda bugün bir araya getirme şerefine ulaştığım Divan-ı Hikmet’teki 252 hikmetin tamamı okunmuş ve Hazret-i Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî’nin sohbet halkasına manevî olarak dâhil olunmuş ve Ahmed Yesevî ile sohbet edilmiş gibi olunacaktır.

Bunu önemsediğim için yayınevimden Divân-ı Hikmet’in her yerde kolayca taşınıp okunabilmesi, ekonomik bir fiyatla ulaşılabilmesi için cep boyutunda da basılmasını rica ettim. Bu cep boy baskı ile bütün gençler, Divân-ı Hikmet’i çantasına, cebine atıp her fırsatta açıp okuyabilecekler. Sorunuza net bir yanıt olsun: Ahmed Yesevî en kolayca kendi eserinden, Divan-ı Hikmet’ten öğrenilebilir; dün de böyleydi, bugün de böyledir ve eminim yarın da böyle olacaktır.

Tarihteki uygulamaya uygun olarak, Yesevî hikmetleri ülkemizde de ilahiler tarzında bestelenerek kısmen de olsa ulaşılabilir haldedir. Bu noktada Türk tasavvufî müziğinin son dönemdeki ustası merhum Ahmed Hatiboğlu’nun “Yeseviyye” adlı albümü ve verdiği konserler öncü olmuştur. Daha sonra Türk Dünyası Müzik Topluluğu’nun kurucularından İrfan Gürdal kardeşim de bazı hikmetleri besteledi. Fakat Türkistan müziğinin günümüzdeki en önemli temsilcisi olan M. Sabir Karger’in 2016 Ahmed Yesevî Yılı için hazırladığı “Yesevî Vasiyeti” adlı ve 12 hikmeti içeren çalışması, özgün Türkistan müziği ve icrasında sergilediği Karahanlı Türkçesi’nin ağız özellikleri ile benzersiz bir çalışma oldu. Bu albümün müzikalitesi, eserlerin stüdyo kaydının Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te yapılması sayesinde Özbek saz sanatkârları tarafından icrası vesilesiyle kayda değerdir. Bu Yesevî ilahilerinin hemen hepsi Youtube arşivine eklenmiştir. Gençlerimiz oradan ulaşabilirler. Youtube demişken TRT-AVAZ’da Sadık Yalsızuçanlar ile gerçekleştirdiğimiz Gök Kubbemiz programının iki bölümü de Ahmed Yesevî ve Divan-ı Hikmet hakkında söylenebilecek her şeyin söylendiği iki program olarak kayda girdi. Bu kayıtlar da YouTube’dan TRT-AVAZ arşivinden izlenebilir.

Tavsiye noktasında son söyleyeceğime gelince, “Okumak için yazdığınız kitaplardan bir tanesini tavsiye eder misiniz?” sorusuna verdiğim cevap olarak, “Türkistan Rüyası” kitabımı öneriyorum. Bu kitabı okuyan genç arkadaşlarımın da bildiği şekilde, bu eseri okuyan birisi, Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, Türkistan’ın bugünkü durumu, tasavvufun bugünün dünyasında nasıl anlaşılması gerektiği ve hatta Türk dünyasında misyonerlik çalışmalarının oluşturduğu tehdit konularında bilgilenmiş olacaklardır.

UNESCO 2016 yılını Ahmed Yesevî Yılı olarak belirlemişti; daha öncesinde gene UNESCO 1991 yılına Yunus Emre, 2007 yılına da Mevlana yılı demişti. Bunun olumlu ya da olumsuz etkileri nelerdir?

UNESCO her yıl bu türden anma takvimleri ilan etmektedir. Yıllar önce ben de bu türden işleri göstermelik etkinlikler olarak değerlendirir ve karşı çıkardım. 2016 yılı da ebedi âleme göç edişinin 850. yılı dolayısıyla “Ahmed Yesevî Yılı” olarak ilan edilmiştir. Bu türden anmaların, sembolik değerde olsa bile, yapılan faaliyetler ile kişinin tanınması ve anlaşılması yönünden büyük bir fayda sağlandığını görüyorum.

Ahmed Yesevî’nin Anadolu’da tanınmasında akademik çalışmaların belirleyici bir etkisi var. “Ahmed Yesevî Yılı” kapsamında birçok kamu kuruluşu, resmî kurum çalışmalar yaptılar, üniversiteler birçok konferans, panel ve sempozyumlar düzenledi; televizyonlarda Ahmed Yesevî ve takipçileri ile ilgili belgeseller yayınlandı.

Şahsen Yesevî ve Yesevîlik üzerinde çeyrek asırdır emek veren birisi olarak -yakın dostlarımın da çok iyi bildiği gibi- ülkenin her yayından gelen Yesevî etkinliklerine yetişmekte zorlandım. Yine bu yıl vesilesi ile, Mersin Büyükşehir Belediyesi, Ankara’nın Gölbaşı Belediyesi gibi yerel yönetimler ve çeşitli STK’lar tarafından çocuk ve gençlere yönelik “Divân-ı Hikmet’ten Seçmeler” kitapları hazırlandı.

Tasavvuf son yıllarda popüler kültürün malzemesi oldu. Ayrıca hep esrarengiz, mistik, rüya âlemi, gizem gibi garip şeylerle beraber düşünülüyor. Din alanı sömürülmeye müsait bir alan. Ahmed Yesevî üzerinden gidersek, bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?

Halk nezdinde Allah dostlarının şahsında temsil edilen tasavvuf, bizim toplumumuzda hiçbir zaman etkisiz olmamıştır. Ancak tasavvufi kültür birikiminin yeni nesillere aktarılmasındaki zaaf, “sahte şeyh”, “yalancı-mürşidimsi” kişiliklere fırsat vermiştir. Buna ilişkin arızaları konu alan haberler hepimizin hafızalarındadır. “Sahte şeyh” demişken, Ahmed Yesevî’nin, hikmetlerinin pek çok yerinde “maneviyat hırsızlığı” yapan “yalancı sufî”lere dikkat çektiğini yeniden söylemeliyim.

Son yıllarda ülkemizde yoğunlaşan ‘İslam üzerine tartışmalar’da tasavvuf konusunun da gündeme getirilmiş olduğu herkesin bildiği bir husustur. Özellikle 1997 sonundan itibaren toplum hayatındaki İslami tezahürleri sorgulayan ve hatta yargılayan genel eğilimin ardına takılan bir grup kişi de (bunlar arasında  “sıkı” müslüman olduğunu iddia edenler de vardır maalesef) İslam’ın tasavvufi içeriğini yıpratmak için hummalı bir faaliyete girmişlerdir. İslam tasavvufunu yıpratmak isteyen bu güruh tabii olarak Ahmed Yesevî‘ye de dil uzatmaktan çekinmemişlerdir. Bunun nasıl yıkıcı sorunlara yol açtığını anlamak için son yıllarda İslâm dünyasını tahrip eden iç çatışmaları hatırlamamız yeterlidir. Bu tehdidin ülkemizden ırak kalması için mutlaka ve mutlaka Yesevî yolunda tasavvufî İslâm’ın öne çıkartılmasını zorunlu görüyorum. İtikad imamımız Ebû Mansur Maturidi’nin akla ve irade kullanımına değer veren anlayışı kadar Yesevî’nin mahlukata Hakk’ın emaneti olarak bakan yaklaşımı da önemlidir. Ben bunu “Türk-Akıl-Tasavvuf” formülü ve “T-A-T” kısaltması ile özetliyorum.

“Divan-ı Hikmet”te sizi en çok etkileyen kısımlardan alıntı yapar mısınız? Son sözlerinizi de alabiliriz.

Divan-ı Hikmet’teki 252 hikmetten bazıları tabii ki öne çıkıyor benim için de: Üç hikmetin bende özel anısı vardır. Şöyle bir âdetim oldu yıllar içinde: Bir Türkistanlı derviş veya âlim ile karşılaşınca test yapmak, Divan-ı Hikmet’ten bahis açıp hikmet bilip bilmediklerini soruyordum Orta Asya’da iken. Bende iz bırakan hikmetlerden birisini Kızılorda (eski ismi Akmescid) yolundaki Ay Hoca İşan Türbesi türbedarlığını yapan Sultan Ahmed adlı bir zat okudu. “Azrail bir gün gelir şiddet ile” sözleriyle başlayan bu hikmet, yayına hazırladığım Divân-ı Hikmet’te 105. sıradadır. Ölüm gerçeğini çok celalli bir eda ile anlatan bu hikmeti hiç unutamam. Yine bir Orta Asya gezisinde; Semerkant’tan Buhara’ya gidiyorduk. Yolun ortalarında Ahmed Yesevî Hazretlerini ziyaret edip, Şah-ı Nakşıbend Hazretlerini ziyarete gitmekte olan Tirmizli bir grupla karşılaştık. Ben gruptan gözüme kestirdiğim bir aksakala Yesevî hikmetlerini bilip bilmediğini sordum. Aksakal elbette bilirim dedi ve “Bişek biling bu dünya barça halkdın öter ha” diye başlayan ve çok anlamlı bir hikmet olan 144. hikmeti okudu. Bu hikmet şöyle biter: “Aslını bilirsen, su ve topraktan ibarettir ve senin bu varlığın yine toprağa gidecek” İnsanın yeryüzündeki hayatını özetleyen bir hikmettir bu.

Son olarak bugün Doğu Türkistan’da yaşayan ve ses kaydı bana ulaşan bir hanımefendinin okuduğu hacca giden birisinin, Kâbe’ye giderken dostlarıyla, komşularıyla insanlarla vedalaşmasını dile getiren 67. Hikmet’i unutamam. Bu hikmetin ses kaydı 2011 yılında İstanbul’da düzenlenen bir sempozyumda sunulmuştu. Okuyan hanımın söyleyişi çok dokunaklıdır.

Önemsediğim hikmetler ise dervişlerin eğitimi açısından önemli bulduklarımdır. Divan-ı Hikmet’teki mesela 76. ve 77. hikmetler doğrudan insanları eğitmeye yönelik olup hikmet ve tasavvufun ne olduğunu anlatır. Bu hikmetler Ahmed Yesevî’nin mürşid yönünü doğrudan yansıtan hikmetlerdir.

Son olarak -hazırladığı sırada üniversite öğrencisi olan- Yesevî dostu genç bir arkadaşımızın hazırladığı ve Divan-ı Hikmet’in Türkiye Türkçesinde online okunabilmesini sağlayan http://www.divanihikmet.net adresi de internet tarayıcılarında Sık Kullanılanlar arasına eklenmelidir.

 

(*) [dunyabizim.com sitesi için YUSUF TUNÇBİLEK tarafından yapılan ve 28 Ocak 2017 Cumartesi 12:12 tarihinde yapılan bu röportaj birkaç güncelleme ile yayınlanmıştır. dunyabizim.com sitesinin yeniden yapılandırılması sonrasında sitenin en çok okunan röportajlarından birisi olan söyleşimiz, resimsiz olarak yayına verildiği için tekrar yayını uygun görüldü.]

***
Ahmed Yesevî, Divân-ı Hikmet, Haz. Hayati Bice

https://www.kitapyurdu.com/kitap/divani-hikmet-hoca-ahmet-yesevi-samuaciltli/9231.html

Hakkında editor

Yoruma kapalı.

Yukarı Kaydır